Aynadaki Yüz: Winnicott’un Terapide “Görülmek” Felsefesi
“İyileşmedim ama ilk kez biri beni gördü.”
Bu cümle, modern psikoterapinin entelektüel çözüm üretme telaşının ötesinde, insanı temel bir yere — “görülmeye” — çağırır. Donald Winnicott’un annelik ve terapi işlevi üzerine geliştirdiği düşünceler, terapötik ilişkinin kalbindeki en incelikli soruya yönelir: Terapist, hastaya onu nasıl geri verir?
1. Annenin Yüzü: İlk Ayna, İlk Tanıklık
Winnicott’a göre bebek, önce annenin yüzünde, sonra fiziksel aynada, en sonunda ise kendi iç dünyasında “kim olduğunu” öğrenir. Annenin yüzü yalnızca bir yansıtıcı değil, aynı zamanda bir tanıklık yüzeyidir.
Bir anne, bebeğin duygusunu doğru biçimde yansıttığında, bebek içinden geçen duygunun “gerçek” ve “anlamlı” olduğunu hisseder.
➡️ Terapide bu süreç yeniden kurulur.
Hasta, kendisini getirmiştir: parçalanmış, suskun, unutulmuş. Terapistin yüzünde ise yeniden karşılanma, yeniden duyulma ihtimali vardır.
2. Psikoterapi Bir Yorum Değil, Bir Tutmadır
Winnicott burada radikal bir ayrım yapar:
“Psikoterapi zekice yorum yapmak değildir. Hasta kendisini getirmiştir. Senin görevin, ona onu geri vermektir.”
Bu geri verme süreci bir çözüm sunmakla değil, hastanın getirdiği duyguları anlamak, onların içinde kalmak ve kelimesiz bir aynalama yaratmakla ilgilidir.
➡️ Bir annenin “Sen üzgünsün” demesi gibi…
Ama bu sadece kelime değil, içerisi dolu bir deneyimdir. Terapist aynı zamanda “ben buradayım ve seni tutuyorum” der.
3. Terapist: Zihinsel Aynanın Taşıyıcısı
Winnicott’un “holding” (tutma) kavramı burada kilit rol oynar.
Terapist, annenin psikolojik işlevini bilinçli bir düzeyde devralır. Ama bu aynalama nötr değildir. Terapistin yüzü kaygı, arzu, korku gibi aktarımlarla dolu olabilir.
İşte burada etik duruş devreye girer:
Terapist hem duygusal olarak etkilenir hem de bunun altında ezilmeden, hastayı kendi duygu yükleriyle dehşete boğmadan orada kalabilir.
➡️ Bu, sadece empatik değil, aynı zamanda güvenli bir başkalık yaratır. Yani kişi savunmasız bir halde bile var olabilir.
4. Gerçek Olmak, Var Olmanın Ötesindedir
“Kendini gerçek hissetmek, var olmaktan ötedir.”
Bu söz, terapinin en derin amacını özetler. Sadece nefes almak ya da konuşmak değil, “kendi gibi var olabilmek” asıl iyileştirici şeydir.
Kendilik olarak olmak, yani bir rol oynamadan, bir kimliğe yapışmadan, gevşeyerek ilişki kurmak — işte Winnicott’un terapi odasında yaratılmasını önerdiği alan budur.
5. Psikoterapötik Tatmin: Görülmek, Tanınmak, Tutulmak
Bazı hastalar “iyileşmez.” Ama ilk kez görüldükleri için minnettardırlar.
Terapist, annenin zamanında sağlayamadığı tanıklığı sunar.
Ve bu tanıklık, bireyin gerçek benliğini yeniden bulmasına dair ilk kıvılcımdır.
➡️ Terapi, bir “çözüm” değil, bir “tanınma” alanıdır.
Sonuç: Terapist, Duygusal Aynanın Emekçisidir
Bir bebeğin annenin yüzünde kendisini görmesi gibi, danışan da terapistin varoluşunda kendini bulur. Bu süreç kelimelerin ötesindedir. Zeki analizler değil, sabırla sürdürülen duygusal aynalama iyileştirici olandır.
Ve bazen sadece şunu duymak yeterlidir:
“Ben buradayım. Seni duyuyorum. Olduğun halinle varsın.”