Hegel’in Tinin Görüngübilimi: Bir Yeniden Değerlendirme

Gary Browning’in “Hegel’in Tinin Görüngübilimi: Bir Yeniden Değerlendirme” başlıklı makalesi, felsefe tarihinin en zorlu metinlerinden birini ele alıyor.

Felsefeyle ilgilenen herkesin korkulu rüyası olan bir kitap vardır: Hegel’in Tinin Görüngübilimi (Phenomenology of Spirit). Adı bile karmaşıktır, sayfaları anlaşılmaz terimler ve upuzun cümlelerle doludur. Çoğu kişi bu kitabı, ya bir dünya tarihi özeti ya da Hegel’in sonradan yazdığı Mantık Bilimi için yazdığı ama pek de beğenmediği karmaşık bir giriş metni zanneder.

Peki, ya bu doğru değilse? Ya Görüngübilim, kendi içinde kusursuz bir mantığa sahip, başlı başına bir şaheserse? Felsefeci Gary Browning, tam olarak bunu savunuyor.

Gary Browning’in “Hegel’in Tinin Görüngübilimi: Bir Yeniden Değerlendirme” başlıklı metni, Hegel’in bu başyapıtına yönelik yaygın ve standart yorumlara meydan okuyan bir analiz sunar. Browning’in temel tezi, Tinin Görüngübilimi’nin genellikle sanıldığının aksine, Hegel’in daha sonraki Mantık Bilimi eserine yazılmış başarısız veya sonradan terk edilmiş bir giriş olmadığıdır. Aksine, eserin kendi içinde tutarlı, sistematik ve mantıksal bir yapıya sahip olduğunu ve kendi hedeflerini başarıyla gerçekleştirdiğini savunur.

Makalenin ana fikirleri şunlardır:

  1. Doğrusal Tarih Değil, Mantıksal İlerleme: Browning, eserin basit bir “dünya tarihi” veya “bilinç tarihçesi” anlatısı olduğu fikrini reddeder. “Efendi-Köle” diyalektiği, “Stoacılık” veya “Mutsuz Bilinç” gibi figürler, tarihsel bir kronolojiyi takip etmekten ziyade, “bilincin alabileceği mantıksal biçimleri” (shapes of consciousness) göstermek için kullanılan örneklerdir.
  2. “Deneyim” (Erfahrung) Kavramının Rolü: Metnin kilit noktası, Hegel’in “deneyim” kavramını nasıl kullandığıdır. Browning’e göre Hegelci deneyim, bilincin, bir nesne hakkındaki kavramı (o nesneyi ne zannettiği) ile o nesnenin kendisi (ne olduğu) arasındaki uyumsuzluğu fark etme sürecidir.
  3. İçsel Çelişki ve İlerleme: Eserin ilerleyişini sağlayan motor budur. Bilinç, kendine bir “doğruluk ölçütü” belirler (örneğin, “Duyusal Kesinlik” bölümünde “doğru, şu an hissettiğimdir”). Ancak bilinç, bu ölçütün kendi terimleriyle yetersiz kaldığını ve kendisiyle çeliştiğini “deneyimler”. Bu çöküş, bilinci nesneyi değil, bizzat kendisini (yani nesne hakkındaki kavramını ve doğruluk ölçütünü) değiştirmeye ve daha karmaşık yeni bir bilinç biçimine (örneğin, “Algı”) geçmeye zorlar.
  4. Hedef: Mutlak Biliş: Eserin varış noktası olan “Mutlak Biliş” (Absolute Knowing), “her şeyi bilmek” veya “Tanrı’nın zihnine erişmek” demek değildir. Browning’e göre Mutlak Biliş, bilincin, en başından beri bilmeye çalıştığı o “dışsal” ve “yabancı” nesnenin, aslında bilincin kendisinden başka bir şey olmadığını nihayet anladığı anıdır. Bu noktada özne (bilen) ve nesne (bilinen) arasındaki ayrım kapanır. Bilinç, dünyanın kendi kavramsal etkinliğinin bir ürünü olduğunu kavrar.
  5. Döngüsel Yapı: Eser, bir merdivenden ziyade (ki basamakları tırmandıktan sonra atarsınız) döngüsel bir yapıdadır. “Mutlak Biliş”, eserin sonu olduğu kadar, aslında en başındaki “Duyusal Kesinlik” bölümünün neden o şekilde başladığının da mantıksal gerekçesidir. Eser, ancak bütünü okunduktan sonra tam olarak anlaşılan, kendi kendini gerekçelendiren bir sistemdir.

