Altın Yağmuru – Verginin İcadı – Bir Ayna Nerelerde Kullanılır; Kötü Kokan Üç Kadın – Medusa ve Başı – Pegasos – Atlas – Andromeda – Gerçekleşen Bir Kehanet ve Mutlu Bir Evlilik

Acaba önceliği hangi kahramana versek? Bana kalırsa sıralamada ilk yer Antik Çağ’ın en önemli kahramanı Herakles’e aittir. Romalılar da onu benimsemiş ve Herkules

ismini vermişlerdir. Klasik bir kahramandır o. On iki işi

ile ün kazanmıştır, başarması gereken on iki sınavdır

bunlar aslında. Küçükken odamı temizlemem bana çok

zor geldiği için, Herakles’in başardığı bu işlerden özellikle bir tanesi çok hoşuma gider: Augias’ın ahırım temizlemesi gerekiyordu. Herakles akıllıca davranarak bir ırma

ğın yatağmı değiştirdi ve suyun ahırın içinden akmasını

sağladı. Sonradan ahır öyle temiz oldu ki, babamın deyi

şiyle “İsviçre’deki bir kasap dükkâm gibi” pırıl pırıl oldu.

Bütün bu kahramanların ortak özelliği, hepsinin de

önünde başarmaları gereken zorlu işlerin bulunmasıdır.

Onların hikâyelerini dinlediğimiz zaman, “başaracak mı

acaba?” diye sormaktan kendimizi alamayız. Ben Holy-

102

wood rejisörlerinin hâlâ aynı numarayı kullandıklarından

kuşkulanıyorum, çünkü birçok filmde gerilim öyle bir artar ki, şu soruyu sorarız kendi kendimize: “Kahramanımız başaracak mı, yoksa başaramayacak mı?”

Fakat benim sözünü etmek istediğim kahraman ne

Herakles, ne Argonaut Jason, ne Atina Kralı Theseus, ne

de Pegasos’un sahibi Bellerophon. Size Perseus’u anlatmak istiyorum. Hikâyesi bir masal gibi başlar. – Bir zamanlar. ..

Bir zamanlar Akrisios isimli bir kral, bu kralın da Da-

nae isimli bir kızı varmış. Günün birinde bir kâhin krala

kendi torunu tarafından öldürüleceğini söylemişti; hem

de sevgili kızı Danae’nin oğlu tarafından.

Kendine karşı duyduğu sevgi, kızına karşı duyduğu

sevgiden daha üstün olduğu için, Kral Akrisios bu tehlikeyi tüm zamanlar için bertaraf etmek istedi. Bronz bir kule inşa edilmesini emretti ve kızı Danae evlilik yaşına

gelince, .onu bu kulenin içine kapattı. Kuleye sadece yukarıdan girilebiliyordu, kıza yiyecek ve içecek ise burçların arasından atılmaktaydı. Akrisios böylece kızını damat adaylarından uzak tutabileceğini düşünüyordu.

Yunan Söylence Dünyası hakkında bazı şeyler öğrenmiş olan bizler ise, başımızı hayır anlamında sallayabiliriz; çünkü Akrisios tüm âşıkların en ihtiraslısını hiç mi hiç hesaba katmamıştı: Zeus. Tanrıların Babası gökyüzünden bakarken gözü önce bronz kuleye ilişti, sonra da kulenin içindeki güzel ve evlilik çağma gelmiş Danae’ye.

Gece olup da dünya yuvarlağı karanlığa boğulunca, güzel kızın gözlerindeki yaşların parıltısı ta Zeus’a kadar ulaştı. Çünkü Danae bir erkek arkadaşı olmasını şiddetle

arzu ediyordu.

103

Bunun üzerine Zeus kendisini bir altın yağmuruna

dönüştürdü. Bu altın yağmuru gece boyunca Danae’nin

üzerine yağdı ve hiçbir şeyin farkmda olmadan mışıl mı-

şü uyuyan kızı Perseus’a gebe bıraktı.

Danae bu tanrı çocuğunu doğurduğu zaman, babası

önce ne yapacağını bilemedi. Çünkü kızını çok seviyordu

ve torununun bu kadar güzel bir çocuk olmasmdan dolayı sevinç duyuyordu. Fakat kehanet iliklerine kadar işlemişti. Bu yüzden kızım ve çocuğu kaptığı gibi bir sepete koydu ve sepetin açık denize bırakılmasını emretti. Böyle

bir yolculuktan sağ çıkamayacaklarına emindi.

