Gökdelen – J. G. Ballard “modern dünyada, kontrol mekanizması bozulursa, modern insandan geriye ne kalır?”

Her şeyin kontrol altında olmasının değişmez kural olduğu modern dünyada, kontrol mekanizması bozulursa birden, modern insandan geriye ne kalır?

Dış dünyadan izole, sakinlerinin tüm ihtiyaçlarını dışarı çıkmadan giderebilecekleri bir sisteme sahip, upuzun gökdelenlerden oluşan dev bir site dışarıdan nasıl görünür? Gazete ve televizyonlardaki lüks site reklamları gibi mi? Güvenli? Sıcak? Zengin? Huzurlu?

“Gökdelen”in hikâyesi tam da böyle bir dünyada başlıyor. Gökdelen sakinlerinin kalplerine yayılan küçük nefret tohumları, “üst, orta ve alt kattakiler” arasında giderek vahşileşen akıl almaz derecede şiddetli bir savaşa dönüşüyor. Kaosun merkezinde ise sitenin kalbi olan tüketim katedrali, dev bir alışveriş merkezi yer alıyor.

Sonrası Ballard’ın ağzından anlatılan bir modernizm masalı. Ve tüm modernizm masalları gibi, sonu iyi bitmiyor. Ballard’ın çizdiği distopik dünya korkutucu, şiddet dolu ama gerçek: Erk, yetki ve sahip olma arayışıyla, bu arayışın getirdiği kırgınlık ve kızgınlıklarla harmanlanmış bir tüketim kültürünün patlaması…

BASINDAN
Modern dünyaya tutulan ayna – Orhan Tüleylioğlu, antakyagazetesi.com 17.01.2018

1930’da Şanghay’da doğan İngiliz asıllı bilimkurgu yazarı James Graham Ballard, popüler bilimkurgunun sıradanlığına, klişeciliğine ve teknoloji hayranlığına bir tepki olarak gelişen, zengin bir dil, yoğun bir edebi üslup ve deneysel tarzlara yönelen “Yeni Dalga”nın öncülüğünü yaptı. Klasik bilimkurgunun eksenini oluşturan, dış uzaylara ve geleceğe yolculuk temalarının kendisini çekmediğini söyleyerek “iç uzaydaki gezintileri” inceledi, “asıl yabancı gezegen dünyamızdır” dedi ve “geleceğin şimdiden yaşandığını” vurguladı. Gerçeküstücülükten, sinemadan, psikanalizden etkilendi, bilim ve teknolojiye karşı eleştirel, hatta karşıt bir tutum sergiledi. Yapıtlarında toptan yıkım ve yokoluş temalarını işleyen yazar, bilimkurgu içinde, kendine özgü bir yer edindi.

“Cennette Bir Koşu”, “Milenyum İnsanları”, “Hayatın Mucizeleri”, “Çarpışma” gibi kitapları ülkemizde de beğeniyle okunan Ballard, “Gökdelen” adlı romanında, oldukça etkileyici çeşitlikte hizmetler sunan, kırk katlı ve bin daireli bir apartmana götürüyor bizi. Meta egemenliği ve tüketim kültürünü, ilginç bir kurgu ve dahiyane bir eğretileme yoluyla anlatıyor. Kötücül bir teknolojiye teslimiyetin en uç noktasını gözler önüne seriyor, okuru yine dehşete düşürüyor.

İmar projesindeki, birbirinin aynısı beş binadan biri ve bunların ilk tamamlanıp ilk ikamet edileni olan gökdelende, 10. katın tamamı, uçak gemisi pisti büyüklüğündeki bir meydana ayrılmıştır ve burada süpermarket, banka ve kuaför, yüzme havuzu ve spor salonu, çeşidi bol içki dükkânı ve apartmandaki, sayıları fazla olmayan küçük çocuklar için bir ilkokul vardır. 35. katta daha küçük bir yüzme havuzu, sauna ve restoran bulunur.

Rahat, güvenli, zahmetsiz işlevselliğinin cazibesine kapılan iki bin kişinin yaşadığı gökdelen gündelik hayatın dışında bir şey değildir, tersine onun anlamını ve insan davranışlarını belirlemektedir. Gökdelen bina sakinleri topluluğuna değil, izalasyon içinde yaşayan bireylere hizmet için tasarlanmış dev bir makine gibidir. Öncelikler sistemi tamamen kat yüksekliğine göre kurulmuş bu dikey şehrin otoparkları öyle konumlandırılmıştır ki, bir bina sakini ne kadar yüksekte oturuyorsa, binaya o kadar yakın park edebilmekte, alt katlarda oturanlar ise arabalarına gidip gelmek için her gün epey yürümek zorunda kalmaktadır.

Çok gizlenmeyen düşmanlıkların sayısının epey fazla olduğu aparmandaki olaylar, apartmana yeni taşınan Dr. Robert Laing, televizyon prodüktörü Richard Wilder ve binanın tasarımına katkıda bulunan Anthony Royal ekseninde gelişir.

Dıştan bakıldığından apartmandaki hayat normal görünür. Ancak, yüksek gelirli insanlar görünüşte homojen şekilde bir araya geldikten sonra üç tane apayrı ve düşman kampa ayrılmışlardır. Güce, sermayeye ve kişisel çıkarlara göre belirlenen sosyal tabakalar burada da oluşuvermiştir. Bu üç sosyal grup alt, orta ve üst sınıflardır.

Ufak tefek olayların ardından, derin düşmanlıklar, gökdelenin içindeki hayatın yüzüne çıkmaya başlar. Pandora’nın kutusunun bin kapağı içe doğru açılır. Gerginlik ve düşmanlık, bina içindeki kuşatmaların karmaşık bir şekilde iç içe geçmişliği her yerde hissedilir. Samimiyet sadece aynı katta oturanlar için geçerli olmaya başlar. Bir dizi provokasyon ve kargaşa vandallık eylemlerine ve saldırılara dönüşür. Kat girişlerine lobi mobilyalarıyla ve çöp dolu naylon torbalarla barikatlar kurulur. Gökdelen yaşanmaz hale gelir.

Ballard, bu yapıtında gökdelenin yeni bir sosyal tip, gökdelen hayatının psikolojik baskılarına karşı bağışıklı olan, mahremiyet ihtiyacı asgari düzeyde kalan, nötr atmosferde gelişkin bir makine ırkı gibi serpilen, soğukkanlı, duygusuz bir kişilik yarattığını öne sürüyor. Romanın dünyasını şiddet, kan, cinsellik ve ölümle yoğuruyor. Yaşamın gerçeklerine yabancılaşan, kendi benliğine gömülen bireyi ve psikolojisini öne çıkarırken, gündelik hayatın sefilleşmesini, insan ilişkilerinin çarpıklaşmasını, sakinlerinin gökdelen ile içli dışlı olma halleriyle sunuyor. Tüketimin, nasıl doğal ihtiyaçların giderilmesinden çıkarak temel bir etkinlik, bireyciliği, bireyin narsist eğilimlerini çılgınlık noktasına vardıran bir eylem haline geldiğini, bireyin akıl dışı bir mantığa nasıl teslim olduğunu, duyarlılıkların körelmesiyle insanların nasıl sömürülmeye hazır hale geldiklerini çarpıcı bir biçimde anlatıyor. Modern dünyaya dev bir ayna tutuyor.

OKUMA PARÇASI
1.
Kritik Kütle

Dr. Robert Laing, balkonunda oturduğu yerde köpeği yerken,
son üç ay içinde bu dev apartmanda gerçekleşen olağandışı olayları düşündü. Artık her şey normale dönmüşken, bariz
bir başlangıç olmamasına, aştıklarında hayatlarını açıkça daha
ürkütücü bir boyuta geçiren belirgin bir nokta bulunmamasına
şaşırdı. Kırk katlı ve bin daireli, süpermarkete ve yüzme havuzlarına, bankaya ve ilkokula sahip –hepsi de aslında gökyüzünde
terk edilmişti– gökdelen bol bol şiddet ve kapışma fırsatı sunuyordu. Laing’in 25. kattaki stüdyo dairesini başlangıçtaki çatışmalara hiç uygun bulmadığı kesindi. Laing apartmanın sarp ön
cephesine neredeyse rastgele yerleştirilmiş bu fahiş fiyatlı hücreyi, boşandıktan sonra ortalarda görünmeden kafa dinleyebileceği bir yer aradığı için satın almıştı. Tuhaf bir şekilde, Laing’in
iki bin komşusundan ve onlara ancak ufak tefek anlaşmazlık ve
kıllanmalarla bir ortak yaşantı sunan rejimden uzak durmaya
yönelik tüm çabalarına rağmen, ilk önemli olay tam da burada;
Laing’in şimdi, tıp okulundaki dersine gitmeden önce, yanan telefon rehberlerinin başına çöküp kızarmış Alsas çoban köpeği
butu yediği balkonda gerçekleşmişti.
Dr. Laing üç ay önce bir cumartesi sabahı, on biri biraz geçe
kahvaltı hazırlarken, oturma odasının balkonundan gelen bir
patlama sesiyle irkilmişti. On beş metre yukarıdaki bir kattan
düşen köpüklü şarap şişesi bir tenteden sekmiş ve fayans balkon
zemininde parçalanmıştı.
6
Oturma odasının halısına köpükler ve cam parçaları saçılmıştı. Laing keskin parçaların arasında yalınayak durup, köpüklü şarabın çatlak fayansların üstünden akmasını seyretmişti.
Çok yukarısında, 31. katta parti yapılıyordu. Laing yapmacık bir
şekilde hararetli konuşmaları, bir pikabın bangır bangır sesini
duyabiliyordu. Şamatacı bir misafir, balkon korkuluğunun üstünde duran şişeye yanlışlıkla çarpmıştı herhalde. Partideki hiç
kimsenin bu füzenin nereye düşeceğini biraz olsun umursamadığını söylemeye gerek yoktu; Laing gökdelenlerdeki insanların
iki kattan daha aşağıda oturan kişileri umursamamaya meyilli
olduklarını çoktan keşfetmişti.
O daireyi bulmaya çalışan Laing, giderek genişleyen soğuk
köpük birikintisinin üstünden geçti. Orada otursa, dünyanın en
uzun akşamdan kalmalığını yaşaması işten değildi. Korkuluğun
üstünden eğilip yukarıya, binanın ön cephesine bakarak balkonları dikkatle saydı. Ama kırk katlı apartmanın büyüklüğü her
zamanki gibi başını döndürdü. Gözlerini fayans zemine indirip
kapı sütununa yaslandı. Komşu gökdelenin neredeyse dört yüz
metre ötede olması denge hissini olumsuz etkiliyordu. Bazen bir
dönme dolabın yerden doksan metre yüksekte sabit duran salıncağında yaşıyormuş gibi hissediyordu kendini.
Yine de Laing imar planındaki, birbirinin aynısı beş binadan
biri ve bunların ilk tamamlanıp ikamet edileni olan gökdelenden büyük haz alıyordu. Binalar nehrin kuzey yakasındaki, terk
edilmiş rıhtım alanlarının ve depoların bulunduğu iki buçuk
kilometrekarelik bir alana inşa edilmişti. Sitenin doğu sınırında
