Hastalık: Kırık Yaşamın Aynası mı?

Bir sorunu çözmek için önce onu doğru kavramak gerekir. Hastalık söz konusu olduğunda bu, sadece biyolojik nedenlere bakmakla ya da sadece toplumsal faktörleri suçlamakla bitmez. Hastalık, hayatın bütün çelişkilerini üzerinde taşıyan bir fenomendir.

Doğa bilimleri uzun süre hastalıkları sadece bedendeki bozukluklarla açıkladı. Daha sonra, toplumsal nedenlere işaret eden yaklaşımlar öne çıktı. Ama sadece “kapitalizm yüzünden hasta oluyoruz” demek de yetmez. Çünkü mesele tek bir boyuta indirgenemeyecek kadar karmaşık. Hastalık, bireyin somut bedensel ve ruhsal acısında yaşanan bir yabancılaşmadır.

Hastalık = Yabancılaşma

Marx’ın dediği gibi, insanlık tarihi aslında yabancılaşmanın ve onun aşılmasının tarihidir. Eğer öyleyse, hastalık da bu yabancılaşmanın en doğrudan bedensel ve ruhsal deneyimidir. Yani hastalık yalnızca bir bozulma değil, kırılmış bir yaşamın, çelişkili bir varoluşun ifadesidir.

İlkel toplumlarda insan doğanın kör şiddetine maruzdu. Modern toplumdaysa doğanın yerini kapitalizmin şiddeti aldı. Bugün birey, yalnız ve izole bir şekilde, üretim ilişkilerinin kör zorlamasıyla yüz yüze. Bu nedenle kapitalizmin şiddeti, doğanın şiddetine benzer bir şekilde deneyimleniyor: kaçınılmaz, yıkıcı ve “doğal” görünen bir baskı.

Sağlık: Burjuva Bir Kavram mı?

Kapitalizm için “sağlıklı” olmak, aslında sömürülebilir olmak demektir. Sağlık sistemleri, iş gücünün verimliliğini yükseltmeye ve artık kullanılamayan bedenleri en ucuz şekilde ayıklamaya hizmet eder. Bu nedenle sağlığın tanımı bile toplumsal üretim ilişkilerine göre belirlenir.

Bir başka deyişle: Sağlık, sadece bireyin iyiliği için değil, kapitalist sistemin yeniden üretimi için vardır. İşgücünün ortalama normuna uymayanlar ya bakım evlerinde, ya psikiyatri kurumlarında ya da farklı biçimlerde sistem dışına itilir. Tarihsel olarak bunun en uç örnekleri imha kampları oldu; bugünse “diferansiyel ötenazi”, görünmez sosyal elemeler ve dışlamalar yoluyla sürüyor.

Semptom: Protestonun Bedensel Dili

Peki hastalıkların belirtileri (semptomlar) neyi ifade ediyor? Bunlar sadece bozuklukların işaretleri değil; aynı zamanda protestolar. Kapitalizmin şiddetine karşı bedenin haykırışı. Ancak bu protesto çoğu zaman bastırılıyor: ilaçlarla, şok tedavileriyle, kapatılmayla.

Bazen semptom, yaşamla ölüm arasındaki en temel çelişkinin barışçıl ama sancılı bir ifadesi. “Şizofreni”, “psikoz” gibi etiketler, aslında insanın içindeki yaşama dürtüsüyle sistemin şiddeti arasındaki çatışmanın tıbbi sınıflandırmalarından başka bir şey değil.

“Sağlıklı Toplum” Mu, “Hasta Kapitalizm” Mi?

Kapitalizm, kâr uğruna milyonlarca yaşamı gözden çıkarmaktan çekinmez. İş kazalarında, trafik felaketlerinde, endüstriyel kazalarda her yıl binlerce insan ölüyor. Ve bunlar tek tek bireylerin “hataları” olarak değil, sistemin yapısal şiddeti olarak ortaya çıkıyor.

Hastalık, işte tam da bu noktada bireysel değil, kolektif bir deneyim olarak görülmeli. Çünkü bedenin verdiği semptomlar sadece bir biyoloji meselesi değil; toplumun içinde bulunduğu çelişkilerin aynasıdır.

Peki Çözüm?

Soruyu şöyle koyabiliriz: Gerçekten “sağlıklı” olmak, bugünkü kapitalist düzenin içinde mümkün mü? Yoksa sağlığın kendisi, yeni bir toplumsal düzenin kurulmasına, yani yaşamın yeniden üretilmesine bağlı bir hedef mi?

Brecht’in dediği gibi:

“Şehirlerde her zaman savaş vardır.”

Ve bu savaş, sadece sokaklarda değil, bedenlerimizin içinde de sürüyor.