Depolitize Edilen Hâl: Sıkıntının Kökeni Olarak Politik Boşluk
“Depolitize edilen hâl sıkıntı,” ifadesi, bireyin yaşadığı sıkıntı, anlamsızlık, umutsuzluk veya çaresizlik gibi duygusal durumların, aslında politik ve toplumsal kökenleri olmasına rağmen, sadece bireysel bir psikolojik sorun olarak algılanması ve ele alınması durumunu anlatır. Bu, özellikle modern toplumlarda yaygın olan ve bireyleri pasifleştiren bir eğilimi işaret eder.
Ne Demektir “Depolitize Edilen Hâl Sıkıntı”?
Bu kavram, aslında bir kişinin hissettiği bireysel sıkıntının (depresyon, kaygı, tükenmişlik, yabancılaşma, umutsuzluk vb.) kökeninde yatan politik, ekonomik ve sosyal yapısal sorunların göz ardı edilmesini ifade eder. Bu sıkıntılar, sanki kişinin sadece kendi iç dünyasıyla ilgili, siyasetten ve toplumsal düzenlemelerden bağımsız sorunlarmış gibi sunulur ve çoğunlukla bireysel terapi, ilaç veya kişisel gelişimle “tedavi” edilmeye çalışılır.
Özetle, depolitize edilen sıkıntı şudur:
- Problemin Bireyselleştirilmesi: Toplumsal eşitsizlikler, güvencesizlik, sömürü, adaletsizlik, ayrımcılık gibi sistemsel sorunların yol açtığı ruhsal sıkıntıların, bireyin kendi “hatası,” “yetersizliği” veya “psikolojik zaafı” olarak algılanması.
- Politik Alanın Göz Ardı Edilmesi: Bu sıkıntıların temelinde yatan güç ilişkileri, ekonomik politikalar, kültürel normlar veya devletin uygulamaları gibi politik etmenlerin bilinçli veya bilinçsizce dışarıda bırakılması.
- Semptomlara Odaklanma: Sorunun kök nedenine inmek yerine, sadece bireyin yaşadığı semptomları (üzüntü, öfke, kaygı) hafifletmeye yönelik çözümler sunulması (örn. “daha pozitif düşün,” “stresini yönet”).
- Pasifleşme: Bireyin, yaşadığı sıkıntının bir toplumsal mesele olduğunu fark etmesini ve bu duruma karşı kolektif bir taleple politik bir aktör olarak hareket etmesini engelleme.
Depolitize Edilmiş Sıkıntının Temel Nedenleri ve Sonuçları
- Neoliberal Politikalar ve Bireysel Sorumluluk Vurgusu:
- Neoliberal ekonomik ve politik modeller, bireysel sorumluluğu aşırı vurgular. “Kendi kaderinin mimarı ol,” “başarırsan senindir, başarısız olursan suçlusun” gibi söylemlerle, sistemsel başarısızlıklar bireye yüklenir.
- Örnek: İş bulamayan bir genç, işsizliğin yapısal nedenlerini (ekonomi politikaları, istihdam piyasasındaki daralma) sorgulamak yerine, kendini “yetersiz” veya “başarısız” hissederek depresyona girer. Ona “psikolog eşliğinde kendini motive etmesi” önerilir, oysa sorun daha geniş bir düzlemde ele alınmalıdır.
- Tüketim Kültürü ve Anlam Arayışı:
- Tüketim toplumu, bireylerin boşluklarını ve sıkıntılarını daha fazla satın alarak veya kişisel hazlara odaklanarak doldurmasını teşvik eder. Bu, derinlemesine anlam arayışını ve toplumsal bağları zayıflatır.
- Örnek: Yaptığı işten yabancılaşan, anlam bulamayan bir beyaz yakalı, hissettiği sıkıntıyı kariyer değiştirmek veya sistemin adaletsizliğini sorgulamak yerine, alışveriş yaparak, sürekli seyahat ederek veya popüler kültürdeki “mutluluk” reçetelerine uyarak gidermeye çalışır.
- Psikoloji Endüstrisinin Rolü:
- Modern psikoloji ve kişisel gelişim endüstrisi, bazen bu depolitizasyona istemeden de olsa katkıda bulunabilir. Her sorunu bireyin kendi içsel dinamiklerine indirgemek, toplumsal kökenleri göz ardı edebilir.
- Örnek: Bir çalışan, iş yerinde uzun saatler çalışmaktan ve düşük maaş almaktan kaynaklanan kronik stres yaşıyor. Psikolog ona “stres yönetimi teknikleri” ve “sınır koyma” becerileri öğretir. Bu yaklaşımlar faydalı olsa da, temel sorun olan iş yerindeki sömürü ve güç eşitsizlikleri politik bir konu olmaktan çıkarılıp bireyin “kişisel başa çıkma” sorununa dönüştürülür. Çalışanın sendikalaşma, toplu pazarlık gibi politik eylemler yapma potansiyeli göz ardı edilir.
- Kontrol Duygusu ve Politik Güçsüzlük:
- İnsanlar, politik ve sistemsel sorunların büyüklüğü karşısında kendilerini çaresiz hissedebilirler. Bu durumda, sorunları bireysel ve “kontrol edilebilir” bir alana çekmek, bir tür rahatlama sağlar.
- Örnek: İklim krizi gibi küresel bir tehdit karşısında hissedilen kaygının, sadece bireysel “ekolojik ayak izini küçültmeye” indirgenmesi ve büyük şirketlerin veya devletlerin sorumluluğunun arka plana atılması.
Sonuç: Politikleşmiş Sıkıntıya Doğru
“Depolitize edilen hâl sıkıntı,” bireysel acının toplumsal kökenlerini görmezden gelerek, kişinin kendini suçlamasına ve pasifleşmesine yol açan tehlikeli bir durumdur. Bu kısır döngüden çıkabilmek için, bireyin yaşadığı sıkıntıları sadece kişisel bir patoloji olarak değil, toplumsal yapının bir yansıması ve hatta bir eleştirisi olarak görmesi gerekir. Bu, sıkıntının politikleşmesi demektir.
Sıkıntıyı politikleştirmek, bireyin kendi deneyimlerini daha geniş toplumsal bağlamda değerlendirmesine, haksızlıkları ve eşitsizlikleri sorgulamasına ve nihayetinde bu sorunlara karşı kolektif eylemlilik geliştirmesine olanak tanır. Bu sayede, bireysel sıkıntı, toplumsal değişimin bir kıvılcımına dönüşebilir ve daha adil bir dünya için bir çağrı haline gelebilir.
Sizce bu “depolitize etme” eğilimi, içinde yaşadığımız toplumlarda yaygın mı? Eğer öyleyse, bu durumla nasıl başa çıkabiliriz?