HELENİSTİK DÖNEM FELSEFESİ – AHMET ARSLAN
Helenistik Dönem, yaklaşık olarak MÖ 330-30 yılları arasındaki döneme verilen addır. Ancak ilkçağ tarihçileri daha kesin olarak, Büyük İskender’in MÖ 323’teki ölümüyle, MÖ 31’de Antonius ile Octavianus arasında yapılan Aktium Savaşında Antonius’un mağlup olması arasında uzanan dönemi Helenistik Dönem, bunu izleyen ve yine yaklaşık olarak MS 5. yüzyılın sonlarına kadar geçen dönemi ise Roma Dönemi olarak adlandırır.
“Helenistik” kelimesini bilimsel bir terim olarak tarihe mal eden Alman tarihçi Gustav Droysen (1808-1884) olmuştur. Droysen, bununla Büyük İskender’in Doğuyu fethiyle birlikte Yunan dili ve kültürünün Yunanistan’ın sınırlarının dışına çıkıp Doğunun eski büyük uygarlıklarının dünyasına yayılması ve onları etkisi altına almasıyla ortaya çıkan evrensel-kozmopolit kültürü kastetmiştir. Droysen Helenistik terimini, Büyük İskender’e kadar ulusal bir kültür, bir site kültürü olarak gelişen ve bundan dolayı “Helenik” olarak adlandırılması uygun olan klasik Yunan kültürünün bu fetihler sonucunda genişlemesi, kozmopolit ve seküler bir kültüre dönüşmesi olgusunu ifade etmek için kullanmıştır.
Yunan kültürünün antikçağda bazı ana özelliklerle birbirinden ayrılan dört farklı tarihi döneminden söz etmek mümkündür. Bunlardan birincisi, Büyük İskender’den önce gelen ulusal bir kültür olarak klasik Yunan dönemi, İkincisi İskender’in fetihlerinden sonra gelen ve bu klasik Yunan kültürünün Doğuya yayılması sonucu ortaya çıkan kozmopolit, seküler Helenistik kültür dönemidir.
Helenistik kültür döneminde, Yunan felsefesinde Platonculuk ve Aristotelesçilik gibi varlığını devam ettiren eski okulların yanı sıra Epikurosçular, Stoacılar ve Septikler tarafından temsil edilen yeni felsefe okulları ortaya çıkar. MÖ 1. yüzyılda, Helenistik Dönemin sonuna doğru bu felsefe okulları tarafından temsil edilen seküler düşünceye, kaynağında Doğu dinlerinden gelen bazı düşüncelerin bulunduğu dinsel bir tepkinin ortaya çıktığı görülür. Üçüncü dönem, buna karşı çıkarak, ancak aynı zamanda ona uygun bir cevap olmak üzere klasik pagan Yunan kültürünün, giderek daha fazla dinsel bir renk kazanmaya ve esas olarak dinsel problemleri felsefi bir dil içinde ifade etmeye çalışan bir dünya görüşü haline gelmeye başladığı dönemdir. Bu, genellikle kendini Stoacılığın son döneminde ve Platonculuk ile Pythagorasçılığın yeniden canlanmasında gösterir. Dördüncü ve son dönem ise eski Yunan düşüncesinin deyim yerindeyse Doğuya ve Hıristiyanlık, Zerdüştçülük, Mitracılık gibi Sır ve Kurtuluş dinlerine teslim olduğu, Yunan seküler düşüncesinin tümüyle dinsel bir dünya görüşüne dönüştüğü, artık ancak onun ortaya attığı problemlere, duygu ve düşüncelere destek olmak üzere kullanılmaya başladığı dönemdir.1
İskender’in fetihleri Batı ile Doğuyu birleştirmiştir. Burada Batıyla esas olarak Ege Denizi etrafında yer alan Yunan dünyasını, Doğuyla ise Mısır’dan Hindistan’ın batı sınırlarına kadar uzanan bölgede yer alan eski Doğu uygarlıklarını kapsayan bölge anlaşılmalıdır. İskender’in fetihleriyle bu büyük coğrafyada o zamana kadar var olmayan siyasal-kültürel bir birlik ortaya çıkmış; bu birlik Roma’nın tarih sahnesine çıkmasıyla önemli bir değişiklik göstermeyerek yaklaşık bin yıl devam ettikten sonra İslam fetihleriyle ortadan kalkmıştır.
