Hiç kimse bir şey bilemez, hatta bu bile kesin değildir. Doğru olduğuna inandığınız şeylere güvenemezsiniz çünkü yanılıyor olabilirsiniz. Her şey sorgulanabilir, her şeyden şüphe edilebilir. Bu nedenle yapabileceğiniz en iyi şey, açık fikirli olmayı sürdürmektir. Kendinizi bir düşünceye adarsanız, hayal kırıklığına uğrarsınız. Bu, eski Yunan ve daha sonra Roma’da birkaç yüzyıl popüler olan bir felsefi akım olan Şüpheciliğin ana öğretisiydi. Platon ve Aristoteles’ten farklı olarak, en aşırı şüpheciler herhangi bir konuda belli bir düşünceyi savunmaktan kaçındılar. Antik Yunanistan’da yaşamış Pyrrhon (M.Ö. 365-270), tüm zamanların en ünlü ve belki de en uç şüphecisidir. Hayatı da oldukça gariptir.
Birçok şey bildiğinizi düşünebilirsiniz. Örneğin şu anda bu kitabı okuduğunuzu biliyorsunuz. Ama şüpheciler bunu sorgularlar. Şu anda gerçekten de elinizdeki kitabı okuduğunuza ve yalnızca okuduğunuzu hayal etmediğinize neden inandığınızı düşünün. Bundan gerçekten emin olabilir misiniz? Okuyor gibi görünüyorsunuz —size öyle görünür. Ama belki de halüsinasyon ya da rüya görüyorsunuz (Bu, René Descartes’ın 1800 yıl sonra geliştireceği bir düşüncedir, bkz. 11. Bölüm). Sokrates’in, tek bildiğinin, hiçbir şey bilmediği olduğunda ısrar etmesi de şüpheci bir bakış açısıydı. Pyrrhon bunu çok daha da ileriye taşıdı; belki de biraz fazla ileriye.
Pyrrhon’un hayatıyla ilgili anlatılanlara inanılacak olursa (belki bunlardan da şüphe etmeliyiz), hiçbir şeye kesin gözüyle bakmamayı kariyere dönüştürdüğünü görürüz. Sokrates gibi o da hiçbir şey yazmadı. Dolayısıyla onunla ilgili bildiğimiz her şeyi ölümünden birkaç yüzyıl sonra başkalarının yazdıklarından öğreniriz. Onlardan biri de Diogenes Laertios’tur. Bize Pyrrhon’un meşhur olduğunu, yaşadığı yer olan Elis’te yüksek rahip konumuna getirildiğini ve onun onuruna filozofların vergi ödemek zorunda olmadığını söyler. Filozofların vergi ödememesi gayet iyi bir fikir olsa da, bunun doğru olup olmadığını bilmemizin yolu yoktur.
Yine de bilebildiğimiz kadarıyla, Pyrrhon şüpheciliğini oldukça olağanüstü şekillerde yaşadı. Onu koruyacak arkadaşları olmasaydı, yeryüzünde geçirdiği zaman çok kısa olurdu. Uzun yaşamak için her aşırı şüphecinin, kendisinden daha az şüpheci olan insanların desteğine ya da bolca şansa ihtiyacı vardır.
Pyrrhon hayata şöyle yaklaşırdı. Duyularımıza tamamen güvenemeyiz çünkü bazen bizi aldatırlar. Örneğin karanlıkta gördüğünüz bir şey hakkında kolayca yanılabilirsiniz. Tilki gibi görünen şey sadece bir kedi olabilir. Birinin size seslendiğini düşündüğünüz zaman yalnızca ağaçlar arasında esen rüzgârı işitmiş olabilirsiniz. Duyularımız bizi oldukça sık aldattığı için onlara asla güven olmayacağına karar verir Pyrrhon. Duyularının ona doğru bilgi verme olasılığını hepten göz ardı etmez ama meseleye karşı açık görüşlü tavrından da ödün vermez.
Dolayısıyla pek çok kişi sarp bir uçurumun kıyısındayken yürümeye devam etmeyi aptallık sayarken, Pyrrhon bunu yapmaz. Duyuları onu aldatabileceği için onlara güvenmez. Ayaklarının uçurumun kenarında kıvrıldığını ya da öne doğru devrildiğini hissetse bile aşağıdaki kayalara düşeceğine ikna olmaz. Kayalara düşmenin sağlığına zarar vereceği bile onun için açık değildir. Mutlak anlamda bundan nasıl emin olabilir ki? Hepsinin şüpheci olmadığını tahmin ettiğimiz dostları başına bir kaza gelmemesi için onu kollamasa büyük ihtimalle başı beladan kurtulmazdı.
Canını yakmayı isteyeceklerinden emin değilsen vahşi köpeklerden korkmanın bir anlamı var mı? Havlayıp diş göstermeleri ve size doğru koşmaları sizi kesinlikle ısıracakları anlamına gelmez. Isırsalar bile ille de canınız yanacak değil ya. Caddede karşıdan karşıya geçerken hızla akan trafik kimin umurunda? Arabalar size çarpmayabilir. Gerçekten kim bilebilir? Hem ölü ya da diri olsanız ne fark eder ki? Her nasılsa Pyrrhon, bu bütünüyle kayıtsızlık felsefesini sonuna kadar yaşamayı başardı, tüm olağan ve doğal insani duygularla davranış kalıplarını yendi.
En azından efsane böyle diyor. Onunla ilgili bu hikâyelerin bazıları, felsefesiyle dalga geçmek isteyenlerin uydurduğu masallar muhtemelen. Fakat hepsinin uydurma olduğu da söylenemez. Mesela gemiyle yolculuk yaptığı sırada, gelmiş geçmiş en korkunç fırtınalardan birinin ortasında kaldığında serinkanlılığı hiç bozmamasıyla ünlüdür. Sert rüzgâr geminin yelkenlerini parçalar, dev dalgalar tekneyi döver. Etrafındaki herkes korkuya kapılır ama Pyrrhon bunların hiçbirinden etkilenmez. Görünüşler sıklıkla aldatıcı olduğundan, fırtınadan gelebilecek herhangi bir zarardan da kesin olarak emin olamayacaktır. En tecrübeli denizciler bile paniğe kapıldığında, o sükûnetini korumuştur. Bu şartlar altında bile kayıtsız kalmanın mümkün olduğunu kanıtlamıştır. Bu hikâye muhtemelen gerçektir.
Pyrrhon gençliğinde Hindistan’a gitmişti. Muhtemelen sıradışı yaşamının ilham kaynağı da burası oldu. Hindistan, kendilerini aşırı, neredeyse inanılmaz boyutlarda fiziksel zorluklara tabi tutabilen ruhani hocalar ve guruların muazzam bir geleneğine sahipti: İçsel dinginliğe ulaşmak için diri diri gömülme, bedenin hassas bölgelerine ağırlıklar asma ve haftalarca yemek yemeden yaşama. Pyrrhon’un felsefeye yaklaşımı bir mistiğinkine yakındı. Bunu başarmak için kullandığı teknikler ne olursa olsun, dediklerini uyguluyordu. Sakin ruh hali, etrafındakileri derinden etkiliyordu. Ona göre, herhangi bir şey karşısında galeyana gelmemesinin nedeni, mutlak anlamda her şeyin bir yargı meselesi olmasıydı. Hakikati keşfetmenin bir yolu yoksa, endişeye de mahal yoktur. O zaman kendimizi bütün katı inançlardan uzaklaştırabiliriz, çünkü böyle inançlar her zaman hayal ürünüdür.
Pyrrhon’la tanışsaydınız büyük ihtimalle onun deli olduğunu düşünürdünüz. Belki de
gerçekten öyleydi. Ama düşünceleri ve davranışları tutarlıydı. Kesin dediğiniz pek çok şeyin anlamsız olduğunu, iç huzurunuza gölge düşürdüğünü düşünürdü. Çok fazla şeye kesin gözüyle bakmak kumdan kaleler inşa etmek gibidir. Düşüncelerinizin temelleri, inanmak istediğiniz kadar sağlam değildir ve sizi mutlu kılma ihtimalleri yoktur.
Pyrrhon felsefesini, mutlu olmak isteyen herkesin sorması gereken üç soru biçiminde düzgünce özetlemişti:
Nesnelerin gerçek yapısı nedir?
Nesneler karşısında duruşumuz ne olmalıdır?
Nesneler karşısında doğru bir duruştan ne kazanırız?
Cevapları basit ve isabetliydi. İlk cevap, dünyanın neye benzediğini kesinlikle bilemeyiz — o, anlayışımızın ötesinde bir şeydir. Hiç kimse gerçekliğin nihai doğasını bilemez. Bu bilgiyi elde etmek insanlar için mümkün değildir. Bu yüzden bu soruyu unutalım gitsin. Bu görüş, Platon’un Formlar Teorisine ve filozofların bunların bilgisini soyut düşünce yoluyla elde edebilecekleri ihtimaline tamamen çekişme içindedir (bkz. 1. Bölüm). İkincisi ilk cevabın sonucu olarak, kendimizi hiçbir görüşe teslim etmemeliyiz. Hiçbir şeyi kesin olarak bilemeyeceğimizden, tüm yargılarımızı askıya almalı ve hayatlarımızı yargıdan kaçınarak yaşamalıyız. Sahip olduğunuz her arzu, bir şeyin diğerinden daha iyi olduğuna inandığınızı gösterir. İstediğinizi elde edemediğinizde mutsuz olursunuz. Ne var ki, bir şeyin diğerinden daha iyi olduğunu bilemezsiniz. Dolayısıyla mutlu olmak için, kendimizi arzularımızdan kurtarmamız ve işlerin nasıl sonuçlanacağıyla ilgilenmememiz gerekir. Doğru yaşamanın yolu budur. Hiçbir şeyin önemli olmadığının farkına varın. Böylece hiçbir şey, ruh halinizi yani iç huzurunuzu bozmayacaktır. Üçüncüsü bu öğretiyi takip ederseniz, hayatınız şöyle olacaktır: Başta, herhangi bir şey hakkında muhtemelen ne diyeceğinizi bilemeyeceğiniz için, sessiz kalırsınız. Sonunda da bütün endişelerinizden arınırsınız. Bu da bir insanın hayattan bekleyebileceği en iyi şeydir. Tüm bunlar neredeyse dinsel bir deneyim gibidir.