bulunan beş gökdelen bir yapay göle bakıyordu ki bu göl otoparklarla ve inşaat ekipmanlarıyla çevrili, boş bir beton havzaydı şimdilik. Karşı kıyıdaki, inşası geçenlerde tamamlanmış konser salonunun bir yanında Laing’in tıp okulu, diğer yanındaysa
yeni televizyon stüdyoları vardı. Cam ve betondan yapılma binaların muazzamlığı ve nehrin kıvrımındaki güzel konumları,
onları çevrelerindeki yoksul semtlerden, on dokuzuncu yüzyıl-
7
dan kalma çürük, teraslı evlerden ve tarım arazisi elde etmek
amacıyla yıkımına karar verilmiş boş fabrikalardan ayırıyordu.
Londra’nın merkezinin iş hanları nehir kıyısında, sadece üç
kilometre batıda olmalarına rağmen hem mekânsal, hem de zamansal açıdan başka bir dünyaya aitti. Giydirme cam cepheleri ve telekomünikasyon antenleri trafik dumanları tarafından
gizlendikçe, Laing’in geçmişe dair anıları silikleşiyordu. Altı ay
önce, Chelsea’deki evini kiraya verip gökdelenin güvenliğine
taşınınca zamanda elli yıl ileriye gitmişti; kalabalık sokaklardan,
trafik sıkışıklığından, trafiğin yoğun olduğu saatlerde metroya
binip de üniversite hastanesindeki, başkasıyla paylaştığı ofisinde öğrencileri denetlemeye gitmekten kurtulmuştu.
Buradaki hayatının boyutlarıysa belli belirsiz bir anonimlik
hissinin verdiği hazlar, mekân ve ışıktı. Laing tıp okulunun fizyoloji bölümüne arabayla beş dakikada gidiyor, diğer zamanlardaysa gökdelenden hiç çıkmıyordu. Apartman pratikte küçük,
dikey bir şehirdi; iki bin sakini göğe yükselen bir kutunun içindeydiler. Binanın ortak sahipleri olan sakinler, bir yönetici ve bu
yöneticinin ekibi aracılığıyla kendi kendilerini idare ediyorlardı.
Gökdelen, boyutuna rağmen oldukça etkileyici çeşitlilikte
hizmetler sunuyordu. 10. katın tamamı, uçak gemisi pisti büyüklüğünde bir meydana ayrılmıştı ve burada süpermarket,
banka ve kuaför, yüzme havuzu ve spor salonu, çeşidi bol bir
içki dükkânı ve apartmandaki, sayıları fazla olmayan küçük çocuklar için bir ilkokul vardı. Laing’in çok yukarısında, 35. katta
daha küçük bir yüzme havuzu, sauna ve restoran bulunuyordu.
Her şeyin elinin altında olmasına bayılan Laing binadan çıkmaya giderek daha az çaba harcar olmuştu. Albüm koleksiyonunu
kutudan çıkarmış ve balkonunda oturup müzik dinleyerek, aşağısındaki otoparklara ve beton meydanlara bakarak yeni hayatına başlamıştı. Daire sadece 25. katta olsa da Laing hayatında ilk
kez gökyüzüne aşağıdan değil yukarıdan baktığını hissetmişti.
Londra’nın merkezindeki kuleler günbegün daha uzak görünür
8
olmuşlardı; o manzara zihninden giderek uzaklaşan, terk edilmiş bir gezegenin manzarasıydı. Şehrin girintili çıkıntılı silueti,
Laing’in aşağısındaki konser salonunun ve televizyon stüdyolarının dingin ve ferah geometrisiyle kıyaslandığında, çözümlenmemiş bir zihinsel krizin huzursuz edici ensefalografisini andırıyordu.
Daire pahalıya patlamıştı; stüdyo tipi oturma odası ve tek yatak odası, mutfak ve banyo hem yerden kazanmak için hem de
iç koridorlara gerek kalmasın diye birbirlerine bitişik yapılmıştı.
Laing üç kat aşağıdaki daha büyük bir dairede yayıncı kocasıyla
birlikte oturan ablası Alice Frobisher’a şöyle demişti: “Mimarın