İskender’le birlikte Yunan sitelerinin bağımsızlıklarının ortadan kalkması; bu siteler arasında iki yüz yıl boyunca devam eden savaş ve mücadelelere son verdiği gibi, onlar içinde varlıklılarla yoksullar arasında aynı ölçüde yoğun bir biçimde devam etmiş olan iç çekişmelere ve rejim kavgalarına da son noktayı koymuştur. Avrupa’da şehir devletlerinin yeniden ortaya çıkması için geç ortaçağı, demokrasiyle yönetilen sitelerin kendilerini yeniden göstermesi için ise modern çağı beklemek gerekecektir. Artık, Helenistik Dönemden itibaren bölgede her yerde görülecek egemen siyasi rejim, merkezî krallıklar veya monarşiler olacaktır. Eski Yunan’daki siteler arasındaki savaşların yerini ise irili ufaklı krallıklar veya monarşiler arasındaki savaşlar alacaktır.
İskender’in fetihlerinin ekonomik alanda da önemli bir sonucu olmuştur. Bu fetihler sayesinde Batı ile Doğu arasında o zamana kadar büyük çaplı ekonomik ve ticari ilişkilere engel olan sınırlamalar ortadan kalkmış ve tüm bölge büyük ve tek bir ekonomik-ticari havza olma özelliği kazanmıştır.
Helenistik çağda ortaya çıkan yeni durum daha özel olarak şehircilik alanında da kendini göstermiş ve bu dönemde Doğuda bir kısmı bizzat İskender’in emir ve girişimleriyle kurulan İskenderun, Antakya gibi yeni şehirler ortaya çıkmış, bunlar kültürel alanda gitgide daha büyük önem kazanmaya başlamıştır. Bunlar arasında özellikle İskenderiye hemen bir yüzyıl sonrasından (MÖ 3. yüzyıl) başlayarak ilkçağın en önemli bilim ve kültür merkezi haline gelmiştir. Bunda İskender’in ölümünden sonra fethedilen bölgeyi kendi aralarında paylaşan generallerinden biri olan Batlamyus’un (Ptolemaios) Mısır’da kurduğu hanedan belirleyici bir rol oynamıştır. Bilimsel çalışmalar, bu hanedanla birlikte dünya tarihinde bir ilk olarak devletin koruması altına girmiş ve bunun sonucunda İskenderiye’de İskenderiye Kütüphanesi adıyla bilinen bir kütüphane, hayvanat bahçesi, rasathane ve anatomi enstitüsü kurulmuş, bu kuramlarda dönemin en büyük bilim insanları bir araya gelmiştir. Eukleides, Apollonios, Eratostenes, Larisalı Philon, Hipparkhos, Aristorkhos, Arşimed gibi antik dünyanın en büyük bilim insanları ya bilimsel çalışmalarını bu şehirde sürdürmüşler ya da ilk bilimsel eğitimlerini burada almışlardır.
Gerçekte, Doğu Akdeniz dünyasının Yunan etkisine açılması veya Yunanlaştırılması sürecinin İskender’in fetihlerinden önce başlamış olduğunu biliyoruz. MÖ 6. yüzyıl başlarından itibaren Yunan denizciliği ile ticaretinin gelişmesi sonucunda Yunanların bütün Akdeniz ve Karadeniz kıyılan boyunca çok sayıda koloniler kurmuş olduklarını görmüştük. Akdeniz’de Fenike egemenliğinin ortadan kalkmasından sonra Yunan tüccarlar Yakındoğunun ticaret yollarını ellerine geçirmiş ve Doğu ile Batı arasındaki ticari ilişkiler bu tarihten sonra Yunan denizci ve tüccarlar aracılığıyla gerçekleştirilmişti.
Ancak Helenistik devirde ortaya çıkan yeni Yunanlaştırma olayında bazı farklı şeyler vardır: Eski Yunan ticaret kolonileri Doğu dünyasının kıyı bölgelerinde kurulmuş saf Yunan şehirleriydi. Bu şehirler, bir uzantısı oldukları anavatanlarıyla ilişkilerini koparmamakta ve üzerinde bulundukları toprakların yerli halklarıyla kaynaşmamaktaydı. İskender’den sonra başlayan bu yeni dönemde ise durum tamamen değişmişti. Doğunun eski veya yeni kurulan şehirlerine gelen Yunan unsurun anavatanıyla ilişkisi artık eskisi gibi devam etmemiş ve bu yeni şehirleri kuran veya oradaki merkezlere akın eden Yunan koloniciler, yönetici gruplar, bölgenin yerli halkıyla kaynaşmayı amaçlayan yeni bir anlayışa, kozmopolit bir dünya görüşüne sahip insanlar haline gelmiştir. Artık bu şehirlerin kendileri de bölgede ortaya çıkan merkezi devletlerin veya krallıkların birer parçasıdırlar. Bu merkezi devletler veya krallıklar söz konusu yeni merkezleri kuran veya oraya gelen Yunan kolonicilerin eski kimliklerini korumalarına izin vermemişlerdir.2
İskender’in fetihleri Yunan dünyasının o zamana kadar bilim, sanat, gündelik hayat ve benzeri alanlarda yaratmış olduğu yeni fikirlerin, uygulama ve zevklerin Doğu dünyasına girmesinin yolunu açmıştır. Ama bu fetihler zamanla bunun tersi bir yönde olmak üzere Doğu kaynaklı düşünce ve uygulamalar ile bazı değerlerin özellikle dinsel fikirler alanında Batı dünyası üzerinde etkili olacakları bir süreci de başlatmıştır.
Bu çerçevede gerçekleşen süreç sonucunda Helenistik Dönemde eski Yunan anakarasından, Güney İtalya’dan, Sicilya’dan Doğuya gidenler sadece askerler, tüccarlar, yerleşimci grupları olmamış; onları daha sonra Yunan hekim, bilim insanı ve sanatçı gruplarının yoğun gelişi izlemiştir. Yunan heykeltraşları, oymacıları, Fenikeli, Likyalı, Karyalı, Kilikyalı göçmenler, Baktrialı krallar için heykeller yapmış, sikkeler basmışlardır. Yakındoğuda Yunan palestraları ve gymnasionlarını örnek alan spor tesisleri ve hamamlar inşa edilmiş, Doğu şehirleri Yunan şehirleri örneğini izleyen yeni su ve kanalizasyon sistemleriyle tanışmış, caddeleri düzgün taşlarla donatılmıştır. Yine bu dönemde Yunan hayat tarzının başka ve önemli kurumları olan tiyatrolar, kütüphaneler, okullar inşa edilmiş, böylece Doğu dünyasında Yunan hayat tarzından ve fikirlerinden zevk alan yeni ve kültürlü bir aydın sınıfı da ortaya çıkmıştır.3
Ancak bu etkinin Yakındoğunun eski halkları üzerinde gene de sınırlı kalmış olduğu görülmektedir. Çünkü Helenistik Dönemde kültürel bakımdan fethedilen Doğulu gruplar, esas olarak bu Doğu halklarının üst sınıfları, yani yönetici ve aydın sınıfları olmuştur. Geniş halk tabakaları ise bugün olduğu gibi sözünü ettiğimiz dönemde de kendi anadillerini konuşmaya, yüzyıllardan, hatta bin yıllardan beri alışık oldukları hayat tarzlarını sürdürmeye, eski dinlerinin tanrılarına tapmaya devam etmişlerdir.
