“Bilinçdışı” Nedir ve Beyinde Nerede Konumlanmıştır? Mark Solms’tan Çığır Açan Bir Nöropsikanalitik Bakış
Psikanaliz ve nörobilim arasındaki köprüyü kuran en önemli isimlerden biri olan Mark Solms‘un “What is ‘the unconscious,’ and where is it located in the brain?” başlıklı makalesi üzerine kritik bir blog yazısı paylaşmak istiyorum. Bu makale, Freud’un teorilerine meydan okurken, aynı zamanda onları modern bilimsel kanıtlarla güçlendiriyor ve insan zihnine dair anlayışımızı temelden sarsıyor.
Freud’un Büyük Yanılgısı ve Bilincin Gerçek Kaynağı
Solms’un makalesinin ana savlarından biri, Freud’un temel zihin modelindeki “büyük hatası” olduğu iddiasıdır. Freud, bilinçdışı olan “İd”i, bilincin ise esasen dış dünyadan gelen algılarla oluşan ve beynin en dış tabakası olan kortekste yerleşen “algısal bilinç” olarak tanımlamıştır. Ona göre, psikanalizin amacı, bilinçdışı İd içeriklerini korteksteki bilinçli temsillerle (özellikle kelimelerle) bağlantı kurarak “düşünülebilir” hale getirmekti.
Ancak Solms, bu görüşün temelden yanlış olduğunu vurguluyor. 1940’larda Moruzzi ve Magoun’un yaptığı deneylere dayanarak, bilincin kortekste değil, beynin en iç kısmında, üst beyin sapında yer alan “genişletilmiş retikülotalamik aktive edici sistem (ERTAS)” denilen bölgede üretildiğini belirtiyor. Penfield ve Jasper’ın insanlardaki gözlemleri de bunu destekliyor: Bilinç kaybı, ancak epileptik aktivite ERTAS’a yayıldığında gerçekleşir.
Buradaki devrim niteliğindeki iddia şudur: Bilinç, dışarıdan duyular yoluyla “içeri akmaz.” O, beynin içsel (endojen) bir özelliğidir. Ve daha da önemlisi, bilincin temelini oluşturan şey algı değil, “uyanıklık” (arousal)ve ERTAS’ın ürettiği “duygular” (affects)‘dır. Yani bilincin öznesi, her şeyden önce duygusal bir öznedir.
Ego’nun Bilinçdışı Doğası ve İd’in Bilinçli Gücü
Solms, günümüz bilişsel sinirbiliminde, algının ve tüm bilişsel süreçlerin (algıların hafıza izlerinden türeyen) aslında kendi başlarına bilinçdışı olduğunun genel olarak kabul edildiğini belirtiyor. Bu, Freud’un “Ego” olarak adlandırdığı veya Ego’nun işlevlerini yerine getiren beyin kısmının içsel olarak bilinçdışı olduğu anlamına gelir. Solms’a göre, Ego’nun işlevleri ancak İd tarafından aktive edildiğinde bilinçli hale gelir.
Bu, Freud’un orijinal modeline tamamen ters bir dönüşüm:
- Klasik Freud: İd bilinçdışı, Ego bilinçlidir ve bilinçdışını aydınlatır.
- Solms’un Revizyonu: İd bilinçlidir (bilincin kaynağıdır), Ego bilinçdışıdır ve sadece İd’in aktivasyonuyla bilinçli olur.
Bu iddia, duyguların kortekste “kaydedilmeden” veya “etiketlenmeden” önce bilinçli hale geldiği fikrini güçlü bir şekilde savunuyor. Dekortike hayvanların veya korteksi olmayan çocukların bile duygusal tepkiler göstermesi, duygusal bilincin korteksten bağımsız, beyin sapı kaynaklı olduğunu kanıtlıyor.
“Bilinçdışı” Nerede Saklı? Bilişsel ve Dinamik Bilinçdışı Ayrımı
Solms, Freud’un “bilinçöncesi” sistemini kortekste konumlandırırken, asıl “bilinçdışı” sistemini korteks altında yer alan, “beyanın mümkün olmadığı” (nondeclarative) hafıza sistemlerinde (başta bazal gangliyonlar ve beyincik olmak üzere) yerleştiriyor. Bu sistemler, “bilişsel bilinçdışı” olarak bilinen şeyi oluşturur.