çocukluğu bir uzay kapsülünde geçmiş herhalde; duvarları nasıl
düz yapmış hayret…”
Laing sitenin beton manzarasına başta ısınamadı; en azından
bilinçaltında savaş için tasarlanmış bir mimariydi bu. Boşanmanın
gerginliğinden sonra her sabah dışarı bakıp da tek sıra halinde
dizili beton sığınaklar görmek, Laing’in istediği en son şeydi.
Ancak Alice kısa sürede onu lüks bir gökdelende yaşamanın
manevi hazlarına ikna etti. Laing’ten yedi yaş büyük olan Alice,
kardeşinin boşandıktan sonraki aylarda nelere ihtiyaç duyacağını kurnazca saptamıştı. Binanın çok iyi hizmetler ve mutlak mahremiyet sunduğunu vurguladı. “Burada, bu boş binada yalnız
kalabilirsin; bunu düşün Robert.” Mantıksızca şunu da ekledi:
“Hem tanışmak isteyeceğin türden insanlarla dolu.”
Laing de binayı incelemeye geldiği zamanlarda aynı şeyi düşünmüştü. İki bin bina sakini, hali vakti yerinde profesyonellerden;
avukatlardan, doktorlardan, vergi müşavirlerinden, üst düzey
akademisyenlerden ve reklam ajansı müdürlerinden, ayrıca daha
küçük bir grup olan havalimanı pilotlarından, film endüstrisi teknisyenlerinden ve dairelerde üçer üçer kalan hosteslerden oluşan
homojen bir topluluktu resmen. Genel mali ve eğitimsel ölçütler
göz önüne alındığında, muhtemelen birbirlerine akla gelebilecek
diğer tüm sosyal karışımlardan daha yakınlardı; aynı zevklere ve
9
tavırlara, ilgi alanlarına ve stillere sahiplerdi. Gökdeleni çevreleyen otoparklardaki otomobillerin tarzından, sakinlerin dairelerini
zarif ama biraz standart bir şekilde döşemelerinden, süpermarket
şarküterisinde aynı yiyecekleri seçmelerinden, özgüvenli ses tonlarından anlaşılıyordu bu. Kısacası burası Laing’in dikkat çekmeden içine karışabileceği mükemmel bir ortamdı. Ablası heyecanla
Laing’in boş bir binada tek başına kaldığını hayal ederken, gerçeğe
sandığından daha çok yaklaşmıştı. Gökdelen bina sakinleri topluluğuna değil, izolasyon içinde yaşayan bireylere hizmet için tasarlanmış dev bir makineydi. Havalandırma sistemlerinden, asansörlerden, çöp kanallarından ve elektrikli anahtarlama sistemlerinden
oluşan personelinin aksatmadan ve ilgiyle, dikkatle sunduğu hizmetler için, yorulmak bilmez uşaklardan oluşan bir ordu gerekirdi
bir asır önce.
Bütün bunların yanı sıra, Laing’in yeni tıp okulunun fizyoloji
bölümünde kıdemli okutmanlığa atanmasından sonra, civarda
bir daire satın alması mantıklı hale gelmişti. Öğretmenliği bırakıp da pratisyen hekimliğe başlama kararını bir kez daha ertelemesinin de katkısı olmuştu. Ama, kendine söylediği gibi, gerçek
hastalarının belirmesini bekliyordu hâlâ; belki de onları burada,
gökdelende bulabilirdi? Dairenin fiyatı konusundaki şüphelerini
böyle gerekçelerle bastıran Laing, doksan dokuz yıllık kira kontratını imzalamış ve sarp ön cephenin kendisine ait binde birlik
bölümüne yerleşmişti.

KİTABIN KÜNYESİ
Gökdelen
Yazar: J. G. Ballard
Çevirmen: Dost Körpe
Yayınevi : Sel Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 183
Özgün Dili: İngilizce
Basım Tarihi: Eylül 2012 |
Tekrar Baskı Tarihi: Ağustos 2015

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir