Ben’in Doğuşu: Yalnız Bireylerin Kapana Kısılmış Gerçekliği
Bugün, kendimizi tekil, soyut bireyler ve sınırları çizilmiş bir “Ben” kimliğine sahip olarak görmek bize son derece doğal geliyor. Oysa Julian Bierwirth, “Die Geburt des Ich” (Ben’in Doğuşu) adlı makalesinde, bu varoluş biçiminin evrensel bir insanlık durumu olmadığını, aksine modern, meta üreten toplumun tarihi bir sonucu olduğunu iddia ediyor. Peki, modern “Ben” kimliği nasıl ortaya çıktı ve bu kimlik bizi nasıl bir paradoksun içine hapsediyor?
1. Kapitalizmin Kutsal Kodu: Ben ve Nesne
Kapitalist toplumda birey, kendine ve başkalarına nesne olarak davranmak zorundadır. Artık insanlar, kendi aralarındaki ilişkileri doğrudan değil, ürettikleri mallar aracılığıyla kurar. Bu, toplumsal ilişkilerin “şeyleşmesi” ya da “nesneleşmesi” dediğimiz, kapitalizme özgü bir olgudur. Birey, sadece kendi özel çıkarını gözeterek hareket eden bir “homo oeconomicus” (ekonomik insan) olarak tanımlanır ve diğer insanlar da onun için bu özel çıkarlarını gerçekleştireceği birer nesneye dönüşür.
- Günlük Yaşamdan Bir Örnek: Bir iş başvurusunda bulunduğunuzda, işveren için kişiliğiniz, yetenekleriniz ve duygularınız bir bütün olarak değil, yalnızca o pozisyonun gerekliliklerini ne kadar karşıladığınızla ilgilidir. Sizin “Ben”iniz, o pozisyonun beklentileri için bir araç haline gelir. Bu durum, kişisel özelliklerimizin birer metaya dönüşmesinin en temel örneğidir.
2. Özgürlük ve Korku: Modern İkilemin Temeli
Modernite, insanları feodal bağlardan ve geleneksel hiyerarşilerden “özgürleştirmiştir”6. Ancak bu özgürlük, iki ucu keskin bir kılıç gibidir. Bir yandan, birey sınırsız olanaklara sahip olabilir, ki bu durum paranın her şeyi satın alma gücünde somutlaşır. Öte yandan, bu özgürlük, bireyi geleneksel sosyal güvenlik ağlarından da koparır.
Bu kopuş, modern bireyi derin bir korku ve yalnızlık duygusuna mahkum eder. Birey, artık hayatını kendi başına, sürekli rekabet halinde olduğu diğer bireylere karşı garanti altına almak zorundadır. Bu yeni özgürlük, “derin bir güvensizlik, güçsüzlük, şüphe, terk edilmişlik ve anksiyete hissi” yaratmıştır.
3. Her Şeye Gücü Yetme ve Güçsüzlük Paradoksu
Modern birey, iki zıt duygu arasında gidip gelir:
her şeye gücü yetme ve güçsüzlük.
- Her Şeye Gücü Yetme: Para, soyut toplumsal zenginliğe sınırsız erişim vaat ettiği için, bireyde bir “her şeye gücü yetme hissi” yaratır. Bu, Marx’ın dediği gibi, paranın niteliksel sınırsızlığıyla, yani her şeye dönüşme potansiyeliyle ilgili bir durumdur.
- Güçsüzlük: Ancak, birey sürekli olarak sermayenin birikim süreçlerinin engelleriyle karşılaşır ve bu süreçlerin kontrolü dışındadır. Bu, onu mutlak bir güçsüzlük hissine iter.
Birey, kendi hayatını kontrol ettiğini düşünürken, aslında kapitalist çarkın nesnel yasalarına tabi olmanın yarattığı bu psikolojik gelgitler arasında bocalayıp durur.
4. Kimlik Krizinin Kaynağı: Post-Modern Çalkantı
Klasik modernitede, kimlik sabit ve hayat boyu süren bir proje olarak görülüyordu. İş, evlilik, din veya ulusal kimlik gibi unsurlar, bireyin hayatına bir bağlam sağlıyordu. Ancak post-modernite ile birlikte bu kimlik çabaları krize girmiştir. Artık iş, din, hatta cinsel kimlik bile sürekli olarak değiştirilebilir, “esnek” ve durumsal hale gelmiştir.
Bu durum, sürekli kendini yeniden tanımlama ve “kendini pazarlama” zorunluluğu yaratır. Birey, bu çalkantılı dünyada kimliğini bir arada tutmak için muazzam bir çaba sarf eder, ancak bu sürekli değişim, kimliğini birbiriyle tutarsız, parçalı kimliklerin bir koleksiyonuna dönüştürür. Bu da, modern bireyin içsel dünyasında derin bir boşluk ve güvensizlik hissi yaratır.
5. Ötekileştirme: Kendi Kimliğini Korumak İçin Bir Savunma Mekanizması
“Ben” kimliği, sadece kendi içinde inşa edilmez; aynı zamanda “öteki”ni yaratarak kendini korur. Kendi içindeki rasyonel olmayan, bastırılmış unsurları başkalarına yansıtır. Böylece, “kadınlar,” “siyahiler” veya “ekonomik çevrelerden gelen insanlar” gibi gruplar “doğaya yakın” ve “akıl yürütme yeteneğinden yoksun” olarak görülür ve bu durum, onların baskı altına alınmasını meşrulaştırır. Bu “ötekileştirme” mekanizması, modern bireyin kendi kimliğinin kırılganlığını korumak için kullandığı acımasız bir yöntemdir.
Sonuç olarak, modern bireyin “Ben”i, özgürlük adı altında terk edilmişliğin, başarı adı altında sürekli bir rekabetin ve kimlik adı altında sürekli bir parçalanmanın sonucudur. Tüm bu çalkantılar, bizi kendi içimize hapsetmiştir. Peki, bu yalnızlık ve belirsizlik döngüsünü kırmak için, bu “Ben”i aşmak, hatta öldürmek mi gerekir?