Güç, Özgürlük ve İnsanlık: Proudhon, Machiavelli ve Fanon Üzerine Bir İnceleme

Ortaklaşa İdealin Kırılganlığı

Proudhon’un anarşist federasyon modeli, insan topluluklarını hiyerarşisiz, karşılıklı yardımlaşma ve özerklik üzerine kurulu bir düzenle yeniden hayal eder. Bu model, merkezi otoritenin reddine dayanır; bireylerin ve toplulukların özgür iradeleriyle, gönüllü iş birliğiyle bir araya geldiği bir sistem önerir. Ancak bu ideal, Machiavelli’nin “Prens”inde betimlenen güç stratejilerinin soğuk, hesaplayıcı ve pragmatik dünyasında naif bir çaba gibi görünür. Machiavelli, insan doğasının bencilliğini, çıkar çatışmalarını ve güç arzusunu merkeze alır; ona göre, toplumlar kaosun eşiğinde durur ve bu kaosu dizginlemek için otorite, kurnazlık ve gerektiğinde zor kullanmak kaçınılmazdır. Proudhon’un federasyonu, insanlığın özgeciliğine ve rasyonel iş birliğine duyduğu inançla, Machiavelli’nin dünyasında bir tür savunmasız rüya olarak belirir. İnsanların çıkarları, korkuları ve hırsları, Proudhon’un düşlediği ortaklaşa düzeni kolayca aşındırabilir; zira bu düzen, bireylerin her zaman kolektif iyiyi kendi çıkarlarının önüne koyacağını varsayar. Machiavelli ise tam tersine, insanın önce kendi hayatta kalma ve üstünlük arzusunu tatmin edeceğini savunur. Bu karşıtlık, bir yanda ahlaki bir idealin, diğer yanda tarihsel gerçekliğin çarpışmasını yansıtır.

Gücün Gerçekliği ve İdealin Sınırları

Machiavelli’nin güç stratejileri, insan ilişkilerinin en ham ve en çıplak halini ele alır. Onun dünyasında, otorite yalnızca güçle korunur; ahlak, etik ya da adalet, ancak güçle desteklendikleri ölçüde anlam taşır. “Prens”, yöneticinin kurnazlıkla, korkuyla ve gerektiğinde şiddetle hükmetmesini öğütler. Bu strateji, insan doğasının karanlık yönlerini kabul eder: insanlar güvenilmezdir, sadakatleri geçicidir ve çıkarları her zaman birliği tehdit eder. Proudhon’un federasyonu ise bu karanlık yönleri ya görmezden gelir ya da dönüştürülebileceğine inanır. Onun modeli, bireylerin ve toplulukların özgür iradeleriyle bir araya gelerek otoriteye ihtiyaç duymadan uyum içinde yaşayabileceğini savunur. Ancak bu, tarihsel olarak insan topluluklarının çatışma, hiyerarşi ve güç mücadeleleriyle şekillendiği gerçeğiyle çelişir. Machiavelli’nin gözünden bakıldığında, Proudhon’un federasyonu bir tür ahlaki romantizm olarak görülebilir; çünkü güç boşluğunda, insan doğasının yıkıcı eğilimleri hızla yüzeye çıkar. Tarih, bu tür idealist projelerin, güçlü bir merkezi otorite ya da ortak bir düşman olmaksızın dağıldığını defalarca göstermiştir. Anarşist federasyonun naifliği, insanlığın özgeciliğine duyduğu aşırı iyimserlikte yatar; Machiavelli ise bu iyimserliği bir zaaf olarak tanımlar.

Fanon’un Bakışı: Sömürgeci Yaralar ve İnsan Doğası

Frantz Fanon’un psikopolitik analizi, bu tartışmaya bambaşka bir boyut katar. Fanon, sömürgecilik deneyiminin insan bilincini nasıl şekillendirdiğini ve özgürlük arayışının nasıl karmaşık bir mücadeleyle iç içe geçtiğini inceler. Onun “Yeryüzünün Lanetlileri” eserinde ortaya koyduğu gibi, sömürgecilik yalnızca fiziksel bir tahakküm değil, aynı zamanda zihinsel ve duygusal bir işgaldir. Sömürgeleştirilen birey, kendi kimliğini ve özgürlüğünü yeniden inşa etmek için hem dışsal otoriteye hem de içselleştirilmiş aşağılık kompleksine karşı savaşmak zorundadır. Fanon, Proudhon’un federasyon modelinin naifliğini, sömürgecilik sonrası toplumlardaki derin eşitsizlikler ve travmalar üzerinden eleştirebilir. Proudhon’un modeli, bireylerin eşit ve özgür bir şekilde iş birliği yapabileceğini varsayar; ancak Fanon’a göre, sömürgecilik sonrası toplumlarda bireyler, tarihsel travmaların ve eşitsizliklerin yükü altında özgür iradelerini tam anlamıyla kullanamazlar. Bu bağlamda, Fanon, Machiavelli’nin güç anlayışına daha yakın durur; çünkü özgürlük, ancak mücadeleyle ve gerekirse şiddetle kazanılabilir. Fanon’un analizi, Proudhon’un idealinin, insan bilincindeki derin yaraları ve tarihsel koşulları yeterince hesaba katmadığını ortaya koyar.

İdeallerin ve Gerçekliğin Çatışması

Proudhon’un federasyonu, insanlığın ortak bir ahlaki zemin bulabileceği inancına dayanırken, Machiavelli bu zeminin yalnızca güçle inşa edilebileceğini savunur. Fanon ise bu ikiliği daha karmaşık bir düzleme taşır: Özgürlük, ne sadece ahlaki bir ideal ne de yalnızca güçle elde edilebilir; özgürlük, insanın kendi içindeki ve dışındaki sömürgeci yapılarla yüzleşmesini gerektirir. Fanon’un katkısı, insan doğasının ne saf bir özgeciliğe ne de yalnızca bencilliğe indirgenebileceğini göstermesidir. Onun psikopolitik bakışı, Proudhon’un modelinin naifliğini, insan bilincindeki çatışmalar ve tarihsel eşitsizlikler üzerinden açıklar. Örneğin, sömürgecilik sonrası toplumlarda, bireylerin özgür iradeleri, geçmişin travmaları ve mevcut eşitsizlikler tarafından şekillendirilir. Bu koşullar altında, Proudhon’un federasyonu, bireylerin eşit bir şekilde bir araya gelebileceği bir dünya varsayımıyla kırılganlaşır. Machiavelli’nin pragmatizmi ise bu koşullarda daha uygulanabilir görünse de, Fanon’un gözünden bakıldığında, bu pragmatizm de sömürgeci düzenin bir uzantısı olabilir; çünkü güç, çoğu zaman ezenlerin elinde bir araçtır.

İnsanlığın Geleceği: İmkânlar ve Sınırlar

Bu üç düşünürün karşılaşması, insanlığın özgürlük ve düzen arayışındaki temel gerilimleri ortaya koyar. Proudhon, hiyerarşisiz bir dünyanın mümkün olduğunu savunarak insanlığın potansiyeline inanır; Machiavelli, bu potansiyelin ancak güçle dizginlenebileceğini söyleyerek gerçekçi bir uyarı sunar; Fanon ise özgürlüğün, insanın kendi tarihsel ve zihinsel yaralarıyla yüzleşmeden mümkün olamayacağını vurgular. Proudhon’un modeli, Machiavelli’nin dünyasında naif kalır; çünkü insan doğasının karmaşıklığı ve tarihsel koşulların ağırlığı, saf bir iş birliği idealini zorlaştırır. Fanon’un analizi, bu naifliğin kökenlerini, sömürgecilik ve eşitsizliklerin insan bilincinde bıraktığı izlerde bulur. Ancak bu, Proudhon’un idealinin tamamen geçersiz olduğu anlamına gelmez; onun federasyonu, insanlığın ulaşmayı hayal ettiği bir ufuk olarak değerini korur. Soru, bu ufka ulaşmak için hangi yolların izleneceği ve insan doğasının hangi yönlerinin hesaba katılacağıdır. Fanon, bu soruya, özgürlüğün ancak mücadeleyle ve bilinçle kazanılabileceğini söyleyerek yanıt verir. Machiavelli ise bu mücadelenin her zaman güçle şekilleneceğini hatırlatır. Bu üçlü diyalog, insanlığın özgürlük arayışındaki çelişkilerini ve imkânlarını anlamak için güçlü bir zemin sunar.