Fakat Zeus ne de olsa Perseus’un babasıydı ve insanların kaderlerine yön verdiği gibi, sepete de yön verdi. Sepet bir süre denizde yolculuk yaptıktan sonra, bir adamn sahiline vurdu. Oradan geçmekte olan bir çoban, sahile

vuran sepetin içinde bir kadın ve çocuğun bulunduğunu

fark etti. Bu çoban, son derece iyi kalpli ve sevgi dolu bir

insandı, ayrıca da bu adamn kralının kardeşiydi.

Her şey iyiye gider gibiydi.

Fakat adamn kralı ne iyi yürekli, ne de sevgi doluydu. Aksine son derece ihtiraslı bir adamdı. Günün birinde kardeşi olan çobam ziyaret ettiği zaman, odanın bir köşesinde oturan Danae’yi gördü. Kadının saçları yüzüne düşmüştü. “Yüzünü görmeme izin verir misin?” diye sordu ona kral.

Asasıyla kadınm saçlarım yana çekince, karşısında

olağanüstü güzellikte bir yüz bulunduğunu gördü. Yıldırım aşkıyla vurulmuştu Danae’ye ve o günden sonra bir daha peşinden ayrılmadı.

Fakat kralın kardeşi olan çoban, Danae’yi koruması

104

altına almıştı. Nasıl olsa bir süre sonra Perseus da büyüyecek ve annesini koruyabilecek duruma gelecekti.

Bu arada Perseus’un çok yakışıklı, fakat biraz da yumuşak görünümlü bir delikanlı olduğunu söylemek yerinde olur. Temiz kalpli bir gençti, hatta bazen gereğinden de temiz kalpliydi, fakat yeterince de zekiydi. İkisi birbirine engel değil ya! Fakat onu kandırmak son derece

kolaydı, kendisiyle alay edildiğini veya eşek şakası yapıldığım kesinlikle anlayamıyordu. Onun için evet evetti, hayır da hayırdı.

İhtiraslı kral, ayaklarına bağ olan Perseus’u nasıl ortadan kaldırabileceğini düşünmeye başlamıştı. Onu öldürmeye niyeti yoktu, annesinin yamndan ayrılması yeterli olacaktı. Düşündü, taşmdı ve vergiyi icat etti. Bugün ödediğimiz tüm vergileri bu krala borçluyuz.

Kral her tarafa haber saldı: “Her ada sakini bana şu

kadar at verecek.”

Fakat Perseus ve annesinin hiç atı yoktu.

Perseus ona şu teklifte bulundu: “Görüyorum ki vergi topluyorsun. Fakat benim hiç atım yok. Sana başka bir şey vermek isterim. Ne istediğini söyle.” İşte bu kadar

saftı Perseus.

İhtiraslı kral şöyle dedi: “Pekâlâ, sana ne istediğimi

söyleyeyim: Bana dişi Gorgo Medusa’nm başım getir!”

“Peki” dedi Perseus, “eğer o kadar çok istiyorsan sana Medusa’nın başım getireceğim.”

Bu konuşmayı kralm ısrarı üzerine kendi aralarında

yapmışlardı. Çünkü başkalarının bunu duyması halinde

Perseus’u uyarıp ona şöyle diyeceklerini biliyordu: “Saçmalama! Otur oturduğun yerde. Medusa’nın başım asla getiremezsin, o seni gördüğü anda öldürür.”

105

Fakat Perseus kararını vermişti bir kere: “Annemin

ve benim sana olan vergi borcunu ödeyebilmek için, sana

Medusa’mn başmı getireceğim.”

Bu Medusa kimdi acaba? Perseus bunu bile bilmiyordu. Bu yüzden kim olduğuna ancak Perseus onu bulduğu zaman değineceğiz.

Perseus vakit kaybetmeden yola koyuldu, kendinden

emin, kaygısızca yürüyordu. “Nasıl olsa iyi bir ruh bana

yol gösterir” diye düşünmekteydi.

Gerçekten de ona yol gösteren iyi bir ruh, daha doğrusu bir tanrıça vardı. Pallas Athena ona eşlik ediyordu.

Pallas Athena, daha önce de söylediğimiz gibi, zeki

kahramanlara karşı daima bir sempati besliyordu. Hatta

hem saf, hem de zeki olanlara karşı bile.