Teoride böyle bir şeydi. Bu teori Pyrrhon özelinde işe yaramıştır anlaşılan, ancak insanlığın çoğu için aynı sonuçları vereceğini kabul etmek güçtür. Pek azımız onun önerdiği türde bir kayıtsızlık haline ulaşabilir. Herkes en kötü hatalarından onu kurtaracak bir arkadaş grubuna sahip olacak kadar şanslı değildir. Aslında herkes Pyrrhon’un tavsiyesini takip etseydi, Pyrrhoncu şüphecileri kendilerinden koruyacak kimse kalmazdı ve koca felsefe ekolü çok geçmeden uçurumun kenarından tepetaklak düşerek, hareket halindeki araçların önüne atlayarak ya da vahşi köpekler tarafından parçalanarak yok olup giderdi.
Pyrrhon’un yaklaşımının temel zayıflığı, “hiçbir şeyi bilemeyiz”le başlayıp “tehlikeli bir şey karşısındaki içgüdülerinizi ve hislerinizi yok saymalısınız” sonucuna ulaşmasıdır. Ne var ki birçok olası tehlikeden içgüdülerimiz sayesinde kurtuluruz. Bütünüyle güvenilir olmayabilirler, ama sırf bu nedenle içgüdülerimizi öylece yok sayamayız. Hatta Pyrrhon bile bir köpek ısırdığında oradan uzaklaşacaktır: Ne kadar istese de otomatik tepkilerini tam anlamıyla ortadan kaldıramazdı. Dolayısıyla Pyrrhoncu Şüpheciliği denemek ve sonuna kadar yaşamak aykırılık görünür. Bu şekilde yaşamanın Pyrrhon’un düşündüğü gibi bir iç huzuru sağladığı da kesin değildir. Pyrrhon’un Şüpheciliğiyle ilgili şüpheye düşmek mümkündür. Huzurun, onun girdiği türden tehlikelerle gerçekten elde edilip edilemeyeceğini sorgulamak isteyebilirsiniz. Bu öğreti Pyrrhon için işe yaradı diye sizin de işinize yarayacağı kesin mi? Vahşi bir köpeğin sizi ısıracağından yüzde yüz emin olamayabilirsiniz, ama yüzde doksan dokuzluk bir ihtimal varsa işi şansa bırakmamak akıllıca olur.
Felsefe tarihindeki tüm şüpheciler Pyrrhon kadar uç noktada değildi. Her zaman her şey kuşku altındaymış gibi yaşamak yerine, varsayımları sorgulayan ve inandığımız şeylere dair kanıtlara yakından bakan muazzam bir ılımlı şüphecilik geleneği de vardır. Bu çeşit bir şüpheci sorgulama, felsefenin özünde yatar. Aslında bu anlamda tüm büyük filozoflar şüphecidir. Bu dogmatikliğin karşıtıdır. Dogmatik olan biri gerçeği bildiğinden çok emindir. Filozoflar dogmaya meydan okurlar. İnsanların yaptıkları şeye neden inandıklarını, sonuçlarını desteklemek için ellerinde ne gibi kanıtlar olduğunu sorarlar. Sokrates ve Aristoteles’in yaptıkları buydu, günümüz filozofları da aynı şeyi yapar. Ama bunu sadece huzursuz etmek adına yapmazlar. Ilımlı felsefi şüpheciliğin amacı gerçeğe yaklaşmak, en azından ne kadar az bildiğimizi ya da bilebildiğimizi göstermektir. Bu tür bir şüpheci olduğunuz için uçurumun kenarından düşme tehlikesine girmeniz gerekmez. Ancak farklı sorular sormaya hazırlıklı olmanız ve insanların vereceği cevaplar hakkında eleştirel düşünmeniz gerekir.
Pyrrhon tüm endişelerden özgür olmayı tavsiye etse de çoğumuz bunu başaramayız. Ortak kaygılarımızdan biri de öleceğimiz gerçeğidir. Bir başka Yunan filozofu Epikuros bu konuyu nasıl kabullenebileceğimizle ilgili bazı zekice önerilerde bulunmuştur.
Felsefenin Kısa Tarihi – Nigel Warburton
Çeviren: Güçlü Ateşoğlu
Alfa