Sonuç olarak Browning, Görüngübilim’in, bilincin en naif ve basit formundan başlayarak, kendi içsel çelişkileri yoluyla, dünyanın ve kendisinin rasyonel bir bütün olduğunu kavradığı tam bir öz-bilince nasıl ulaştığını gösteren, başarılı ve kendi kendine yeten bir felsefi proje olduğunu savunur.


Hegel’den Korkmayın! Felsefenin En Zor Kitabı Aslında Ne Anlatıyor?

Ana Fikir: Bu Bir Tarih Kitabı Değil, Bir Bilinç Yolculuğu

Unutmamız gereken ilk şey, bu kitabın bir tarih kitabı olmadığıdır. Evet, Hegel “Efendi-Köle”, “Stoacılık” veya “Fransız Devrimi” gibi tarihsel olaylardan bahseder. Ancak Browning’e göre Hegel’in amacı kronolojik bir tarih anlatmak değildir.

Bu figürler, “bilincimizin” alabileceği farklı mantıksal şekilleri temsil eder. Kitap, “bilinç” dediğimiz şeyin en basit, en naif (“Sadece gördüğüme inanırım”) halinden başlayıp, en karmaşık haline (“Gördüğüm şeyin benden ayrı olmadığını biliyorum”) nasıl evrildiğinin hikayesidir.

Kitabı İlerleten Motor: “Deneyim” Dediğimiz O Sert Çarpışma

Hegel’in “deneyim” (Erfahrung) dediği şey, bizim anladığımız gibi “yeni yerler görmek” veya “yeni tatlar denemek” değildir. Hegelci deneyim, çok daha acı verici ve dönüştürücüdür: Bu, fikirlerimizin gerçeklikle çarpıştığı andır.

Süreç şöyle işler:

  1. Bilinç bir iddiada bulunur: “Doğru olan tek şey, şu an, burada hissettiğim şeydir!” (Buna “Duyusal Kesinlik” der).
  2. Hayat (ve Hegel) test eder: “Peki,” der, “şu an hissettiğin şey ‘gece’. Bunu bir kağıda yaz. Şimdi sabah olmasını bekle. Kağıtta hala ‘gece’ yazıyor ama şu an ‘gündüz’. Demek ki ‘şu an hissettiğin şey’ doğrunun ta kendisi olamazmış.”
  3. Çöküş ve Yükseliş: Bilinç, kendi koyduğu kuralın yetersiz kaldığını, kendi içinde çeliştiğini “deneyimler”.
  4. Sonuç: Bilinç, kuralını değiştirmek zorunda kalır. “Tamam,” der, “doğru olan tek tek hisler değil, o hislerin arkasındaki ‘algıladığım’ nesnedir.” Ve böylece bir sonraki bilinç seviyesine (Algı) geçer.

Bütün kitap, bilincin sürekli olarak kendi yetersizlikleriyle bu şekilde yüzleşmesi ve her seferinde kendini aşarak daha karmaşık bir hale gelmesiyle ilerler.

Varış Noktası: “Mutlak Biliş” (Yani “Her Şeyi Biliyorum” Değil!)

Kitabın sonundaki o korkutucu terim olan “Mutlak Biliş” (Absolute Knowing), bir insanın “evrendeki her şeyi bilmesi” veya Tanrı olması demek değildir.

Mutlak Biliş, bilincin şu nihai farkındalığa vardığı andır: “En başından beri anlamaya çalıştığım o ‘dışarıdaki’, ‘benden bağımsız’ sandığım dünya (nesne), aslında benim kendi bilincimin (özne) yarattığı, benim kavramlarımla şekillenen bir şeyden ibaret değil miydi?”

Bu, özne ve nesne arasındaki duvarın yıkıldığı andır. Bilinç, artık dünyayı kendinden ayrı, yabancı bir yer olarak görmeyi bırakır. Dünyanın, kendi aklının ve mantığının bir yansıması olduğunu kavrar.

Browning’e göre Görüngübilim, en basit “ben” algısından başlayan bir yolculuğun, kendi yarattığı dünyayı ve bizzat o dünyayı yaratanın kendisi olduğunu fark etmesiyle tamamlandığı, kendi içinde kapalı ve mükemmel bir döngünün hikayesidir. Kısacası, Hegel’in amacı bize dünyayı anlatmak değil, “dünyayı anlayan bilincin” kendisini anlatmaktı.