“Biz Niye Hep Yanlış Anlıyoruz Siyasileri?”
Çünkü anlamamız istenmiyor.
Çünkü karmaşık olanı basitleştirip, basit olanı karmaşık gösteren bir algı yönetimi çağındayız.
Rüşvetin adı sadakaya çevriliyor, lütuf diye pazarlanan şey aslında senin zaten hakkın olan yardım.
Şükür bekleniyor, çünkü hesap sormayı bilen bir yurttaş değil, minnet eden bir “tebaa” isteniyor.
Biz ise anlamak yerine “inandık”. Ve inanan, sorgulamaz.
Siyasiler yalnızca yönetmez, temsil eder. Ama biz yıllardır temsilin değil, temsiliyetin gösterisini izliyoruz.
Oy verdik, sandık başına gittik, sonra eve döndük—“vatandaşlık görevimizi” yerine getirdiğimize inandırıldık.
Ama siyaset, sandıktan sandığa hatırlanan bir tören değil; yaşamın her alanına sinen bir ilişkiler ağıdır.
Ve biz bu ağı çözümlemek yerine, iplerini boynumuza dolamayı seçtik.
Peki ya sorun bizde mi?
Evet.
Ama suç bizde değil.
Çünkü bu sistemin büyüsü, bizi sürekli yanlış anlamaya mahkûm ediyor.
Göstergelerle oynuyorlar:
Rüşveti “bağış”, torpili “yardım”, keyfi uygulamayı “takdir yetkisi” diye yeniden adlandırıyorlar.
Ve biz, kelimelerin üzerini örttüğü gerçeği görmeden, bu “hikâyeye” ortak oluyoruz.
Hiç düşündün mü neden bazı liderler ağzını açmadan bile “karizmatik” sayılıyor?
Çünkü artık hakikat değil, imaj yönetiliyor.
Gerçek değil, retorik pazarlanıyor.
Ve halk, sözün içeriğine değil, tonuna odaklanıyor.
Siyasetçinin ne dediğini değil, nasıl dediğini seviyoruz.
Bu yüzden çoğu zaman “yalana bile razı” oluyoruz, yeter ki güzel söylensin.
Siyaseti bir kurtarıcı-kitle ilişkisine dönüştürdük.
Çünkü bizi çocuklaştıran bir sistemde büyümek mümkün değil.
Liderleri “baba”, “reis”, “abi” gibi kelimelerle adlandırıyoruz—çünkü yurttaş değil, çocuk olmayı içselleştirdik.
Çocuk susar, çocuk boyun eğer, çocuk yalnızca sevilmek ister.
Ama artık büyüme vakti.
Anlamadığımızı değil, yanlış anladığımızı fark etmekle başlayacak bu büyüme.
Son söz:
Siyasiler gerçeği çarpıtıyor olabilir.
Ama bu çarpıtmayı mümkün kılan şey, bizim anlamaya değil, inanmakla yetinmeye olan meylimiz.
Artık “niye yanlış anladığımızı” sormak yetmez.
Nasıl doğru anlayacağımızı da konuşmak gerek
“Hakikat yorgunu bir halk, nasıl tekrar düşünmeye cesaret eder?”