Göğsünde yürek yerine bir “idare lambası” yanan Yahya Kemal – Mina Urgan

Yahya Kemal usta bir Şair, ama küçük bir insandı. Onu tanımadan yalnız şiirlerini okuyanlara gıpta ediyorum. Ne yazık ki, ben yakından tanıdım onu. Nâzım Hikmet’in bir şiirinde dediği gibi, göğsünde yürek yerine bir “idare lambası” yanardı.

O idare lambasının cılız ışığı bile sönerdi zaman zaman. Üvey babamın yalancısıyım ama, Falih Rıfkı, “Mustafa Kemal’in ayaklarına kapanıp yalvaran bir tek kişi gördüm hayatımda. O da Yahya Kemal’di. Resmen ayaklarını öpüyordu” demişti.

Yahya Kemal tam anlamıyla bir asalaktı. Ömründe çalışmamıştı. Bunu açıkça söylemekten çekindiği halde, Ahmet Haşim’i ne kadar çok seviyorsa, Yahya Kemal’i de o kadar az sevdiğini anılarında besbelli eden Yakup Kadri, ona benim gibi asalak demez; ancak “şahane bir tembeldi” demekle yetinir. Hiç çalışmadığı gibi, bildiğim kadarıyla ömründe kendi evi de olmamıştı. Dost evlerinde (bu arada bizim evde, babaannemin kardeşi Ethem Dirvana’nın eşinin Kandilli’deki Kıbrıslı yalısında ve başka tanıdıklarında) yalvara yakara elde ettiği elçiliklerde ya da bedava olarak Park Otel’de oturmuştu. Ya dostlarının ya da devletin asalağıydı. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Sanat Müşaviri, Yapı Kredi Bankasının Estetik Müşaviri adı altında, ona sinekürler uydururlardı, yani hiç çalışmadan para kazanmak olanakları sağlanırdı.

Şişmanlar genellikle çok canayakınken, o sevimsiz bir şişmandı. Sofrada davranışları hiç hoş değildi. Küçüklüğümde o yemek yerken, midem bulanırdı. Annem bir kaza yapacağımı anlar, beni sofradan kovardı.

Daha sonraları, dişleri dökülünce, takma dişlerini herkesin önünde çıkardığı, bardaktaki suda çalkalayıp gene ağzına takdığı olurdu

Bizim Büyükada’daki evde aylarca, daha doğrusu yıllarca konuk kalmıştı. Biraz kilo vermesi için, annem ona özel rejim yemekleri hazırlatırdı. Yahya Kemal hem onları, hem de sofradaki yemekleri yerdi; üstelik herkesin yediğinden üç kat fazlasını. Gelgelelim, annem servetini yitirip Falih Rıfkı’dan da boşandıktan sonra, Yahya Kemal onu aramaz oldu. Şefika, Ankara’dan ayrılıp İstanbul’a ilk yerleştiği sırada Yahya Kemal’den bir miktar borç almış. Günün birinde evimizden bir halı satıp bu parayı geri vereceğini söyleyince, bunu engellemeye çalış, “adama çok ayıp olur. Yıllarca bizde kalmış. Şimdi siz bu durumdayken, 0 parayı almaz” dedim. Annem, “yoo, alır, alır” dedi. Yahya Kemal’i ayıplarcasma söylememişti bunu. Adamın huyunu biliyor, onu olduğu gibi kabul ediyor; parayı almasını normal sayıyordu. Ben buna inanmadım, annemle birlikte Park Otel’e gittim. Annem haklı çıktı. Verilen borç geri alınırken, “acelesi nedir? Durumun sıkışıksa, daha sonra ver” gibi alel usul bir lâflar edilir. Yahya Kemal bunları bile söylemedi, “ha peki” diyerek parayı cebine indirdi.

Yahya Kemal kendisinden başka hiç kimseyi düşünmeyen, tamamiyle bencil, kaskatı bir adamdı. Nâzım Hikmet’in annesi ressam Celile Hanımla, uzun süren fırtınalı bir aşk yaşamıştı. Annem bir gün ona, “ne yazık, birbirinizi bir türlü sevemediniz” demiş. Yahya Kemal de “hayır, birbirimizi çok sevdik; ama aynı zamanda değil” diye yanıt vermiş. Ne var ki, şiirsel bir lâftan başka bir şey değildi bu: Celile Hanım onunla evlenebilmek için eşinden ayrılmıştı. Gelgelelim Yakup Kadri’nin dediği gibi, Yahya Kemal tam bir “küçük burjuva” gibi davranmış; aşkı uğruna kurulu düzeni hiçe sayan bu sanatçı kadınla birleşmeyi göze alamamıştı. Yakup Kadri’ye şöyle demişti: “Bu kadar dile gelmiş bir kadınla ben nasıl evlenebilirim? Sonra herkes bana ne der? Ne gözle bakar.” Gene Yakup Kadri’nin açıkladığı gibi, o sırada Darülfünûn’da müderristi. Çıkarları aşkından çok daha önemli olduğundan, saygınlığını sarsacak bir duruma düşmek korkusuna kapılmıştı. Yıllar sonra gözleri artık görmeyen yaşlı Celile Hanım, açlık grevine başlayan oğlu için, Galata Köprüsü’nde imza toplarken, bir rastlantı sonucu oradan geçen Yahya Kemal eski sevgilisini görmüş. Nâzım Hikmet’in kurtulması için imza vermekten ödü koptuğu için, hemen sıvışmıştı oradan.

Bunları hiç yazmamam gerekirdi belki. “Adam büyük şair; ahlâkından sana ne? Ne diye deşiyorsun bunları?” diyerek, bana karşı çıkanlar olabilir. Ama ben, onun büyük şair olduğuna da inanmıyorum. Usta olmasına usta, ama gerçekten büyük şair değil bence. Çünkü öyle olsaydı, bu kadar küçük bir adam olmasının yolu yoktu. Büyük bir şairin yığınla kusuru olabilir.

Adam alkoliktir, uyuşturucu kullanır, eşini ve çocuklarını sefalete sürükler; hattâ Jean Genet gibi hırsız olabilir. Yani ahlâka aykırı ne varsa hepsini yapabilir. Ama bu rezilliğinin içinde yücelik kıvılcımları vardır her zaman. Yüreği, Yahya Kemal’inki gibi, fitili kısılmış bir idare lambası değildir. Ona kızarsınız; ama Yahya Kemal’i yakından tanıyanların onu hor gördüğü gibi büyük bir şairi hor göremezsiniz.

İşte bu yüzden Yahya Kemal’i, Türkçeyi ustaca kullanabilen “iyi” bir şair sayıyorum ancak. Üstelik Yahya Kemal o sıralarda çok moda olan Maurice Maeterlinck’in etkisinde kalarak yazdığı “Mehlika Sultan” gibi bir iki şiiri ve bazı güzel dizeleri bir yana, geleneksel şiirimizin kalıplarını aşamadı. Hayranları hop oturup hop kalkacaklar ama, bence şiir değil, “manzume” yazdı genellikle.

Mina Urgan – Bir Dinozorun Anıları
Dördüncü bölüm,
YKY

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir