Hindular ineklere büyük saygı duyarlar çünkü inekler canlı olan her şeyin simgesidirler
Ana İnek
Ben her ne zaman yaşam biçimleriyle ilgili kılgısal ve dünyasal faktörlerin etkisine ilişkin tartışmalara girsem, birisi mutlaka diyecektir ki, “Peki ama Hindistan’daki aç köylülerin yemeyi reddettikleri o ineklere ne demeli?” Büyük besili bir ineğin yanıbaşında yırtık pırtık giysileri içinde açlıkla boğuşan bir çiftçi tablosu Batılı gözlemcilere güven yenileyen bir gizem duygusu verir. Bu durum bilgince söylenmiş ve herkesçe benimsenen sayısız anıştırmalara, o Doğuya özgü sırrına erilmez düşünce yapısı olan insanların nasıl davranmaları gerektiğine ilişkin en köklü inancımızı doğrulamış olur. Bir ölçüde “her zaman bir İngiltere olacaktır” sözü gibi – Hindistan’da tinsel değerlerin yaşamın kendisinden daha üstün olduğunu bilmek avutucu olmaktadır. Aynı zamanda bu bizde üzüntü yaratıyor. Bizlerden böylesine farklı insanları bir gün anlayacağımızı acaba umut edebilir miyiz? İnek hakkındaki Hindu sevgisi için işe yarar bir açıklama bulunabileceği düşüncesi Batılıları Hinduların kendisinden daha çok rahatsız ediyor. Kutsal inek – onu başkaca nasıl anabilirim?- bizim çok sevilen kutsal ineklerimizden biridir.
Hindular ineklere büyük saygı duyarlar çünkü inekler canlı olan her şeyin simgesidirler, Hıristiyanlar için Tanrı’nın anası Meryem ne demekse Hindular için yaşamın anası olan inek de aynı şeydir. Bu nedenle bir Hindu için bir ineği öldürmekten daha büyük bir dinsel saygısızlık yoktur. Hatta insan yaşamının yok edilmesi, ineği öldürmenin çağrıştırdığı simgesel anlamı, o korkunç kirletme anlamını içermez.
Bir çok uzmana göre, ineğe tapınma Hindistan’ın açlık ve yoksulluğunun bir numaralı nedenidir. Batı eğitimi görmüş kimi tarım uzmanlan, ineğin öldürülmesine karşı çıkan tabunun yüz milyon “yararsız” hayvanı yaşamda tuttuğunu söylerler. Onların savına göre ineğe tapılması tarımın verimini azaltır çünkü o yararsız hayvanlar ne süt ne de et vermedikleri gibi bir de ürün veren topraklar ve eldeki besinler için yararlı hayvanlara ve açlık çeken insanlara rakip olurlar. Ford Foundation tarafından desteklenen 1959 tarihli bir araştırmada Hindistan’ın sığırlarının olasılıkla yarısı kadarına besin sağlama açısından yararsız gözüyle bakılabileceği sonucuna varılmıştır. Ve Pennsylvania Üniversitesi’nden bir iktisatçı 1971’de Hindistan’da otuz milyon verimsiz inek bulunduğunu bildirmiştir.
Açıkça görünen şudur ki gereksinim fazlası, yararsız ve ekonomiye yük olan hayvanların sayısı çok büyüktür ve bu durum usdışı Hindu öğretilerinin doğrudan bir sonucudur. Delhi, Kalküta, Madras, Bombay ve öteki Hindistan kentlerine yolları düşen turistler ortalıkta başıboş dolaşan sığırların serbestliği karşısında şaşkına dönmüşlerdir. Hayvanlar caddeler boyunca gelişigüzel dolaşırlar, pazar yerindeki ahırların dışında otlaklar, özel bahçelere girerler, dışkılarını hep kaldırımlar üzerine boşaltırlar ve kalabalık kavşakların orta yerinde geviş getirmek için durarak trafiği altüst ederler. Kırsal kesimde anayolların banketlerinde toplanırlar ve zamanlarının çoğunu demiryolları güzergahı boyunca rasgele dolaşarak harcarlar.
İnek sevgisi yaşamı bir çok yönden etkiler. Devlet daireleri yaşlanmış inekler için bakımevleri açarlar ve buralarda hayvan sahipleri artık süt vermeyen ve gücü tükenmiş hayvanlarını ücretsiz olarak barındırırlar. Madras’ta polisler, başıboş gezen sığırlardan hastalanmış olanları toplar ve onları karakol yakınındaki küçük otlaklarda sağlıklarına kavuşuncaya değin otlatıp gözetir. Çiftçiler ineklere ailelerinin üyeleri gözüyle bakarlar, onları yapraktan çelenkler ve püskü ilerle süslerler, hastalandıklarında onlar için dua ederler, ve yeni bir buzağının doğumunu kutlamak için komşularını ve rahibi çağırırlar. Hindistan’ın her yanında, Hindular duvarlarına büyük, besili, beyaz inek vücutlu, mücevherler içindeki genç güzel kadınların resimlerinden oluşan takvimler asarlar. Bu yarı kadın – yarı zebu* tanrıçaların her birinin meme başlarından süt fışkırdığı görülür.
Güzel insan yüzü dışında, bu resimlerdeki inekler gerçek yaşamda görülen tipik ineğe pek az benzerler. Yılın büyük bölümünde o ineklerin kemikleri en göze çarpan özellikleridir. Her bir meme başından süt fışkırması şöyle dursun, o sıska yaratıklar bir tek buzağıyı olgunluk çağma yetiştirmeyi güçlükle başarırlar. Zebu ineğinin tipik hörgüçlü türünün verdiği bütün sütün yıllık ortalaması 250 kilonun altındadır. Sıradan bir Amerikan mandırasında sığırların süt verimi 2500 kilonun üzerindedir, oysa şampiyon sütçüler için verimin 10.000 kilo olması seyrek değildir. Ama bu karşılaştırma öykünün tümünü anlatmıyor. Hindistan’ın zebu ineklerinin yaklaşık yarısı hiç süt vermezler – bir tek damla bile.
İşin daha da kötüsü, inek sevgisi insan sevgisini özendirmez. Müslümanlar domuz etini reddettikleri ama sığır etini yedikleri için, çok sayıda Hindu onların inek katilleri olduklarını düşünürler. Hindistan altkıtasının Hindistan ve Pakistan olarak bölünmesinden önce, Müslümanların inekleri öldürmelerini engellemeyi amaçlayan kanlı toplu ayaklanmalar her yıl başgösteren olaylar haline geldi. Eski inek ayaklanmalarının anıları – örneğin Bihar’da 1917’de içinde otuz kişinin öldüğü ye 170 Müslüman köyünün son çivisine varıncaya dek yağmalandığı ayaklanma – Hindistan ile Pakistan arasındaki ilişkileri bozmayı sürdürmektedir.
Ayaklanmayı üzüntüyle karşılamakla birlikte, Mohandas K. Gandhi inek sevgisinin ateşli bir savunucusu oldu ve inek öldürmenin tümüyle yasaklanmasını istedi. Hindistan anayasası hazırlandığında, kapsamına alınan inek haklan bildirgesi inek öldürmenin her çeşidini yasadışı kılmayı pek göze alamadı. Bazı eyalet devletleri o zamandan beri inek öldürmeyi tümüyle yasaklamışlar, ama bazıları ayrıklıklara izin vermeyi sürdürmüşlerdir. İnek sorunu yalnız Hindularla Müslüman topluluğun arta kalanları arasında değil, ama iktidardaki Kongre Partisi ile inek severlerin aşırı Hindu hizipleri arasında da ayaklanma ve karışıklıkların belli başlı bir nedeni olarak durmaktadır. 7 Kasım 1966 günü, kadife çiçeklerinden çelenklerle süslenmiş ve vücutlarına inek gübresi külü sürünmüş halde şarkılar söyleyen çıplak görüntülü din adamlarının önderliğinde 120,000 kişilik başıbozuk bir kalabalık, Hindistan Parlamento Binasının önünde inek kesimine karşı gösteri yaptılar. Bunun ardından çıkan ayaklanmada sekiz kişi öldü ve kırk sekiz kişi de yaralandı. Bu olayı Tüm Partiler İnek Koruma Kampanyası Komitesi başkanı Muni Shustril Kumar’ın önderliğinde, din adamları arasında ulus çapında tutulan bir oruç dalgası izledi.
Tarım ve hayvan yetiştirmeye ilişkin çağcıl sanayi tekniklerini iyi bilen Batılı gözlemcilere göre, inek sevgisi anlamsızdır, hatta bir intihar niteliğindedir. Verimlilik uzmanı bu yararsız hayvanların hepsini ele geçirip onları hak ettikleri bir yazgıya doğru sürmek özlemi içindedir. Ne var ki inek sevgisinin suçlanmasında birtakım tutarsızlıklar vardır. Ben kutsal inek için acaba işe yarar bir açıklama bulunabilir mi diye düşünmeye başladığımda ilginç bir hükümet raporuyla karşılaştım. Rapora göre Hindistan’da pek çok inek bulunduğu halde pek az sayıda öküz vardı. Ortalıkta bu denli çok sayıda inek bulunmasına karşın, bir öküz kıtlığı nasıl olabilirdi? Öküzler ve erkek su sığırları Hindistan’ın tarlalarını sürmekte kullanılan çekim hayvanlarının başlıca kaynağıdır. Alanı on acre* ya da daha az olan her bir çiftlik için bir çift öküz ya da su sığırı yeterli sayılır. Bir parça aritmetik bilgisi şunu gösterir ki, toprağın sürülmesi ele alındığında, gerçekte hayvanların fazlalığı değil kıtlığı sözkonusudur. Hindistan’da 60 milyon çiftlik, ama yalnızca 80 milyon çekim hayvanı bulunur. Eğer her bir çiftliğe düşen kota iki öküz ya da iki su sığırı ise, çiftliklerde 120 milyon çekim hayvanı bulunması gerekir – yani, gerçekte varolandan 40 milyon fazlası.
Hayvan kıtlığı pek o kadar kötü olmayabilir çünkü çiftçiler komşularından öküzleri kiralayabilir ya da ödünç alabilirler. Ama tarla süren hayvanların ortaklaşa kullanımının çoğu kez uygulanamaz olduğu görülür. Tarlanın sürülmesi muson yağmurlarıyla eşgüdümlü olmalıdır, ve bir çiftliğin toprağı sürüldüğü sırada, başka bir toprağın sürülmesi için en uygun olan zaman çoktan geçmiş olabilir. Ayrıca, toprağın sürülmesi bittikten sonra, bir çiftçi bütün kırsal Hindistan’da yük taşıma işinin temel aracı olan öküz arabasını çekmek için kendi bir çift öküzüne hala gereksinim duyar. Büyük olasılıkla, çiftliklerin, çiftlik hayvanlarının, sabanların ve öküz arabalarının özel mülkiyette olması Hindistan tarımının verimini düşürmektedir, ama çok geçmeden anladım ki bu durum inek sevgisinden kaynaklanmış değildir.
Yük hayvanlarının kıtlığı Hindistan’ın köylü ailelerinin büyük çoğunluğunun üzerinde etkisini sürdüren korkunç bir tehdittir. Bir öküz hastalandığında, yoksul çiftçi, çiftliğini yitirme tehlikesi içindedir. Eğer yedek öküzü yoksa tefeci faiziyle borçlanmak zorunda kalacaktır. Gerçek halde milyonlarca köylü ailesi mal varlıklarının ya tümünü ya da bir bölümünü yitirmişler ve bu tür borçların bir sonucu olarak ya ortakçı ya da gündelikçi olmuşlardır. Her yıl yoksul çiftçilerin yüz binlercesi, sonunda, işsiz ve evsiz barksız insanlarla zaten dolup taşan kentlere göç etmektedirler.
Hasta ya da ölmüş öküzünün yerine yenisini koyamayan Hindistan çiftçisi, bozulmuş traktörünü ne yenileyebilen ne de onarabilen bir Amerikan çiftçisiyle aynı durumdadır. Ama şu önemli ayrım vardır: Traktörler fabrikalarda yapılırlar, ama öküzleri yapan ineklerdir. Bir ineğe sahip olan bir çiftçi öküzleri yapan bir fabrikaya sahiptir. İnek sevgisi ister olsun ister olmasın, bu durum onun ineğini mezbahaya satmakta pek hevesli olmaması için geçerli bir nedendir. Hindistan çiftçilerinin yılda yalnızca 250 kilo süt veren ineklere katlanmaya neden istekli olabileceklerini insan böylece anlamaya başlıyor. Eğer zebu ineğinin temel işlevi erkek çekim hayvanları doğurmak ise, temel işlevi süt üretmek olan özel Amerikan mandıra hayvanlarıyla onu karşılaştırmanın hiçbir anlamı yoktur. Bununla birlikte, zebu ineklerince üretilen süt bir çok yoksul ailelerin besin gereksinimlerini karşılamakta önemli bir rol oynamaktadır. Küçük miktarlardaki süt ürünleri bile öldürücü açlığın sınırında yaşamını sürdürmeye zorlanan insanların sağlığını iyileştirebilir.
Hindistan çiftçileri aslında süt elde etmek için bir hayvana sahip olmak istediklerinde, süt verme süreleri daha uzun olan ve tereyağı için zebu sığırlarından daha üstün kaliteli süt üreten dişi su sığırına yönelirler. Erkek su sığırları ayrıca sular altındaki çeltik tarlalarını sürmekte üstündürler. Ama öküzler daha çevik ve beceriklidirler ve kuru tarla çiftçiliğinde ve taşıma işlerinde öncelikle kullanılırlar. Hepsinden önemlisi, zebu türü hayvanlar olağanüstü güçlüdürler ve Hindistan’ın çeşitli bölgelerini zaman zaman büyük sıkıntıya sokan uzun süreli kuraklıklara dayanabilirler.
Tarım insan ve doğa ilişkileriyle ilgili uçsuz bucaksız bir sistemin bir parçasıdır. Bu “ekosistem”in birbirinden ayrı parçaları hakkında Amerikan tarım işletmesinin yönetimine ilişkin deyimlerle yargıya varmak çok acayip izlenimlere yol açar. Hindistan’ın ekosisteminde sığırlar, sanayileşmiş, yüksek enerji toplumlarından gözlemcilerin kolaylıkla gözden kaçırdıkları ya da küçümsedikleri durumlarda önemli yer tutarlar. Amerika Birleşik Devletlerinde, kimyasal maddeler tarım gübresinin temel kaynağı olarak neredeyse tümüyle hayvan gübresinin yerini almış bulunmaktadır. Amerikalı çiftçiler toprağı katırlar ya da atlarla değil de traktörlerle sürmeye başlayınca doğal gübre kullanmaya son verdiler. Traktörler gübreden çok zehir yaydıkları için, geniş çapta makinalı tarıma bağlanılması, hemen hemen zorunlu olarak kimyasal gübrelere bağlanma anlamına gelir. Ve dünyanın her yanında bugün gerçekten uçsuz bucaksız bir entegre petrokimya-traktör-kamyon sanayi kompleksi gelişmiştir; orada tarım makinaları, motorlu araçlar, petrol ürünleri ye benzin, kimyasal maddeler ve böcek ilaçları üretilir ve bunlar yüksek verimli üretim tekniklerine destek olur.
Sonucu iyi ya da kötü, Hindistan çiftçilerinin büyük çoğunluğu böyle bir komplekse katılamazlar, bunun nedeni onların ineklerine tapınmaları değil, traktör satın alma gücünden yoksun olmalarıdır. Öteki azgelişmiş ülkeler gibi, Hindistan da ne sanayileşmiş ulusların tesisleriyle yarışabilen fabrikalar kurabilir ne de büyük miktarlardaki sanayi ürünleri dışalımının bedelini ödeyebilir. Hayvanlardan ve gübreden ayrılıp traktörlere ve petrokimya ürünlerine yönelmek inanılmaz boyutta anamal yatırımları yapmayı gerektirir. Üstelik, ucuz hayvanların yerine pahalı makinaların kullanılmasının kaçınılmaz sonucu olarak, bir yandan geçimini tarımdan sağlayabilen insanların sayısı azalır, bir yandan da zorlamayla buna uygun biçimde orta boy çiftliğin oylumunda artış olur. Biz Amerika Birleşik Devletleri’nde büyük çaplı tarım işletmelerindeki gelişmenin küçük aile çiftliğinin gerçekten yıkılması anlamına geldiğini biliyoruz. Amerika Birleşik Devletlerinde yaklaşık yüz yıl önce ailelerin yüzde 60’ının çiftliklerde yaşamasına karşılık, halen bu oran yüzde 5’in altındadır. Eğer tarım işletmeleri Hindistan’da da benzer doğrultuda gelişecek olsaydı, yerinden yurdundan edilmiş ikiyüzelli milyon köylü için iş ve konut sağlamak gerekirdi.
Hindistan’ın kentlerindeki işsizlik ve konutsuzluktan kaynaklanan acılar zaten dayanılmaz boyutlarda olduğu için, kentsel nüfusa eklenen her kitlesel artış ancak benzeri görülmemiş karışıklık ve yıkımlara yol açabilir.
Bu seçeneği göz önünde tutunca, düşük enerjili, küçük ölçekli, hayvana dayalı dizgeleri anlamak kolaylaşıyor. Daha önce gösterdiğim gibi, inekler ve öküzler, traktörlerin ve traktör fabrikalarının yerini tutan düşük enerjili araçlardır. Onların bir petrokimya sanayinin işlevlerim verine getirmekle oldukları da ciddiye alınmalıdır. Hindistan’ın sığırları her yıl yaklaşık 700 milyon ton miktarında kullanılabilir gübre bırakırlar. Bu toplamın aşağı yukarı yarısı tarımda gübre olarak kullanılır, geri kalanın büyük çoğunluğu ise yemek pişirmek için gerekli ısıyı sağlamak üzere yakılır. Hintli ev kadınının yemek pişirmekte kullandığı başlıca yakıt olan bu gübreden elde edilen yıllık ısı miktarı, 27 milyon ton gazyağının, 35 milyon tor kömürün, ya da 68 milyon ton kömürün verdiği ısıya eşdeğerdedir. Hindistan’ın ancak küçük miktarlarda petrol ve kömür rezervlerine sahip olması ve eskiden beri geniş çaplı ormansızlaşmanın kurbanı olması nedeniyle, anılan yakıtların hiçbirinin gerçekte inek dışkısının yerini ala bileceği düşünülemez. Mutfakta dışkı gübre kullanılması düşüncesi sıradan Amerikalıya çekici gelmeyebilir, ama Hintli kadınlar ona üstün bir mutfak yakıtı gözüyle bakarlar çünkü 6 günlük ev işlerine çok iyi uyarlanır. Hint yemeklerinin büyük çoğunluğu ghee olarak bilinen arıtılmış tereyağı ile hazırlanır ve bu iş için ısı kaynağı olarak inek dışkısı yeğlenir çünkü yemeği kavurmayan temiz, yavaş ısıtan, uzun süren bir alevle yanar. Bu durum Hintli ev kadınının yemeklerini pişirmeye başlayınca saatler boyu yemeklerin başında beklemeyip çocuklarıyla ilgilenmesine, tarla işlerinde yardımcı olmasına ya da ufak tefek ev işlerini yürütmesine olanak sağlar. Amerikalı ev kadınları benzer bir sonucu son model fırınların pahalı becerileriyle elektronik kontrolleri kapsayan karmaşık bir düzenekle elde ederler.
İnek dışkısının en azından önemli bir işlevi daha vardır. Su ile karıştırılıp hamur haline getirilince evde döşeme malzemesi olarak kullanılır. Bir toprak taban üzerine sürülüp düz bir düzey halinde sertleşmeye bırakıldığında tozlanmayı önler ve ^süpürgeyle çok iyi temizlenir.
Sığırların bıraktıkları dışkıların yararlı pek çok özellikleri olduğu için her bir parçası özenle toplanır. Köyün çocuklarına ailenin çevrede dolaşan ineğini izleme ve onun günlük petrokimya ürünlerini eve getirme görevi verilir. Kentlerde, çöpçü kastları başıboş hayvanlarca bırakılan dışkılar üzerinde kurdukları bir tekelden yararlanırlar ve ev kadınlarına dışkı satarak geçimlerini sağlarlar.
Tarım işletmesi açısından bakınca, süt vermeyen ve kısır olan bir inek ekonomik bir beladır. Ama köylü açısından bakınca, süt vermeyen ve kısır olan o aynı inek tefecilere karşı elde kalan son umutsuz savunma aracıdır. Elverişli bir muson yağmurunun en bitkin hayvanı bile eski gücüne kavuşturabilme ve ineğin semirme, yavrulama ve süt yermeye yeniden başlama şansı daima vardır. Çiftçinin duaları bunun içindir; bazen de duaları kabul edilir. Bu arada hayvanın dışkılaması sürüp gider. İşte böylece insan sıska yaşlı çirkin bir ineğin kendi sahibinin gözüne hala neden güzel göründüğünü yavaş yavaş anlamaya başlar.
Zebu sığırlarının vücutları küçüktür, sırtlarında enerji depolayan hörgüçleri vardır, ve hastalanınca kendilerini toparlama güçleri büyüktür.
Bu nitelikler Hindistan’ın özel koşullarına uygun düşmektedir. Bu yerli hayvan türleri çok az besin ya da suyla uzun süre yaşayabilme gücündedirler ve tropikal iklimlerdeki öbür hayvan türlerine musallat olan hastalıklara karşı yüksek bir direnç gösterirler. Zebu öküzleri nefes alıp vermeye devam ettikleri sürece işte kullanılırlar. Vaktiyle Johns Hopkins Üniversitesi’nde çalışmış bir veteriner olan Stuart Odend’hal, ölümlerinden bir kaç saat öncesine değin normal olarak çalışan ama yaşamsal organları ağır biçimde hasara uğramış bulunan Hint sığırları üzerinde alan otopsileri yapmıştır. Kendilerini onarma güçlerinin muazzam olması nedeniyle, bu hayvanlar canlı oldukları sürece artık hiç “işe yaramaz” diye asla öyle kolayca gözden çıkarılmazlar.
Ama er geç, bir hayvanın hastalıktan iyileşme umutlarının , hepten yok olduğu ve hatta dışkı çıkarmasının son bulduğu bir gün mutlaka gelir. Ve Hindu çiftçi besin için onu kesmeyi ya da mezbahaya satmayı hala reddeder. Bu durum inek kesimi ve sığır eti tüketimi üzerindeki dinsel tabuların dışında bir açıklaması bulunmayan zararlı bir ekonomik uygulamanın yadsınamaz bir kanıtı değil midir ?
İnek sevgisinin inek kesimine ve sığır eti yenmesine karşı direnmeleri için insanları seferber ettiğini kimse yadsıyamaz. Ama ben inek kesimi ve sığır eti yenmesine ilişkin tabuların zorunlu olarak insanın yaşamı sürdürmesi ve gönenci üzerinde olumsuz bir etki yapacağı görüşüne katılmıyorum. Bir çiftçi yaşlı ya da işi bitmiş hayvanlarını keserek ya da satarak belki fazladan bir kaç rupi daha kazanabilir ya da ailesinin beslenmesini sınırlı bir süre için iyileştirebilir. Ama onun hayvanını mezbahaya satmayı ya da kendi sofrası için kesmeyi reddetmesi uzun vadede yararlı sonuçlar doğurabilir. Çevrebilimsel çözümlemenin yerleşmiş bir ilkesine göre canlı varlıklardan oluşan topluluklar ortalama koşullara değil uç koşullara uyarlanırlar. Hindistan’da bunu örnekleyen durum muson yağmurlarının sık görülen aksamasıdır. İnek kesimine ve sığır eti yenmesini yasaklayan tabuların ekonomik anlamını değerlendirmek için, dönemsel kuraklıklar ve kıtlık bağlamında bu tabuların ne anlama geldiğini irdelememiz gerekir.
