Aydınlanmanın Diyalektiği – Max Horkheimer, Theodor W. Adorno

Aydınlanma’nın Diyalektiği Frankfurt Okulunun en etkili olmuş yayınıdır. II. Dünya Savaşı sırasında yazılmış ve bir süre gizlice çoğaltıldıktan sonra 1947’de Hollanda’da kitap olarak basılmıştır. Yazarlar Önsözde niyetlerini şöyle açıklarlar: ‘Aslında amacımız, insanlığın gerçekten insani bir duruma ulaşmak yerine neden yeni bir tür barbarlığa battığını anlamaktan fazlası değildi.’ Ama kitap bütün bunların da ötesine geçer. Batı tarihinin doğuşunu ve öznelliğin, mitlerde temsil edildiği üzere, doğaya karşı mücadelede kendisini tanımlamasını, günümüzün en tehdit edici deneyimleriyle bağlantılandırır. Pratik hayattan koparılmış bilim, biçimselleştirilmiş bir ahlak, eğlence kültürünün güdümleyici doğası ve paranoit davranış yapısı, saldırgan bir antisemitizmin Aydınlanmanın sınırlarını belirlediğini iddia eder. Yazarlara göre bu öz-yıkımsal eğilim en baştan beri aydınlanmada içkin olarak vardı; yani Nasyonal Sosyalist dehşet modern tarihten bir sapma olmayıp, Batı uygarlığının en temel özelliklerinin ifadesiydi. Adorno-Horkheimer’e göre Batı aklının bu öz-yıkımı, toplum ile doğaya egemen olmanın tarihsel diyalektiğinden kaynaklanmaktadır. Bu ayrımı ideoloji haline getiren Aydınlanmanın izini söylencesel kökenlerine kadar sürerler. ‘Mit zaten Aydınlanmadır ve: Aydınlanma mitolojiye geri dönmektedir.’ Bu paradoks Aydınlanmanın Diyalektiği’nin temel tezidir.
(Tanıtım Bülteninden)

Adorno ve Horkheimer, ‘Aydınlanmanın Diyalektiği’nde ifade ettikleri üzere, aklın araçsallaşması ve bütünleyici olması bir zamanlar rasyonel düşünme ve çözümleme alışkanlığı kazandırmak için yola koyulmuş olan Aydınlanma’nın kendi kendini yok edişidir. Gerçekten, bir zamanlar mitlere karşı çıkan ve zihni mitlerden arındırarak özgürleştiren akıl giderek bir mit haline gelmiş, mitselliği geri getirmiş, araçsallaşmış ve yeni tahakküm biçimleri doğurmuştur. Araçsal ve kapsayıcı akıl eleştirel kapasiteleri köreltmiş, insanları telkinlere açık hale getirmiş, makul çoğunluk olarak sağduyunun etrafında birleştirmiştir. Bütünleyici aklın oluşturduğu makul çoğunluk tahakküme karşı direncini yitirmiş insanlar topluluğudur. Bu topluluk demokrasiyi askıya alan girişimlerine direnemez. Direnmek bir yana, bu tür girişimleri gönüllü olarak destekler.
Etnik ve ırkçı nefret aşılayan demagogların, militarizme övgüler düzen savaş çığırtkanlarının telkinlerinden kolaylıkla etkilenir. Demokrasiyi ortadan kaldırma hedefine doğru seferber edilebilir.
Halil Turhanlı

