Cezasızlık: Ötekine Yönelik Bir Cezalandırma Biçimi Olarak Politik-Psikolojik Bir Okuma Bölüm 1
Türkiye’de sıkça duyduğumuz bir kelime: cezasızlık. Failin işlediği suçun yaptırımsız kalması, davaların sürüncemede bırakılması, dosyaların zamanaşımına uğraması ya da hukukun seçici bir şekilde uygulanması… Çoğu zaman bu, “failin korunması” olarak görülür. Ancak psikodinamik bir perspektiften bakıldığında cezasızlık yalnızca bir boşluk değildir; ötekine yöneltilmiş, sessiz ama derin bir cezalandırma biçimidir.
İkinci Travma: Adaletin Yokluğu
Psikanalitik literatür, travmanın yalnızca bir olayın kendisiyle sınırlı olmadığını, olayın nasıl karşılandığıyla da ilgili olduğunu vurgular. Winnicott’un (1965) “nesnenin yokluğu” kavramıyla açıkladığı gibi, bireyin ihtiyaç duyduğu yanıt verilmediğinde yaralanma katmerlenir. Türkiye’de kadın cinayetlerinde, iş cinayetlerinde, faili meçhul siyasi davalarda mağdurların ya da ailelerin yaşadığı şey budur: suçun kendisi kadar, adaletin yokluğu da yaralar. Bu yüzden cezasızlık, mağdura ikinci bir travma yaşatır.
Sadistik Mesaj: Güçlü Olan Haklıdır
Cezasızlık, mağduru değersizleştirir ve failin üstünlüğünü pekiştirir. Psikodinamik açıdan bu, sadistik bir dinamiğe karşılık gelir. “Sana yapılan şeyin hiçbir karşılığı yok, çünkü sen önemsizsin” mesajı bilinçdışı düzeyde mağdura iletilir. Bu durum sadece bireyi değil, toplumu da etkiler: kolektif bilinçdışında “güçlü olan istediğini yapar” inancı yerleşir.
Türkiye’de iş cinayetlerinin “kader” söylemiyle geçiştirilmesi, çevre suçlarının şirket çıkarlarına feda edilmesi, ya da siyasi davalardaki zamanaşımı örnekleri, bu sadistik mesajın toplumsal boyutunu gözler önüne serer.
Kolektif Travma ve Öğrenilmiş Çaresizlik
Seligman’ın (1975) “öğrenilmiş çaresizlik” kavramı burada yol göstericidir. Bir toplumda cezasızlık kültürü egemen olduğunda, bireyler hak arama yollarının anlamsız olduğuna inanmaya başlar. Bu inanç, politik pasifleşmeye, toplumsal kutuplaşmaya ve güvensizliğe zemin hazırlar. Yani cezasızlık yalnızca geçmiş suçları görünmez kılmaz, gelecekteki suçlara da kapı aralar.
Bastırılanın Dönüşü: Toplumsal Bellek
Freud’un “tekrar zorlantısı” kavramı, cezasızlığın toplumsal boyutunu açıklamaya yardımcı olur. Bastırılan suçlar – faili meçhuller, işkenceler, adaletin ertelendiği tüm dosyalar – toplumsal bellekte hayalet gibi dolaşır. Bastırılanın geri dönüşü, paranoya, komplo teorileri, “gizli düşman” arayışları ve toplumsal bölünmeler şeklinde karşımıza çıkar. Böylece cezasızlık, yalnızca geçmişin değil, bugünün ve geleceğin ruhsal iklimini de belirler.
Sonuç: Adalet Bir Ruh Sağlığı Meselesidir
Cezasızlık, faile verilmiş bir imtiyaz değil; mağdura ve topluma dayatılmış bir cezadır. Bu nedenle cezasızlıkla mücadele, yalnızca hukuk reformu değil, aynı zamanda bir ruh sağlığı meselesidir. Adalet, yalnızca yasaların işlemesi değil, toplumun kolektif ruhsal bütünlüğünün de korunmasıdır.
Adaletin olmadığı yerde yalnızca mağdurlar değil, bütün bir toplum cezalandırılır.
Kaynakça
- Freud, S. (1920). Beyond the Pleasure Principle.
- Winnicott, D. W. (1965). The Maturational Processes and the Facilitating Environment.
- Seligman, M. (1975). Helplessness: On Depression, Development, and Death.
- Arendt, H. (1963). Eichmann in Jerusalem: A Report on the Banality of Evil.