İnek kesimi ve sığır eti yenmesi üzerindeki tabu, doğal seçilmenin bir sonucu olduğu kadar, zebu türü hayvanların vücutlarının küçük ve kendilerini onarma güçlerinin çok büyük olmasının da sonucudur. Kuraklıklıklar ve kıtlıklar sırasında, çiftçilerin hayvanlarını kesme ya da satma eğilimleri yeğin olur. Bu eğilime boyun eğenler, kuraklık dönemini ölmeden aşsalar bile, aslında kesinlikle ölümlerini hazırlarlar, çünkü yağmurlar başladığında tarlalarını sürme gücünden yoksun kalırlar. Konunun önemini daha da çok vurgulamak isterim: Kıtlığın baskısı altında sığırların kitlesel boyutta yokedilmesinin toplumun gönenci için oluşturacağı tehlike, çiftçi bireylerin normal durumlarda kendi hayvanlarının yararlılığı konusunda yapacakları her türlü olası hesap yanlışının yaratacağı tehlikeden çok daha büyüktür. İnek kesimiyle ortaya çıkan o korkunç saygısızlığa uğramışlık duygusunun köklerinin yaşamı sürdürmenin günlük gereksinimleriyle uzun vadeli koşulları arasındaki o dayanılmaz çelişkiyle beslenmesi olası görünüyor. Dinsel simgeleri ve kutsal öğretileriyle inek sevgisi çiftçiyi yalnızca kısa vadede “ussal” hesaplara karşı korumaktadır. Batılı uzmanlara göre “Hintli çiftçi ineğini yemektense açlıktan ölmeyi yeğler. ” Aynı tür uzmanlar “anlaşılmaz Doğu aklı” hakkında konuşmayı severler ve şöyle düşünürler: “Asyalı kitlelere göre yaşam pek o kadar değerli değildir.” Bilmezler ki çiftçi açlıktan ölmektense ineğini yemeği yeğleyecektir, ama eğer ineğini yerse açlıktan ölecektir.
Kutsal yasaların ve inek sevgisinin desteğine karşın, kıtlığın baskısı altında sığır eti yeme isteği bazen dayanılmaz hale gelir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Bengal’de kuraklıklardan ve Japonların Burma’yı işgal etmelerinden kaynaklanan büyük bir kıtlık yaşandı. İneklerin ve çekim hayvanlarının yokedilmesi 1944 yazında öylesine tehlikeli boyutlara vardı ki İngilizler ,inek koruma yasalarını zorla uygulamak üzere askeri birlikler kullanmak zorunda kaldılar. 1967’de The New York Times’ın haberi şöyle:
Kuraklık çeken Bihar bölgesinde ölümcül açlıkla karşı karşıya gelen Hindular, Hindu dininde kutsal olsalar da inekleri kesip etini yiyorlar.
Gözlemcilerin verdiği bilgiye göre, “halkın yoksulluğu akıl almaz boyuttaydı.”
İyi zamanlarda kesinlikle yararsız olan birtakım hayvanların yaşlılık çağına değin yaşamayı sürdürmesi, kötü zamanlarda yararlı hayvanların kıyıma uğramalarına karşı korunmaları için ödenmesi gereken fiyatın bir parçasıdır. Ama ben hayvan kesiminin yasaklanması ve sığır eti tabusu nedeniyle uğranılan kaybın gerçekte ne kadar olduğunu merak ediyorum. Batılı tarım işletmeciliği görüşü açısından, Hindistan’ın bir et paketleme endüstrisine sahip olmaması usdışı görünen bir durumdur. Ama Hindistan gibi bir ülkede böyle bir sanayi için varolan gerçek potansiyel çok sınırlıdır. Sığır eti üretimindeki büyük bir artış, inek sevgisinden dolayı değil ama termodinamik yasaları nedeniyle bütün ekosistemi zorlayacaktır. Herhangi bir besin zincirinde, araya yeni hayvan halkalarının girmesi, besin üretiminin verimliliğinde büyük bir düşüşe yol açar. Bir hayvanın yediklerinin kalori değeri onun vücudunun kalorisel değerinden daima çok daha fazladır. Bunun anlamı şudur: Bitkisel besin bir insan topluluğu tarafından doğrudan doğruya tüketildiğinde kişi basına düşen kalori miktarı o besin evcilleştirilmiş hayvanların beslenmesinde kullanıldığı zamankinden daha büyüktür.
