Cansever’in Şiirinde Anlam Katmanları: Metafor, Alegori, Sembol ve Mitoloji Üzerine Bir İnceleme
Kapalıçarşı’nın Anlam Ağı: Birey mi, Toplum mu?
Edip Cansever’in “koskoca labirent” olarak nitelediği Kapalıçarşı, şiirinde çok katmanlı bir metafor olarak belirir. Bu imge, bireyin iç dünyasının karmaşık, çıkışı belirsiz koridorlarını mı temsil eder, yoksa modern toplumun kaotik, tüketim odaklı yapısını mı yansıtır? Kuramsal açıdan, Kapalıçarşı bireyin bilincindeki sonsuz döngüleri, bastırılmış arzuları ve anlamsızlık hissini simgeler; psişik bir harita gibi, insanın kendi varoluşsal krizleriyle yüzleştiği bir alan sunar. Öte yandan, tarihsel ve toplumsal bağlamda, Kapalıçarşı modernitenin çelişkilerini, bireyi yutan kalabalıkların ve kapitalist düzenin kaosunu resmeder. Cansever’in bu metaforu, Türkiye’nin modernleşme sürecindeki kültürel ve ekonomik dönüşümlerine de işaret eder; bu, antropolojik bir okuma sunar. Kapalıçarşı, bireysel ve toplumsal olanı iç içe geçirerek evrensel bir kaos anlatısına dönüşür, ancak Türkiye’nin özgün tarihsel dokusuyla da derinden bağlantılıdır.
Alegorik Yabancılaşma: Tragedyalar ve Çağrılmayan Yakup
Cansever’in “Tragedyalar” ve “Çağrılmayan Yakup” gibi eserleri, alegorik bir anlatıyla bireyin toplumsal yabancılaşmasını işler. Bu eserler, bireyi bir aktör gibi konumlandırır; ancak bu aktör, ne kendi varoluşunu ne de çevresini tam anlamıyla kavrayabilir. “Çağrılmayan Yakup”, felsefi ve etik bir sorgulama sunar: Yakup, toplumun ona biçtiği rolleri reddeden, ama bu reddedişle yalnızlaşan bir figürdür. Alegori, bireyin modern dünyada anlam arayışını ve bu arayışın kaçınılmaz başarısızlığını evrensel bir düzlemde işler; ancak Yakup’un adı, İbrahimi dinlerdeki mitolojik yankılarıyla, Türkiye’nin kültürel ve dinsel mirasına da bağlanır. Politik psikoloji açısından, bu alegoriler bireyin toplumun dayattığı normlarla çatışmasını ve bu çatışmanın içsel bir yıkıma yol açmasını resmeder. Evrensel bir yabancılaşma teması, Türkiye’nin modernleşme sancılarıyla kesişerek yerel bir renk kazanır; bu, Cansever’in alegorilerini hem evrensel hem de yerele özgü kılar.
Göz ve Bakışın Sembolik Ağırlığı
Cansever’in şiirlerinde “göz” ve “bakış” imgeleri, bireyin kendini ve dünyayı algılayışındaki kırılganlığı ve derinliği sembolize eder. Göz, dilbilimsel ve sanatsal bir araç olarak, hem gören hem de görülen olmayı ifade eder; bu, bireyin hem özne hem nesne olduğu bir varoluşsal ikilemi yansıtır. Sembolik düzlemde, göz, hakikati arayan ama çoğu zaman yalnızca kendi öznelliğiyle sınırlı kalan bir bilinci temsil eder. Mitolojik bağlamda, bu imge, örneğin Tiresias’ın kehanetçi bakışıyla ilişkilendirilebilir; ancak Cansever’in gözü, mitolojik bir kehanetten ziyade, modern insanın kendi gerçekliğini sorgulayan, kırılgan bir merceği andırır. Felsefi açıdan, bu imgeler, bireyin dünyayı anlamlandırma çabasının hem umut hem de çaresizlik barındırdığını gösterir. Cansever’in göz ve bakış imgeleri, evrensel bir “görme” arzusunu taşırken, bireyin kendi içsel çelişkileriyle de sınırlıdır.
Mitolojik Arketipler ve Varoluşsal Arayış
Cansever’in şiirlerindeki bireysel bunalım ve arayış temaları, mitolojik arketiplerle güçlü bağlar kurar. Sisifos’un anlamsızca taşı yuvarlaması, Cansever’in bireyinin bitmeyen anlam arayışıyla örtüşür; her iki figür de absürt bir varoluşun pençesinde mücadele eder. Prometheus’un tanrılara başkaldırısı ise, Cansever’in şiirlerinde bireyin toplumsal normlara ve otoriteye karşı sessiz isyanını anımsatır. Bu arketipler, şiirine evrensel bir boyut katar; çünkü Sisifos ve Prometheus, insanlığın ortak mirasında, anlam ve özgürlük arayışının sembolleridir. Ancak, Cansever’in bu temaları işleyişi, Türkiye’nin tarihsel ve kültürel bağlamıyla da yoğrulur; modernleşme, kentleşme ve bireyselleşme süreçlerinin birey üzerindeki baskısı, onun şiirinde mitolojik bir evrenselliği yerel bir acıyla harmanlar. Antropolojik açıdan, bu arketipler, insanın evrensel sorularına yanıt ararken, Cansever’in Türkiye’sinin özgün sancılarını da taşır.