Ancak, psikanalistlerin asıl ilgilendiği “dinamik bilinçdışı” (bastırılmış) ile bilişsel bilinçdışı arasında bir fark olduğunu belirtiyor. Solms’a göre, Freud’un en büyük hatası, bastırılmışın İd’in bir parçası olduğunu düşünmesiydi. Solms ise, bastırılmışın bilişsel (temsili) süreçlerden, yani öğrenmeden kaynaklandığını; İd’in ise duygusal (temsili olmayan) süreçlerden ve doğuştan geldiğini savunuyor.
Dinamik bilinçdışı (bastırılmış) ise şurada yer alıyor: Ego’nun sorunlarla başa çıkamadığı, İd taleplerini karşılayamadığı durumlarda (özellikle çocuklukta), en iyi “çocukça tahmini” otomatikleştirmek zorunda kalmasıyla ortaya çıkar. Bu otomatizasyon, sorunu gerçekten çözmediği için “meşru olmayan” veya “erken” otomatizasyondur. Bastırma, bu tahminin doğruymuş gibi kabul edilmesiyle, yeniden konsolidasyona (çalışma belleğinde yeniden düşünülmeye) karşı dirençli hale gelmesiyle oluşur.
Bastırılmışın Geri Dönüşü: Duyguların Yeniden Yüzeye Çıkması
Solms, Freud’dan farklı olarak, bastırılmışın kendisinin asla geri dönmediğine inanıyor. Geri dönen şeyin, bastırılmış tahminin düzenleyemediği duygular olduğunu söylüyor. Hastaların analizde Oedipal çabalarını hatırlamamalarının nedeni budur; çünkü bunlar beyan edilemeyen (nondeclarative), yani düşünülemeyen ve kalıcı olarak bilinçdışı olan hafızalardır.
Bu, aktarımın psikanalitik tedavide neden bu kadar önemli olduğunu açıklıyor. Hastalar bastırılmışı yeniden düşünemezler, ancak bastırılmışın şimdiki zamandaki türevlerini (tekrarlayıcı davranışlar, güncel deneyimlerin kortikal temsilleri) yeniden düşünebilirler. Bu türevler, çalışma belleğine girerek analizde ele alınabilir ve ilgili duygularla yeniden bağlantı kurulabilir. Böylece, yetişkin bir beyinle (ve analistin yardımıyla) daha gerçekçi ve uyumlu eylem planları geliştirilebilir.
Terapinin Değişen Amacı: Duyguyu Anlamak, Tahminleri Düzeltmek
Solms’un perspektifine göre, hastalar terapiste “bilinçdışı olduğum bir şey var, bana söyler misiniz?” diye gelmezler. Aksine, “Doktor, bu [çok da bilinçli] istenmeyen hissim var; lütfen onu benden alın” derler. Bu, terapinin ana odağını, bilinçdışı içeriği açığa çıkarmaktan, hastaların istenmeyen duygularını anlamalarına yardımcı olmaya kaydırıyor. Amaç, bu duygulara neden olan hatalı, bilinçdışı ve bastırılmış tahminleri(kişinin ihtiyaçlarını karşılamada geçersiz olanları) yeniden bilinçli hale getirmektir.
Bu, zorlu bir süreçtir çünkü beyan edilemeyen hafızalar doğrudan geri getirilemez. Yalnızca aktarımda tekrar eden türevler aracılığıyla bu tahminler yeniden ele alınabilir. Yeni ve daha iyi tahminler oluşturulduğunda, bunlar eskilerinin yerine geçerek semptomlarda iyileşme sağlar; hatta tedavi bittikten sonra bile “uyuyan etki” olarak bilinen devam eden düzelme görülür.
Sonuç: Psikanaliz ve Nörobilimin Kaçınılmaz Kesişimi
Solms, psikanalizin kendi başına önemli olmadığını, ancak önemli bir şey hakkında olduğunu vurguluyor: “Bizi harekete geçiren şey nedir?” Bu soru, yalnızca psikanalizin değil, insan zihnini anlamaya çalışan tüm disiplinlerin ortak alanıdır.
Makale, psikanalizin duyguların biliş üzerindeki “zorlayıcı etkisini” ve bastırılmış bilinçdışının varlığını kabul etmesinin önemini koruduğunu gösteriyor. Solms’un bu cüretkar ama kanıta dayalı revizyonları, psikanalizin modern nörobilimle entegre olarak, insan zihninin işleyişini anlama ve ruhsal acıyı hafifletme yolunda nasıl ilerleyebileceğine dair güçlü bir vizyon sunuyor. Bu, psikanalizin geleceği için sadece bir kazanç değil, aynı zamanda zorunluluktur.
Kaynak : https://www.sas.upenn.edu/~cavitch/pdf-library/Solms_Unconscious.pdf