Freud’un Temel Yanılgısı: Oidipus Kompleksi Klinik Değil, Tiyatro Sahnesi Kanıtı mıydı?
Psikanalizin temel direği, hatta deyim yerindeyse “kilit taşı” olan bir kavram vardır: Oidipus Kompleksi. Çocukluk döneminde ebeveynlere yönelik arzu ve rekabet duygularını içeren bu teori, Freud tarafından tüm insanlık için evrensel bir çatışma olarak ilan edildi.
Freud’un Kanıtı: Sofokles’in Gücü
Freud, Oidipus kompleksini ilk kez kamuoyuna sunarken, teorisinin evrenselliğini desteklemek için neredeyse hiç klinik kanıt sunmadı. O dönemde, normal bireylerden ziyade nevrotik hastaların analizlerine dayanıyordu ve kendi öz-analizini doğrudan kanıt olarak kullanmak istemiyordu.
Peki, Freud neyi kanıt olarak kullandı?
Cevap, Sofokles’in Kral Oidipus trajedisinin hem Antik Atinalı hem de modern izleyiciler üzerindeki “iddia edilen evrensel etkisi” idi. Freud’un mantığı, özetle şuydu:
“Eğer Kral Oidipus günümüz izleyicisini eski Yunanlılar kadar derinden etkiliyorsa, bunun nedeni kader ve insan iradesi arasındaki çatışma olamaz. Çünkü bu tema, diğer trajedilerde (örneğin Grillparzer’in Die Ahnfrau‘sunda) başarısızdır. Öyleyse, bu eserin başarısı, temelindeki oğulun babayı öldürme ve anneyle birleşme dürtüsünün evrenselliğinde yatmaktadır.”
Makale, Freud’un burada mantıksal bir sıçrama yaptığını öne sürüyor. Freud, oyunun görünen temasını (kaderi) bir kenara atıp, başarının tek ve kaçınılmaz açıklamasının kendi psikolojik hipotezi olması gerektiği sonucuna varıyor.
19. Yüzyılın “Oidipus Manisi” 😲
Freud’un bu kadar emin konuşmasının arkasında yatan asıl sebep, teorinin objektif doğruluğu değil, 19. yüzyılın sonundaki tiyatro çılgınlığı idi.
Makale, Freud’un bu teoriyi formüle ettiği dönemde Avrupa’da yaşanan “Oidipus Manisi”ne dikkat çekiyor. Freud, bizzat Paris (1885-86) ve Viyana (1886) sahnelerinde bu oyunun gösterimlerini izledi.
Özellikle Fransız aktör Mounet-Sully‘nin Paris’teki performansı bir fenomendi. Mounet-Sully, klasik tragedya metnini alıp, onu sert melodramdan kurtararak yoğun bir psikolojik gerçekçilikle sahneledi. Oidipus’un öfkesini ve ıstırabını sıradan, “halkın diliyle” ifade etmesi, izleyicilerde o güne dek görülmemiş bir etki yarattı. İnsanlar, antik bir kahramanda kendi iç çatışmalarını görmüşlerdi.
Bu durum, Freud’un kendi hipotezini pekiştirdi: “Eğer bir Yunan trajedisi modern burjuva izleyiciyi bu denli derinden sarsabiliyorsa, bu sadece ve sadece bizim de içimizde sakladığımız o bastırılmış dürtüleri açığa çıkardığı içindir.”
Kuramın Temeli: Bir İzleyicinin Deneyimi
Richard Armstrong’un analizi, Freud’un kişisel, psikanaliz öncesi deneyiminin teorinin temeline yerleştiğini gösteriyor. Freud, Kral Oidipus‘u klinik bir belge olarak değil, kendisini derinden etkilemiş bir sanatsal performans olarak kullandı.
Bu, Oidipus Kompleksi’nin yanlış olduğu anlamına gelmiyor. Ancak makalenin ana fikri, teorinin evrensellik iddiasının temelinin sağlam bir bilimsel veri yerine, bir sanat eserinin çağdaş ve popüler başarısından yola çıkan öznel bir kanıya dayandığını gösteriyor.
Sonuç olarak, Freud, kendi ebeveynlerine yönelik kişisel hislerini evrenselleştirmek için, 19. yüzyılın tiyatro sahnesindeki büyük bir dramatik başarıya yaslanmıştır. Psikanalizin en büyük kuramı, Sophokles’in dehası ve Mounet-Sully’nin çarpıcı oyunculuğu sayesinde doğmuş olabilir.
Bu bağlamda akla şu soru geliyor: Bir teorinin evrenselliği, sadece güçlü bir sanatsal etki ile kanıtlanabilir mi?