Diğer yandan yukarıda işaret ettiğimiz gibi, ters yönde bir gelişme olarak, zamanla Doğunun bazı geleneksel uygulamalarının, düşünce ve duygu tarzlarının bölgenin yöneticileri konumunda bulunan Yunanlar üzerindeki etkilerinin arttığı da görülmüştür. Bu bağlamda Doğu monarşisi, Yunan demokrasisini yendiği gibi, Doğunun dinsel inançları da Yunan çoktanrıcılığından daha güçlü çıkmıştır. İlk örneğini bizzat İskender’in kendisi üzerinde gördüğümüz, hükümdarların kendilerini Doğu tarzında tanrılar olarak görme geleneği Yunan kralları ve Roma imparatorları üzerinde etkisini göstermiş; hükümdarların tanrısal hakları kuramı Roma ve Bizans’tan geçerek çağdaş Avrupa siyasal felsefesi üzerine damgasını vurmuştur. Bu arada daha önce Herodotos’tan itibaren başladığını bildiğimiz Doğu tanrılarını Yunan tanrılarıyla özdeşleştirme geleneği, varlığını güçlendirerek devam ettirmiş, Doğu dinleri ve kültleri arkalarında bulunan Kurtuluş öğretileriyle, esrarengiz ve göz alıcı merasimleriyle zamanla Roma dünyasının içine kadar nüfuz etme imkânını bulmuştur. Bu dinlerden biri olan Hıristiyanlık, Batının dinsel alanda Doğu tarafından fethinin en çarpıcı örneğini oluşturacaktır.
Ancak İskender’in fetihleriyle eski Doğu uygarlıklarının Batının, yani Yunanların etkisine uğramasının en önemli sonucu yine de özel bir alanda, esas olarak konumuzu ilgilendiren kültürel-entelektüel alanda ortaya çıkmıştır. Helenistik Dönemde Doğunun Yunan hayat tarzları ve kuramlarını benimsemesinden daha kalıcı öneme sahip olan olay, bölgenin bilim ve felsefe dili olarak Yunanca’yı benimsemesi olmuştur. Helenistik Dönemde Doğu şehirlerindeki Yunan kökenli nüfusun her zaman Yunan olmayan yurttaşların nüfusundan daha az olmasına karşılık, Yunanca zaman içinde kesin olarak bölgenin hâkim bilim ve felsefe dili haline gelmiştir.
Atina’daki eski felsefe okulları bu dönemde de varlıklarını sürdürmüştür. Ancak Helenistik Dönemde gerek bilim gerekse felsefe alanında ortaya çıkan önemli isimler artık Doğu bölgelerinden gelmekte olup bunlar çoğunlukla köken olarak da Yunan değildirler. Örneğin Stoacı Okulun kurucusu olan ve İskender’in ölümünden kısa bir süre sonra Atina’da Stoacı Okulu kuracak olan Zenon Kıbnslı olup damarlarında muhtemelen Fenikeli kanı dolaşmaktadır. Bu okulun ikinci kurucusu olarak kabul edilen Krizippos da Tarsusludur. Septik Okulun Orta Akademi Döneminin önemli temsilcisi Karneades ise Mısır’ın Kyrene şehrinden gelmektedir. Böylece bu dönemden antikçağın sonuna kadar Helenistik Doğu çoğu Doğu kökenli birçok bilim insanı ve filozofu tarih sahnesine çıkarmış, bunlar taşıdıkları Yunanca isimler altında, Yunan diliyle ifade ettikleri düşünceleri ve kaleme aldıkları eserleriyle Yunan ve insanlık kültürüne hizmet etmişlerdir.
İLKÇAĞ FELSEFE TARİHİ 4
HELENİSTİK DÖNEM FELSEFESİ:
EPİKUROSÇULAR, STOACILAR, SEPTİKLER
AHMET ARSLAN
ALFA