Onu gören Athena gökten aşağı süzülmüştü. Bu arada belirtmek gerekir ki, Athena asla kendi suretinde görünmez, daima herhangi bir insanın vücuduna girerdi.

Vücutları bu şekilde kullanılan insanların neler hissettiklerine dair elimizde bir bilgi yok. Perseus’un karşısına çıktığı zaman kimin vücudunu kullandığım da bilmiyorum.

Athena şöyle dedi: “Sana yardım edeceğim. Önce şu

kalkanı al bakalım” – Athena Perseus’a bronz bir kalkan

vermişti. Kalkan çok iyi bir şekilde cilalanmıştı, ışıl ışıl

yanıyor, parlıyor, her şeyi yansıtıyordu. Perseus buna

benzer bir kalkanı daha önce asla görmemişti.

Delikanlı Athena’ya cevap verdi: “Bu kalkanı beğendim. Ne yapacağım bununla?”

Athena şöyle dedi: “Ona bak. İçinde ne görüyorsun?”

Perseus şaşırdı, çünkü suretini daha önce hiç görmemişti. “İçinde genç bir adamın durduğunu görüyorum.”

106

Athena güldü: “Bu genç adam sensin.”

Perseus elini uzatıp dokunmak isteyince parmakları

sert metale çarptı.

Bunun üzerine Athena ona açıklamada bulundu: “O

sana çok benziyor, fakat gerçekte var değil.”

Perseus bir şey anlamamıştı, fakat Athena devam etti: “Söylediklerim üzerinde biraz düşün, fakat şunu aklından asla çıkarma: İnsan büyük bir tehlikenin gözlerinin içine asla bakmaz.”

Perseus bunu kafasma iyice yerleştirdi.

Sonra Athena bir kez daha konuştu: “Graialara gitmen gerekiyor.”

Graia “gri” anlamına gelmektedir; bunlar yaşlı, pis

kokan kadınlardır. “Onların yanına gitmelisin, çünkü onlar Gorgoların kardeşleridir. Gorgoların nerede oturdu

ğunu hile ve desise ile onlardan öğrenmek zorundasın.”

Athena ona Graialara giden yolu da tarif ettikten sonra, ortadan kayboldu.

Perseus yürümeye devam ederek Graiaların oturdu

ğu yere yaklaşmaya başladı. Yaşlı kadınlar Afrika’daki

bir gölün civarında oturuyorlardı, nerede olduklarını kestirmek çok güç değildi, çünkü son derece kötü kokuyorlardı. Perseus burun deliklerini tıkadı, sadece birini çok az aralık bıraktı ve kokuyu takip ederek Graiaları buldu.

Graiaların görünümleri gerçekten de kayda değer ilginçliktedir. Onları size elimden geldiğince tasvir etmeye çalışayım: Bunlar bir gölün kenarında oturan üç yaşlı kadındı, bir tek dişleri, bir tek gözleri vardı ve bunları aralarında değiş tokuş ederlerdi. Bir şey ısırmak isteyen dişi alırdı, bir şey görmek isteyen de gözü alırdı.

107

Ve o esnada gözü almış olan Graia, göl tarafından

onlara doğru gelmekte olan Perseus’u gördü. Kıkırdayarak diğerlerine seslendi: “Bu tarafa doğru yakışıklı bir delikanlı geliyor. Ona bir göz atmak isteriz, değil mi?” ve gözü diğerine uzattı.

Perseus onlara iyice yaklaşmıştı. Saygısızlık etmek istemediği için, onların kokularım almamış gibi davranıyordu. Kız kardeşleri olan Gorgoların nerede oturduklarını öğrenmek istediğini söyledi onlara kibarca.

“Delikanlı” dedi üç ihtiyar bir ağızdan, “elbette ki bunu sana söylemeyeceğiz. Fakat eğer sen…” Elleriyle ne anlama geldiği çok açık olan birkaç hareket yaptılar.

Perseus’un yamnda biraz yol azığı vardı. Yere oturarak azığını rahatça yemek istermiş gibi yaptı.

Uç ihtiyarm da karnı açtı, onlar da bir şeyler yemek

istiyordu.

Perseus şöyle dedi: “Yanımda dişler olmadan da yenilecek yiyecekler var.”

“Ya, öyle mi?” diye karşılık verdi Graialar.

“Evet, öyle” dedi Perseus.

Azığını üç parçaya bölerek her birine bir parça verdi.

Fakat biri elinde gözü tutuyordu, diğeri ise dişi. Bunun

üzerine onlara şöyle dedi: “Verin bana onları. Yemeğinizi yiyene kadar dişi ve gözü sizin için koruyacağım.”

Graialar dişle gözü ona verdiler. Perseus tekrar konuştu: “Pekâlâ, bu kez çok ciddiyim. Eğer bana kız kardeşleriniz olan Gorgoların nerede oturduğunu hemen söylemezseniz, gözle dişi bir daha asla geri alamazsınız.”

Böylece onlardan Gorgoların nerede oturduğunu öğrendi. Perseus çok kurnazdı. Onlara sadece dişi geri ver-108

di, fakat gözü gölün en derin yerine fırlattı. İhtiyarlar tekrar sahip olmak için önce onu gölden çıkarmak zorundaydılar.

Perseus sonra Graiaların yanından ayrıldı. Onların

yakınlarında oturan ve yüzyıllardan beri pis kokularından son derece rahatsız olan su perileri, Perseus’a büyük bir minnet duyuyorlardı. Ne de olsa Graiaları suya dalmaya mecbur etmişti.

“Bir kez olsun yıkanırlar hiç olmazsa” dedi su perileri ve Perseus’a üç tane hediye verdiler: Giyeni görünmez kılan bir başlık, kanatlı ayakkabılar ve büyük bir çuval.

Perseus böylece yolculuğuna devam etti. Fakat bana

kalırsa artık yürümüyordu, aksine bir sörfçü gibi havada

süzülerek yol abyordu.

Kahramanımız bu şekilde havadan yaptığı yolculuğa

devam ederken, Tanrı Hermes’le karşılaştı. Hermes bir

süre ona eşlik etti ve yanında uçan delikanlıyı uzun uzun

süzdü. Perseus tanrının çok hoşuna gitmişti. Kendisi de

son derece sempatik bir tanrı olan Hermes, ona ne yapmak niyetinde olduğunu sordu. Perseus’un yapmak istediğini anlatınca, Hermes ona şöyle dedi: “Bir silaha ihtiyacın olacak.”

Ona bir kılıç uzattı, iyi şanslar diledi ve yoluna devam etti. Üç kız kardeş olan Gorgolar, kız kardeşleri Graialara benzemekle beraber, onlardan çok daha güzeldiler.

En azından bir zamanlar öylelermiş. İçlerinden ikisi

ölümsüz, en genç ve en güzel olanları ise ölümlüydü.

Adı, Medusa’ydı.

Medusa ölümlüydü. Fakat buna karşılık o kadar güzeldi ki, günün birinde Pallas Athena’dan bile güzel oldu-

ğunu söyleyerek etrafına caka satmaya başladı. Bundan

hiç hoşlanmayan Athena, üç Gorgo’yu yeryüzünün gelmiş geçmiş en çirkin yaratıklarına dönüştürdü. En çirkinleri ise Medusa olmuştu. Saçları yılan gibiydi, suratı davul gibi şişmişti, arkası ise bir at gibiydi. Tasavvur dahi edilemeyecek kadar korkunçtu – ve kötü, tehlikeli.

Perseus’a işte bu kötü ve tehlikeli Medusa’nm başını

getirmesi söylenmişti. Oraya geldiği zaman Gorgolar

uyuyordu. Perseus, Hermes’in kendisine verdiği kılıcı çıkardı ve Medusa’nm başını uçurdu. Bu arada Athena’nm kendisine söylediklerini de göz ardı etmemişti. Medusa’nm başını uçururken ona değil, aynada yansıyan aksine bakmıştı. Çünkü daha o zamanlar kulaktan kulağa yayılmıştı: Kim Medusa’mn gözlerine bakarsa, olduğu yerde taş kesilir. Perseus da bunu bildiği için Medusa’nm kafasını keser kesmez, su perilerinin kendisine verdiği çuvalın içine tıkmıştı.

Ve bakın o anda neler oldu: Medusa’nın kesik boğazından iki yaratık fırlayıverdi. İlkinin adı Chrysaor’du, bu aşağı yukarı kızıl, altm rengi çelik anlamına gelmektedir. İkinci yaratık ise Pegasos’tu. Bu yaratık somaları şairlerin simgesi haline geldi. Denir ki, şairlerin kendilerine hak gördükleri ilham, sanki bu kanatlı at gibidir. Fakat

genelde o kanatlı attan tepe taklak aşağı yuvarlanırlar. Sizi temin ederim, bu böyledir.

