“Direndiğimiz Şey Mi Güçlenir ? Yoksa Direne Direne mi Güçleniriz ?
James Hollis’in “Hayatın İkinci Yarısında Anlam Bulmak” adlı eserinden ve ilgili tartışmalarımızdan hareketle, “direndiğimiz şey güçlenir” ifadesinin psikolojik derinliklerini analiz etmek ve bu analizi stratejik önerilere dönüştürmek için buradayım. Bu ilke, Jungcu analitik psikolojinin temel taşlarından biri olup, bireysel gelişim ve yaşamın anlamı arayışında kritik bir rol oynamaktadır.
James Hollis, kitabında bireylerin bilinçdışı süreçlere ve geçmişten gelen kalıplara karşı gösterdikleri direncin, tam da bu direnç gösterilen şeyin hayatlarında daha da güçlenmesine ve ısrar etmesine yol açtığı fikrini vurgular. Bu durum, “Neye direnirsek, o ısrar eder” veya “Direndiğimiz şey güçlenir” şeklinde özetlenebilir.
Bu ilke, insan psikolojisinin karmaşık dinamiklerini anlamak için temel bir çerçeve sunar:
1. Bilinçdışının Gücü ve Kompleksler: Hollis’e göre, bilincinde olmadığımız şeyler bizi “sahip olur” ve günlük yaşamımızdaki seçimlerimizi etkiler. Bilinçdışı, bireyin hayatında büyük bir güce sahiptir ve genellikle seçimlerimizi üstü kapalı bir şekilde belirler. Geçmişteki travmalar ve kazanılmış “kompleksler” (tarihi olaylarla yüklü, kişiliğin parçaları) bilinçdışı bir şekilde tekrarlayıcı davranış kalıpları yaratır. Bir kompleks, tarihsel olaylarla yüklenmiş, kişiliğin bir parçasını oluşturan, bilinçdışında bir enerji kümesidir ve programlanmış bir yanıt ile örtük bir beklenti seti üretir. Bu kompleksler genellikle bilinçdışı olduğundan, onların varlığından ve gücünden habersiz olduğumuz sürece bizi yönetmeye devam ederler. Bir şeye direnmek, o şeyin bilinçdışında kalmasına ve dolayısıyla üzerimizdeki gücünü korumasına neden olur. Hollis’in de belirttiği gibi, “Bilmediğimiz şey bize gerçekten de zarar verir, başkalarına da zarar verir ve seçimlerimizi ruhun arzu ettiğinden çok farklı yönlere yönlendirme potansiyeline sahiptir”. Bilinçdışında olan, bizi ele geçirir.
2. Acıdan Kaçınma ve Anlam Arayışı: İnsanlar doğal olarak acıdan ve rahatsızlıktan kaçınma eğilimindedir. Ancak Hollis, acının ve semptomların (depresyon, kaygı vb.) sadece rahatsızlıklar olmadığını, aksine “psikeden gelen bir dost” olduğunu ileri sürer. Bu semptomlar, bireyin bilinçli yaşamının ruhun gündemiyle uyumsuz olduğunu gösterir ve kişiyi daha derin bir içsel sorgulamaya davet eder. Acı, bireyleşme ve bilincin genişlemesi için gerekli bir katalizördür; “ancak acıdan bilgelik gelir”. Acıyı inkar etmek, onu ilaçlarla bastırmak veya ondan kaçmak, ruhsal büyümeyi engeller ve hayatı yüzeysel hale getirir. Direnç gösterdiğimiz acı, bastırılmış bir enerji olarak daha da güçlenerek hayatımızda tekrar tekrar ortaya çıkar ve “Tedavi edilmeyen bir acı, daha sonra kendini farklı bir biçimde, muhtemelen semptom, rüya veya başka bir yansıtma olarak gösterecektir.”
- Depresyon: Depresyon, ruhun ego’nun anlamını yitirmiş gündemine karşı gösterdiği bir protestodur. Depresyonun altındaki anlamı sorgulamaktan kaçınmak, onun kalıcı olmasına yol açar. Hollis, depresyonun terapötik bir armağan olduğunu ve kişinin ruhunun arzusuna hizmet eden “büyüme gündemini” gizlediğini belirtir. Direnç, büyüme ve anlam arayışını engeller, böylece depresyon derinleşir.
- Kaygı ve Depresyon Seçimi: Kaygı, gelişimsel bir itici güçken, depresyon gerileyicidir. Kaygıdan kaçınmak, ruhun daha büyük bir yaşam çağrısına yanıt vermeyi engeller ve kişinin “çocukluk uykusunda” kalmasına neden olur. Kaygıyı kabul etmek ve onunla yüzleşmek, büyümek için gereklidir; ona direnmek ise depresyonun derinleşmesine yol açar.
