Annelik Rolünün Arkasındaki Anne
🔹 Annelik Maskesinin Ardındaki Kadın
“Rüyalarımda beni öldürmeye çalışan kadını hatırlıyorum. Pastoral annelik maskesinin arkasında bastırılmış bir öfke vardı.”
Annelik, kültürel olarak kutsallaştırılmış, idealize edilmiş ve hatta doğallaştırılmış bir kimliktir. Oysa bu rolün ardında, çoğu zaman konuşulamamış, görülmemiş, bastırılmış bir kadın hikâyesi yatar. O kadın; çocukluğunu tamamlayamamış, arzularını ifade edememiş, duygusal ihtiyaçları ötelenmiş biridir. Ve bu bastırılmışlık, zamanla annenin içsel dünyasında karanlık bir katman oluşturur: Gölge anne.
🔸 Anne Rolü: Bir Kimlik Değil, Bir Maske
Psikanalist Donald Winnicott, annenin “yeterince iyi” olmasının, çocuğun gelişimi için temel koşul olduğunu söyler. Ancak patriyarkal toplumlarda annelik, kadının kimliğiyle değil; onun işleviyle tanımlanır. Sevgi verir, emek verir, sabreder, şikâyet etmez. Annelik bu yüzden bir maskeye, bir rol kostümüne dönüşür. İçerideki gerçek kadın ise bu rolü oynarken yavaş yavaş görünmezleşir.
“Benim vücudum, annemin vücudu, onun annesinin vücudu…”
Bu zincir, annenin de bir zamanlar çocuk olduğunu unutturan tarihsel bir yük taşır.
🔸 Jungiyen Gölge ve “İdeal Anne”nin Tehlikesi
Jung’a göre her bireyin içinde, bastırdığı, kabul etmek istemediği yönlerden oluşan bir “gölge” vardır. Bu gölge, eğer bilinçle yüzleştirilmezse, kontrolsüz biçimde dışarı sızar: öfke, ani tepkiler, duygusal uzaklık, manipülasyon ve hatta pasif şiddet biçimlerinde.
“İdeal anne” imgesi, kadını gölgesiyle karşılaşmaktan alıkoyar. Annelik sürekli “verme”, “beklentisizlik” ve “tükenmeden devam etme” haliyle tanımlandıkça; anne, kendi arzularından ve öfkesinden utanır. Oysa:
“Gölgeyle yüzleşmeyen kişi, onu çocuklarına projekte eder.”
(C.G. Jung)
Annenin öfkesizliği bir yalandır. Bastırılmış öfke, çocuk üzerinde kaygı, belirsizlik ve aniden patlayan duygusal taşkınlıklar olarak belirir. Bu da çocuğun anneden hem korkmasına hem de onu kurtarmaya çalışmasına neden olur. Böylece çocuk, annenin duygusal regülasyonunu üstlenir — tıpkı bir yetişkin gibi.
🔸 “Anne”den Önce Kadın Vardı
Kadın, anne olmadan önce bir kız çocuğu idi. Kız çocukluğu incinmiş, bastırılmış ve ihmal edilmişse, kadın kendisini anneliğe feda ederek var etmeye çalışır. Silvia Federici’nin ifadesiyle:
“Kadın bedeni, kapitalist düzenin görünmeyen fabrikasıdır.”
(Caliban ve Cadı)
Ancak bu fabrika hem emeği hem arzuyu üretirken, duyguyu bastırır. Anne olmaya zorlanan kadınlar, kendi arzularını çocuklarına yöneltir. Bu da çocuk ile anne arasında hem iç içe geçmiş hem de boğucu bir ilişki doğurur. Çocuk annenin “varoluş nedeni” olur.
“Annemin iç huzuru için burada, bu evin içinde olmam gerekiyordu.”
Bu cümle, çocuğun birey değil, annenin ruhsal dengesini koruyan bir nesne haline geldiğini gösterir.
🔸 Annelik Arketipini Geri Kazanmak
Jung’un “anne arketipi” çift kutupludur:
- Besleyici, yaratıcı ve koruyucu yönüyle tanrıçadır.
- Yutan, kısıtlayan, cezalandırıcı yönüyle canavardır.
“Annelik maskesinin arkasındaki kadın”, bu iki uç arasında sıkışmıştır. Kendilik deneyimi bastırılmıştır ama bir yerlerde hâlâ yaşamaya, hareket etmeye, sevilmeye çalışan bir öz vardır.
Kadın bu gölgeyle yüzleştiğinde annelik arketipi yeniden canlı, ilişki kurabilir, duygu taşıyabilir bir şekle bürünür. Ancak bunun yolu, maskeyi çıkarmaktan ve “iyi anne” olma ideolojisinden vazgeçmekten geçer.
🔹 Sonuç: Annelikten Kadınlığa Geri Dönüş
Annelik, kadının kimliğini yutan bir maske olmaktan çıkmalı; onun kadınlığının bir parçası, ama onu tanımlamayan bir yönü olarak yeniden düşünülmelidir. Bunun yolu ise, annenin kendi annesiyle olan hikâyesini anlamasından, kendi kız çocuğunu içsel olarak şefkatle yeniden büyütmesinden geçer.
“Annemin annesi kimdi?”
“O hangi kadın olamadı?”
“Ben kimdim annelikten önce?”
Bu sorulara verilen her yanıt, kadını annelik maskesinin arkasından çıkarır. Ve belki de ilk kez, kadın kendisine annelik etmeye başlar.