Bu arada bu konuda Friedrich Schiller’in küçük, güzel bir şarkısının olduğunu da söylemeliyim: “Boyunduruğa vurulmuş Pegasos.” Eskiden çok fakir bir şair yaşarmış. Günün birinde Pegasos bu çok fakir şairin yamna gelmiş, fakat adamm ona bakacak kadar bile parası yok-110

muş. Ona yiyecek bir şey alamadığı için, Pegasos’u bir

çiftçiye satmış. Çiftçi ise edebiyatın kanatlı atmı boyunduruğa vurmuş ve sabamm onunla sürmeye başlamış.

Medusa’mn kesik başından yere düşen kan damlalarından ise, ilaç ve zehir olarak kullanılan çeşitli bitkiler bitmiş.

İşini bitiren Perseus dönüş yoluna koyulmuş. Medusa’mn başım ele geçirmişti. Artık vergimi ödeyebilirim, diye düşünüyor ve kanatlı ayakkabılarıyla kıyı boyunca

uçuyordu. Aşağı baktığı zaman, batı tarafmda Atlas isimli devi gördü.

Atlas gök kubbeyi taşımaya mahkûm edilmiş titandır. Bu durum Perseus’un ilgisini çekti. Titanın ayaklarının dibine inerek, ona yaptığı işten memnun olup olmadı

ğım sordu.

Fakat Atlas ona ters bir cevap verdi. “Çabuk toz ol”

dedi Perseus’a, “beni rahat bırak.”

Aldığı bu ters cevaba sinirlenen Perseus, ilk kez olarak gizli silahını tecrübe ermeye karar verdi. Elini çuvalın içine daldırdı, Medusa’mn başını dışarı çıkardı ve Atlas’a

gösterdi. Dev titan o anda taş kesilmişti. Onu bugün bile

görmek mümkündür – Fas’taki Atlas Dağlan.

Perseus uçmaya devam etti.

Fenike üzerinde uçtuğu esnada, aşağıda garip bir şey

gördü. Kıyıdaki kayalıklara bir kadın zincirlenmiş ti. Biraz

alçaldı, kadının etrafında dolandı. Ağladığım ve korktu

ğunu gördü. – Bu kadımn ismi Andromeda’ydı.

“Kimdir bütün ülkenin en güzeli?” Bu sorunun genel

olarak masallarda büyük uğursuzluklara sebep olduğunu

biliriz. Bakire Andromeda vakasında da farklı bir şey ol-

111

mamıştır. Andromeda’nın çok kendini beğenmiş bir anası

vardı. İsmi Kassiopeia’ydı. Kassiopeia bir sabah kızının

yüzüne baktı ve bağırmaya başladı: “Dünyanın en güzel

varlığı benim lazımdır.”

Kızının güzelliğinden bu derece etkilenen Kassiopeia

hemen kıyıya koştu, denizin kenarına dikilerek bağırmaya başladı: “Ey Poseidon kızları! Beni dinleyin! Sizler çok güzelsiniz, fakat benim Andromeda’m sizden yüz kat daha güzeldir.”

Poseidon’un kızlarının dünyanm en güzel varlıkları

olduğu kabul ediliyordu. Kızlar Kassiopeia’nm söylediklerini işitmek için başlarını dalgalardan çıkardılar ve duydukları karşısında kıskançlıktan renkleri yemyeşil kesildi.

Tekrar sulara dalarak babaları Poseidon’un yanma

gittiler: “Yukarıda bir kadın var, kendi kızının bizden yüz kat daha güzel olduğunu söylüyor. Bu bizim açımızda bir

sorun.”

Poseidon bu sorunu çözdü, hem de diğer sorunları

çözdüğü gibi.

Kızlarına şöyle dedi: “Sorununuzu yutması için yukarıya bir canavar göndereceğim.”

Önce şehrin üzerine büyük bir sel dalgası gönderdi

ve korkunç zarara neden oldu. Sonra da tarlaları sular altında bıraktı ve açlık tehlikesi baş gösterdi.

Şehir halkı bir kâhine başvurarak neler olup bittiğini

sordu: “Kassiopeia kızı Andromeda’nm kurban edilmesi

gerekiyor. Onu deniz kıyısındaki kayalıklara bağlayın.”

Dediğini yapmışlardı.