3. Geçmişin Kalıplarının Tekrarı: Bireyler, özellikle çocukluk döneminde edindikleri “aşırı genelleme yanılgıları” ve adapte olma stratejileri nedeniyle geçmişin kalıplarını tekrar etme eğilimindedir. Çocukluktaki travmatik deneyimler (ezilmişlik, yetersizlik) sonucunda geliştirilen kaçınma, kontrol etme veya uyum sağlama (sempati gösterme) gibi tepkiler, yetişkinlikte de bilinçdışı olarak devam eder. Bu “pahalı hayaletler” veya “bölünmüş kişilikler”, farkında olunmadıkça kişiyi geçmişe hapseder ve “bizim farkında olmadığımız şey, bize hükmeder”. Kişi, bu kalıpları değiştirmek yerine onlara direndiğinde, onların hayatındaki etkisini daha da güçlendirmiş olur.
- Projeksiyonlar ve Aktarım: İlişkiler, “projeksiyon” (yansıtma) ve “aktarım” (transference) mekanizmalarıyla başlar. Kendi içsel eksikliklerimizi ve çocukluk gündemlerimizi partnerlerimize, kariyerimize veya çocuklarımıza yansıtırız. Bu yansıtmaların gerçeklikle uyumsuzluğu ortaya çıktığında (“projeksiyonun erozyonu”), kişi hayal kırıklığı, suçlama ve çatışma yaşar. Bu duruma direnmek, yansıtmaların geri çekilmesini ve kendi sorumluluğunun üstlenilmesini engeller, böylece tekrarlayan olumsuz ilişki kalıpları devam eder. “Kendimize ait olmayan şeyler, başkaları için korkunç bir yük haline gelir”.
4. Büyümeye Karşı Direnç: Ego, rahatlık, güvenlik ve öngörülebilirlik arayışındadır; oysa ruh anlam, mücadele ve “olma” (becoming) talep eder. Kişinin “büyümeye” karşı gösterdiği direnç, ego’nun tanıdık ve güvenli bulduğu sınırlı bakış açısına sıkıca tutunmasından kaynaklanır. Yetişkinlikte bile, çocukluktan kalma “izinsizlik” mesajları derinlemesine içselleştirilir ve bireyin kendi yolunu seçme kapasitesini engeller. Kişi bu izni “ele geçirmeli”, dışsal onay beklememelidir. Büyümeye direnmek, “ruhsal durgunluğa, hatta gerilemeye” yol açar. Hollis’e göre, “hayatın amacı mutluluk değil, anlamdır”. Büyümeyi ve anlamı bulmayı reddetmek, ruhun çağrısına direnmek anlamına gelir.
- Özgünlük ve Dürüstlük: Kişinin kendinden ve başkalarından çok şey saklama inancı, çocukluktaki yaralardan (güçsüzlük, yetersizlik) kaynaklanan gizlenme stratejilerini ifade eder. Gerçeği ifade etmeye ve kendini ortaya koymaya karşı direnç, kişisel dürüstlüğü ihlal eder ve ruhu kendi özünden uzaklaştırır. Bu direniş sürdükçe, kişi sürekli olarak “başkalarının senaryosunu” oynamaya devam eder.
5. Bağımlılıklar ve Kaçışlar: Bağımlılıklar, kaygıyı yönetme teknikleridir ve bireyin içsel sıkıntıyla yüzleşmekten kaçınma çabasıdır. Alkolden aşırı çalışmaya, yiyecekten sürekli haber tüketimine kadar pek çok davranış, yüzeydeki kaygıyı azaltma ve içsel acıyı hissetmeme arayışıdır. Ancak bu kaçışlar, sorunları çözmek yerine daha da derinleştirir ve kişiyi kısır bir döngüye sokar. Bağımlılıkları bırakmaya karşı direnç, altta yatan acıdan kaçınma isteğinden kaynaklanır. Bu direnç kırılmadıkça, bağımlılıklar kişinin hayatına hükmetmeye devam eder.
Sonuç ve Stratejik Öneri: Hollis’in bu derinlemesine analizi, “direndiğimiz şey güçlenir” ilkesinin, bireysel psikolojiden iş hayatına kadar geniş bir yelpazede geçerli olduğunu göstermektedir. Üst düzey liderlik ekiplerine stratejik tavsiyelerde bulunurken, bu psikolojik ilkenin hem bireysel hem de kurumsal bağlamdaki yansımalarını göz önünde bulundurmak önemlidir.
Kaynak : James Hollis Yaşamın İkinci Yarısında Anlam Arayışı