Didem Madak: Melankoli ve Umut Arasındaki Denge İle Gelen Kutsal Sıradanlık
Madak’ın şiirlerinde melankoli, genellikle kayıp, yalnızlık ve çocukluğa duyulan özlemle şekillenir. Ancak bu melankoli, karanlık bir bataklık olmaktan çok, bir tür içsel arayışın zeminidir. Örneğin, Grapon Kâğıtları’nda günlük yaşamın sıradan nesneleri (çaydanlık, pulbiber, eski bir radyo) melankolik bir atmosferle yoğrulurken, aynı anda umudun küçük kıvılcımlarını taşır: bir fincanda demlenen çay, bir anı, bir gülüş.
Umut, Madak’ta büyük vaatler ya da romantik idealler şeklinde değil, kırık dökük anlarda, hayata tutunma çabasında belirir. Bu, onun şiirlerini bir nevi psişik diyalektik yapar: melankoli, ruhun ağırlığıdır; umut ise o ağırlığı taşıyabilme cesaretidir.Bu denge, varoluşsal bir gerilimi yansıtır.
Melankoli, Kierkegaard’ın “varoluşsal kaygı”sına benzer bir şekilde, insanın kendi sonluluğuyla yüzleşmesini temsil ederken, umut, Camus’nün Sisifos’unda olduğu gibi, absürd bir dünyada anlamsızlığa rağmen devam etme iradesidir. Madak, bu ikiliği, ne tam bir teslimiyet ne de sahte bir iyimserlik olarak sunar; onun umudu, kırılgan ama inatçı bir varoluşsal duruştur.
Madak’ın şiirleri, mitolojik kahramanların trajik ama dirençli ruhunu da yansıtır. Onun melankolisi, örneğin Orpheus’un Eurydice’yi kaybetmesinin ardından duyduğu sonsuz özlemle akrabadır. Orpheus, yeraltına inip sevdiğini geri getirme umudu taşırken, Madak da şiirlerinde kaybettiklerini (annesini, çocukluğunu) geri çağırır. Ancak bu çağırış, mitolojik bir zaferle değil, yarım kalmış bir vedayla sonuçlanır. Yine de Madak’ın şiirlerinde umut, Penelope’nin Odysseus’u beklerken dokuduğu sabır gibi, bir tür ritüel haline gelir. Ah’lar Ağacı’nda, ağaç imgesi, mitolojik Yggdrasil gibi hem hayatı hem ölümü barındırır; kökleri melankoliye uzanırken dalları umudun gökyüzüne değmeye çalışır.
Madak’ın şiirleri, mitolojik kahramanların trajedilerle dolu yolculuklarını anımsatır. Ancak onun kahramanları tanrılar ya da destansı figürler değil, sıradan insanlardır: bir mahalle bakkalı, bir anne, bir çocuk. Bu, mitolojinin epik ölçeğini gündelik yaşamın kırılganlığına indirger ve Madak’ın atmosferine hem evrensel hem de samimi bir doku katar.
Madak’ın melankolisi, Kafka’nın ‘Dava’ veya ‘Dönüşüm’deki gibi, bireyin anlamsız bir evrende kapana kısılmışlığıyla da örtüşür.Onun şiirlerinde, özellikle ‘Pulbiber Mahallesi’nde, mekânlar ve nesneler birer labirent gibi işler; sokaklar, odalar, hatta bir çay bardağı, varoluşsal bir ağırlık taşır. Bu Kafkaesk atmosfer, bireyin kendi kimliğiyle ve dünyayla uzlaşamama halini yansıtır. Ancak Madak, Kafka’nın umutsuzluğuna teslim olmaz. Onun umudu, Gregor Samsa’nın böcek haline dönüşse bile bir an için pencereden dışarı bakma isteğine benzer: küçük, kırılgan, ama dirençli bir an.Madak’ın Kafkaesk yaklaşımı, psişik bir boyutta da kendini gösterir. Şiirlerinde sıkça görülen “yetersizlik” hissi, Kafka’nın karakterlerinin bürokrasi ya da toplum karşısında duyduğu çaresizliğe paraleldir. Ancak Madak, bu çaresizliği şiirsel bir isyana dönüştürür. Örneğin, “Ben bir şiir yazıyorum, bu yüzden hayattayım” gibi bir dize, Kafkaesk bir varoluşsal krizin ortasında umudun poetik bir başkaldırısıdır.
Diğer yandan Madak şiiri, bireyin toplumla ve kendi iç dünyasıyla çatışmasını çiğ bir samimiyetle ele alarak yeraltı edebiyatının ruhunu da taşır. Onun melankolisi, toplumsal normlara uymayan, kırılgan ve öfkeli bir iç sesin yansımasıdır. Grapon Kâğıtları’nda, sıradan bir mahalle kadınının iç dünyası, yeraltı edebiyatının anti-kahramanlarına benzer bir şekilde, hem acınası hem de güçlü bir portre çizer. Bu, Madak’ın şiirlerine, toplumun kenarında yaşayanların sesini duyurma misyonu yükler.
Umut ise, yeraltı edebiyatının nihilist eğilimlerinden sıyrılarak, Madak’ın şiirlerinde bir tür “kendi kendine şefkat” olarak belirir. Bu, psişik bir iyileşme çabasıdır; sanki yeraltındaki bir figür, karanlıkta bir mum yakar. Örneğin, Madak’ın “Bana bir şey söyle, güzel olsun” dizesi, yeraltı edebiyatının karanlık sorgulamalarına bir yanıt gibidir: kaosa rağmen güzelliği arama arzusu.
Melankoli ve umut arasındaki bu denge, Madak’ın edebiyat atmosferine çok katmanlı bir zenginlik katar. Bu yönüyle, okuyucuyu kendi yaralarıyla yüzleşmeye davet ederken, aynı anda bir teselli ve varoluşun absürtlüğüne ve insanın bu absürtlük içindeki direncine dair bir meditasyon sunar.
Bütün bu unsurlarıyla, Madak’ın şiirleri, evrensel bir insanlık hikâyesini yerel ve samimi bir dille anlatır.Bu denge, Madak’ın atmosferini bir tür “kutsal sıradanlık” alanına dönüştürür. Onun şiirleri, ne tamamen karanlık ne de yapay bir şekilde aydınlıktır; aksine, gri bir alanda, insan ruhunun çelişkilerini kucaklar. Mitolojik kahramanların trajedisi, Kafkaesk kaygının labirenti ve yeraltı edebiyatının çiğ isyanı, Madak’ın şiirlerinde birleşerek, okuyucuya hem bir yara hem de bir merhem sunar. Bu, onun edebiyatını, yalnızca bir estetik deneyim olmaktan çıkarıp, varoluşsal bir karşılaşmaya dönüştürür.