Perseus kanatlı ayakkabılarıyla oradan geçtiği esnada, denizden çıkan bir canavarın kıyıya doğru yaklaştığı-

112

ni gördü. Perseus yıldırım aşkıyla tutulmuştu Androme-

da’ya. Çok çabuk davrandı. Kızın babasıyla konuştu, hemen bir evlilik sözleşmesi imzaladılar ve Perseus son anda canavarı taşa çevirdi.

Andromeda minnet duyguları içinde Perseus’a âşık

oldu.

Perseus genç karısını yamn alarak, annesi Danae’ye

takdim etti. Samrım iki kadın birbirleriyle oldukça iyi anlaştılar. Aksi olduğu konusunda elimizde herhangi bir bilgi yok.

Bu arada Perseus ihtiraslı kralın huzuruna çıkmıştı:

“Sana Medusa’mn başmı getirdim.”

“Sen gerçekten de delisin” diye karşılık verdi kral.

“Başlangıçta senin biraz saf, fakat zeki olduğunu düşünüyordum. Fakat şimdi görüyorum ki, sen aptalın tekisin.

Hiç kimse Medusa’mn başına sahip olamaz.”

“Pekâlâ” dedi Perseus “O halde sana Medusa’mn ba

şını göstereyim. Onu görmek istiyor musun?”

“Evet, elbette ki görmek istiyorum” dedi kral.

Perseus bir kez daha sordu: “Onu görmek istediğine

gerçekten emin misin?”

“Evet, onu görmek istiyorum.”

“Pekâlâ, nasıl istersen” dedi Perseus. Başını yana çevirerek elini çuvala soktu ve Medusa’mn kesik başmı çıkardı. – Sonra ihtiraslı kralın başına neler geldiğini hepimiz biliyoruz…

Perseus’un annesi ve sevgilisiyle birlikte yurduna,

doğduğu yer olan Kral Akrisios’un adasına dönmekten

başka bir arzusu yoktu. Ve bunu yaptı. Adada bir kahraman olarak karşılandı. Şöhreti bu arada tüm dünyaya ya-113

yılmıştı. Onun şerefine spor müsabakaları düzenlendi.

Perseus büyükbabası olan kral ile tanışmak istiyor, fakat

onu hiçbir yerde bulamıyordu.

Ona yeni bir kral muamelesi yapıyorlardı. Annesi ve

karısıyla beraber stadyumun en iyi yerinde oturuyor ve

oyunları seyrediyordu. Ansızın spor yapma arzusu içini

kapladı, hakemlerden bir kerecik olsun disk atmasma izin

vermelerini rica etti, elbette yarışma dışı olarak. İstediği

izin ona seve seve verilmişti. Disklerden birini kaptığı gibi gerilerek güç aldı ve fırlattı. Bu müsabaka dahili bir atış olsaydı, Perseus kesinlikle birinci olurdu. Hızla uçan

disk müsabaka alamm geçti, herhalde tamisai bir güç tarafından yönlendirilerek, seyircilerin arasına bir yere daldı.

Kalabalıktan hemen haykırışlar yükseldi: “Kral öldü!”

Gerçekten de Perseus’un attığı disk büyükbabası Ak-

riosios’u öldürmüştü. Halbuki kral torununun kendisini

öldüreceği yolundaki kehaneti unutmamış ve korkudan

en güvenli yer olarak gördüğü seyircilerin araşma oturmuştu.

Fakat bu bir cinayet değil, bir kaza, bir talihsizlikti.

Tanrılar bu yüzden iyi yürekli Perseus’a kızmadılar, halk

da bir ithamda bulunmadı, aksine ondan kral olmasmı talep etti. Andromeda da kraliçesi olacaktı.

Perseus o andan itibaren hayatımn sonuna kadar huzur içinde yaşadı. O ve Andromeda birbirlerine sadık kaldılar, ki bu durum Yunan Mitolojisi’nde çok ender görülen bir durumdur. Öldükleri zaman ise birer takımyıldız olarak göğe alındılar – Perseus devasa bir tablo olarak çıkar karşımıza gökyüzünde, Andromeda ise küçük ve 114

önemsiz bir yıldız. Fakat uzaktan bakılınca böyledir bu,

aslmda Andromeda bizden 1.7 milyon ışık yılı uzaklıkta

ve yüz bin ışık yılı genişliğinde dev bir galaksidir…

PERİLERİN Ş A R K I S I

MICHAEL KÖHLMEIER
mitolojinin öyküsü
Çeviri: Atilla Dirim
Yurt Kitap-Yayın