Frankfurt Okulu’nun Max Horkheimer?la beraber kurucusu olan Theodor W. Adorno, İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’sının en önemli düşünürlerindendir. Theodor Ludwig Wiesengrund olarak dünyaya gelen düşünür daha sonra annesinin kızlık soyadını kullanmaya karar verir. 1924 yılında felsefe doktorasını tamamlayan Adorno daha sonra Avusturyalı kompozitör Ablan Berg’in öğrencisi olarak müzik eğitimi aldı. 1934’te Nazi Almanya’sından kaçıp, İngiltere’ye yerleşen Adorno, Oxford Üniversitesi’nde 3 yıl ders verir. Marksizm’i felsefe ve müziğe uygulamasıyla tanınan Adorno, 1938 de Horkheimer’la tanıştığı Amerika’ya iltica etti. Burada ikisi beraber Aydınlanmanın Diyalektiği’ni [Dialektik der Aufklärung, 1947] adlı eseri oluşturdular. İnsanların kendi iradeleriyle faşizmi kabul etikleri ve bilinçli soykırımları uyguladıkları bir dünya yaratan modern bilimin, tıbbın, endüstrinin ilerleyişinin nasıl olup da insanlığı cehaletten, felaketlerden ve hastalıklardan kurtarabileceğini sorguladıkları Aydınlanmanın Diyalektiği 1947 de yayınlanır. Bilimi pozitivist bir çerçeve dışında tutan, diyalektik bir düşünce oluşturmaya çalışan Adorno felsefeye ait gerçekliklerin bilimsel gerçekliklerle örtüşmediğini belirtir.
Adorno, Karl Marx’ı, eleştirileri kapitalizmin oluşturduğu ideolojileri de eleştirmeyi gerekli kılan Hegelci bir materyalist olarak okur. Ve okumasını bu eleştirilerden en önemlisi olan Marx’ın eşya fetişizmi olarak adlandırdığı kavram üzerinden gerçekleştirir. Burada Marx burjuva ekonomistlerin kapitalist üretime özgün olan sömürüyü göz ardı ettiklerini belirtir. Sıradan üreticiler ve tüketiciler gibi kapitalist koşullar altında yetişen ekonomistlerin de maddeye bir fetiş gibi yaklaştıklarını belirtir. Onların maddeye doğada serbest halde bulanan ve tüm eşyaların üretilmesini sağlayan insan etkileşiminden bağımsız bir nesne gibi yaklaştıklarını vurgular. Marx ise, varoluş sebepleri insan ihtiyaçlarına göre şekillenen eşyaların insanların ihtyaç duymadığı durumlarda bir kullanım değeri arz etmeyeceğini belirtir. Adorno Marx’ın bu analizlerini son dönem kapitalizmine uygulamaya çalışır. Bu temelde Marx’ın yaşadığı dönemden farklılık gösteren üretim güçleri ve üretim ilişkileri arasındaki diyalektiği, devlet ve ekonomi arasındaki ilişkileri, sınıf sosyolojisini ve sınıf bilincini, ideolojinin doğası ve işlevini, bir bütün olarak toplumun değişimini gözeterek ve bir kapitalizm eleştirisi geliştirerek yeniden değerlendirir.
Daha sonraki çalışmalarında ?görünüş? ve ?öz? ayrımı üzerinden kapitalist toplumun yüzeyselliğini vurgular. Plato’nun kendisinden önce nesneler ve idealar dünyası olarak ayırdığı bu düzlemde, görünüşler dünyasını imgeler dünyası, görecelik ve şeyleşme dünyası olarak tasvir eder. Bu temelde kapitalist toplumda eşyanın kendi üretim koşullarından bağımsız olarak hayat bulduğunu belirtir. Ve eşyanın kendisinin, kendi aldatıcı doğasını örttüğünü belirtir.
Adorno, kültür ve kültürel endüstriyi eleştirel eğilimlerin ve potansiyellerin elendiği düzlemler olarak algılar. Kültürel eşyaları üreten ve bunları kitlesel iletişim araçları üzerinden dağıtan kültür endüstrisinin halkı manipüle ettiğini belirtir. Popüler kültürü ile halkın pasifleşmesini özdeşleştirir, zira ekonomik koşulları ne kadar kötü olursa olsun popüler tüketim üzerinden kolaylıkla sağlanabilen hazla halk pasifleşmektedir. Görünüşteki farklılıklarına karşın kültürel metaların hepsinin aynı kökten geldiğini belirtir.
Adorno’nun felsefe ve sosyoloji çalışmalarının nerdeyse yarısını oluşturan sanat çalışmaları modern sanat hareketlerinin yeniden oluşturulması üzerinedir. Bu çalışmalarında iki temel soru ortaya çıkar: Sanatın kapitalizm içersinde yaşamaya devam edip edemeyeceği ve sanatın bu dünyanın değiştirilmesinde gerekli rolü üstlenip üstlenemeyeceği. Her iki soru için de Kant’ın sanatın biçimsel özerklikle karakterize edildiği savına başvurur. Fakat Adorno, Kant’ın biçim üzerine bu savını Hegel’in düşünsel önem üzerine vurgusu ve Marx’ın sanatın bütün olarak toplum içinde var olduğu savıyla birleştirir.
Adorno, sosyal kuramın gerçekte ihtiyaç duyduğu şeyin açlık ve fakirlik gibi insani acıların, teknolojik ve bilimsel gelişmelerin ortadan kaldırabileceği şeyler olmasına rağmen neden hâlâ var oldukları sorusu üzerine eğilmek olduğunu vurgular. Adorno bu soruya cevaben kapitalist üretim ilişkilerinin toplumu bir bütün olarak baskı altında tutmasını öne sürmektedir. Toplumun artı değerin sürekli gelişmesine sebep olan değişim değerleri üretmek için bu değerler etrafında bir araya getirilmiş olduğuna vurgu yapar.
Kabalcı Yayınları

Kitabın Künyesi
Aydınlanmanın Diyalektiği
(Dialektik der Aufklarung / Philosophische Fragmente )
Max Horkheimer, Theodor W. Adorno;
Çeviren: Elif Öztarhan, Nihat Ülner
Kabalcı Yayınevi;
İstanbul, 2010
390 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir