Beyaz Önlüğün Altındaki Vahşet: Avustralyalı Âlimlerin O Pek Kara Defteri
Yazan: Jungish
Azizim,
Size daha evvel, bu “bilim” denilen pek muteberin, yeri geldiğinde nasıl bir canavara dönüşebildiğini, o Almanların, o Amerikalıların marifetlerini bir bir anlatmıştım. Lakin sanmayın ki bu vicdan kararması, bu insanı kobay faresi yerine koyma illeti sadece onlara mahsus. Meğer bu mikrop, dünyanın öbür ucuna, o kangurularıyla meşhur, o pek medeni geçinen Avustralya kıtasına bile sıçramış!
Geçen gün elime geçen bir ecnebi yazısında, 1920’li, 30’lu yıllarda, Adelaide şehrindeki o koca üniversitenin pek akıllı profesörlerinin yaptığı kepazelikleri okudum da, bir kez daha insanlığımdan utandım.
“Bilimsel Irkçılık” Denen O Süslü Vahşet
Şimdi efendim, bu Avustralya denilen diyarın asıl sahipleri, Aborijin denilen o esmer, o tabiatla iç içe yaşayan yerli ahalidir. Lakin sonradan gelen o beyaz efendiler, bu insanları her daim kendilerinden aşağı, bir nevi “yarı insan” olarak görmüşler. İşte o üniversitenin pek okumuş âlimleri de, bu aşağılığı “bilimsel” olarak ispat etme gibi pek bir ahlaksız meraka kapılmışlar.
Peki, ne yapmışlar dersiniz?
Toplamışlar bu zavallı, savunmasız yerlileri… Güya “araştırma” yapacaklarmış!
- Acı Testi: Tutmuşlar, bu insanların canını türlü şekillerde yakarak, onların acıya bizim gibi mi, yoksa daha mı az tepki verdiklerini ölçmeye kalkmışlar! Düşünün o alçaklığı! Bir insanın acı feryadını, bilimsel bir veri diye defterine not etmek… Bu, hekimlik değil, düpedüz işkencecilik sanatıdır! Sanki “Acaba bu mahlukun canı var mı, yok mu?” diye merak eden bir çocuğun, bir kedinin kuyruğunu çekmesinden ne farkı var?
- Kasap Usulü Ölçüm: Bununla da kalmamışlar. Bu zavallı insanları çırılçıplak soyup, bir kasabın eti ölçtüğü gibi, kollarını, bacaklarını, kafataslarını pergel cetvel ile ölçüp biçmişler. Zorla, iğneyle damarlarından kanlarını almışlar. Niçin? Sırf kendi o çarpık, o ırkçı nazariyelerini ispatlamak için! “Bakın,” diyeceklerdi, “bunların kafatası bizimkinden küçük, kanları bizimkinden bozuk, demek ki bunlar bizden aşağı bir ırk!”
Bu, efendim, bilim değil, düpedüz bir aşağılama ayinidir. Bir insanı, ruhu olan, onuru olan bir varlık olarak değil de, ölçülüp biçilecek bir hayvan leşi gibi görmektir.
Seksen Sene Sonra Gelen O Mahcup “Pardon”
Sonra ne olmuş, bilir misiniz? Aradan geçmiş seksen koca sene… O deneyleri yapanlar da, o deneylere maruz kalan zavallılar da toprağın altına girmiş. 2002 senesinde, o koca üniversitenin yeni reisi çıkmış, pek bir mahcup, pek bir ezik bir edayla, bir beyanat vermiş. Demiş ki: “Vaktiyle yapılan o deneyler aşağılayıcı ve bazı durumlarda barbardı.” Sonra da o yerli ahaliye resmi bir özür dilemiş.
Seksen sene sonra gelen bir “pardon” lafı! İnsanın güleceği mi gelir, ağlayacağı mı, şaşırır kalır. Seksen sene sonra gelen bir özür, o çekilen acıları, o zorla alınan kanı, o ayaklar altına alınan insanlık onurunu geri getirir mi, bre efendi?
Velhasıl kelam, bu kıssadan çıkan hisse odur ki, bilim denilen şey, vicdan ve merhamet pusulasından şaştı mı, en vahşi, en barbar içgüdülerin en tehlikeli hizmetkârı oluverir. O bembeyaz önlükler, bazen en kara, en kirli ruhları saklamak için en münasip örtüdür. Bir insanı, renginden, dilinden, soyundan dolayı “aşağı” görmeye başladığınız an, bilin ki medeniyetten barbarlığa giden o kaygan yola ilk adımı atmışsınız demektir.


