Edebiyat Dersinde Riskli Okuma: Kitaplar Öğrencilerin Ruh Sağlığını Tehdit Eder mi?

Edebiyatın dönüştürücü gücü tartışılmazdır; ancak bir hikayedeki hasta, travmatik ya da intihara meyilli bir karakterle okuyucunun özdeşleşimi o kadar yoğunlaşabilir ki, bu durum kendi ruh sağlığını tehdit edebilir. Bu olguya “riskli okuma” denir.

Profesör Jeffrey Berman’ın “Risk Altındaki Öğrencilere Ders Vermek” başlıklı makalesi, edebiyat öğretmenlerinin er ya da geç karşılaştığı kritik bir soruyu inceliyor: Öğrencilerimizin okudukları yüzünden endişelenmesini, depresyona girmesini, hatta intihara sürüklenmesini önlemek için hangi önlemleri almalıyız?


Vaka Analizleri: Kurgu Gerçek Olunca

Makale, öğrencilerin kurgusal metinlerle kurduğu çarpıcı bağları gözler önüne seriyor:

  • Olivia ve Justine: Her iki öğrenci de Kate Chopin’in Uyanış (The Awakening) ve Sylvia Plath’in Sırça Fanus (The Bell Jar) romanlarını okuduktan sonra ciddi anksiyete ve depresyon nöbetleri geçirdi. Justine, romanlardaki yalnızlık, motivasyonsuzluk ve intihar girişimleriyle kendi geçmiş deneyimleri arasında ürkütücü paralellikler kurdu. Kitaplar, onun gözünde daraltıcı bir vizyon yaratarak, yaşamla ilgili umutsuzluk duygularını tetikledi.
  • Chrissy: D.M. Thomas’ın Beyaz Otel (The White Hotel) romanındaki tecavüz ve Babi Yar’daki dehşet verici cinayet tasvirlerinden sonra kâbuslar, uykusuzluk ve fiziksel rahatsızlıklar (mide bulantısı, agorafobi) yaşadı. Chrissy’nin canlı hayal gücü, kitaptaki dehşet verici ayrıntıları zihninde bir film gibi canlandırmasına, hatta sanat ile yaşam arasındaki sınırların kaybolmasına neden oldu.

Bu vakalar, yoğun özdeşleşmenin metni salt bir okuma deneyiminden çıkarıp, psikolojik bir kriz haline getirebileceğini gösteriyor.


Sorumlu Risk Pedagojisi: Öğretmenin Sorumluluğu

Berman, sansür endişesi taşıyanlara rağmen, öğretmenlerin bu riskli durumu görmezden gelmek yerine “sorumlu bir risk pedagojisi” geliştirmesi gerektiğini savunuyor. Mevcut “Ne Sorma, Ne Söyle” stratejisinin işe yaramadığını vurguluyor.

Öğretmenler, öğrencilerin kimliğini sarsmadan, onları zorlu konularla yüzleştirecek önlemleri almalıdır:

1. Uyarı Yapmak (Aşılama Benzetmesi) 💉

Öğretmenler, tıpkı doktorların ilaç yan etkilerini açıklaması gibi, öğrencileri bazı okuma materyallerinin olumsuz duygusal tepkilere yol açabileceği konusunda uyarmalıdır. Berman bunu, grip aşısı benzetmesiyle açıklıyor: Aşı olan bazı insanlar, aşılandıkları hastalığın hafif semptomlarını geçici olarak yaşayabilirler. Edebiyat da benzer şekilde, geçici semptomları tetikleyebilir.

2. Yönlendirme ve Eğitim 🤝

Öğretmenler, intihar eğilimi veya ciddi depresyon belirtileri gösteren öğrencileri tanıyabilmek için özel eğitim almalı ve onları üniversite danışmanlık hizmetlerine yönlendirebilmelidir.

3. Yazmanın İyileştirici Gücünü Kullanmak ✍️

Justine ve Olivia vakalarında görüldüğü gibi, öğrencilerin kendi duygusal tepkilerini yazılı bir denemeye dökmeleri, deneyimi işlemelerine ve anlamlandırmalarına yardımcı oldu. Justine, “Yazarken, depresyonum ve intihar girişimimle ilgili daha önce hiç düşünmediğim şeyleri fark ettim” diyerek yazmanın terapötik etkisini bizzat deneyimlemiştir.

4. Umut Kaynağı Sunmak ✨

Öğretmenler, öğrencilere umut sunmalıdır. Özellikle Plath veya Virginia Woolf gibi depresyonla mücadele etmiş yazarların eserlerini okurken, öğrencilere akıl hastalıklarının günümüzde psikofarmakoloji ve psikoterapi ile eskiye göre çok daha etkili bir şekilde tedavi edilebildiğini gösteren hayatta kalma anıları (örneğin William Styron’ın Görünür Karanlık‘ı) önerilebilir.


Sonuç: Edebiyat Öğretmeni İlk Yardımcıdır 🆘

Edebiyat öğretmenleri, öğrencileri kişisel sorunlarıyla boğuşurken fark edebilecek ilk kişiler arasındadır. Bu nedenle, onların rolü sadece metin analizi yapmak değil, aynı zamanda öğrencilerin kimliklerinin sarsıldığı anlarda hassas bir ilk yardımcı olmaktır. Öğretmenler, ilgi göstererek ve ihtiyaç duyulan yardıma yönlendirerek, öğrencilerin edebiyatın zorlu sularında güvenle ilerlemesini sağlayabilirler.