Amerika Birleşik Devletleri’nde sığır eti tüketiminin yüksek düzeyde olması nedeniyle, ekim alanlarının dörtte üçü insanları değil de hayvanları beslemek için kullanılır. Hindistan- da kişi başına alman kalorinin günlük gereksinimin en alt düzeyinin zaten altında olması nedeniyle ekim alanlarını et üretimine özgülemek ancak besin fiyatlarının daha da yükselmesine ve yoksul ailelerin yaşam standartlarının daha da bozulmasına yol açar. İnek sevgisine ister inansınlar ister inanmasınlar, Hintlilerin yüzde 10’undan fazlasının beslenmelerinde sığır etine önemli bir yer verebileceklerinden ben kuşkuluyum.
Mezbahalara yaşlı ve işe yaramaz hayvanların daha fazla sayıda gönderilmesinin bunları en çok gereksinen insanlar için beslensel kazançlar sağlayacağından da kuşku duyarım. Bu hayvanların büyük çoğunluğu, mezbahaya gönderilmeseler bile, şu ya da bu biçimde yenmektedir, çünkü Hindistan’ın her yanında bulunan alt kastların üyeleri ölü sığırları yeme hakkına sahiptirler. Nasıl olsa, her yıl yirmi milyon sığır ölür, ve onların etinin büyük bir bölümü hayvan leşi yiyen “paryalar” tarafından tüketilir.
Hindistan’da bir çok yıllar çalışmış bir antropolog olan dostum Dr. Joan Mencher varolan mezbahaların Hindu olmayan orta sınıf kentlilere hizmet verdiğini belirtir. Bildirdiğine göre “paryalar besinlerini başka yollardan elde ederler. Eğer köyde bir inek açlıktan ölürse bu parya için iyidir, ama hayvan Müslümanlara ya da Hıristiyanlara satılmak üzere kentin bir mezbahasına satılmışsa bu kötüdür.” Dr. Mencher’i bilgilendirenler önce Hinduların sığır eti yediklerini yadsımışlar, ama “üst kast”tan Amerikalıların bifteği sevdiklerini öğrendikleri zaman sığır etinden yapılmış Hint yemeğini lezzetli bulduklarını itiraf etmişlerdir.
Tartışmakta olduğum başka her konu gibi, paryaların et tüketimi de kılgısal koşullara çok iyi uyarlanmıştır. Et yiyen kastlar aynı zamanda deri işleyen kastlar olmaya yönelirler, çünkü ölmüş sığırların derilerini işleme hakkına sahiptirler. Böylece inek sevgisine karşın, Hindistan dev bir deri işleme endüstrisine sahip olmayı başarmıştır. Ölümlerinde bile, görünüşte yararsız olan hayvanlardan insansal amaçlar için yararlanılması sürüp gitmektedir.
Ben sığırların çekim, yakıt, gübre, süt, döşeme kaplama, ve deri alanlarında yararlı oldukları konusunda haklı olabilirim, ama gene de bütün o kompleksin çevresel ve ekonomik anlamı hakkında yanlış bir yargıya varabilirim. Her şey Hindistan’ın dev nüfusunun gereksinmelerini karşılayacak alternatif yolların doğal kaynaklar ve insan gücü olarak maliyetinin ne olacağına bağlıdır. Bu maliyetler geniş ölçüde sığırların ne yedikleriyle belirlenir. Bir çok uzman şunu kabul ediyor ki insanlarla inekler toprak ve besin ürünleri uğrunda ölümcül bir yarışmada kilitlenmişlerdir. Eğer Hindistan çiftçileri Amerikan tarım işletmesi modelini izlemiş ve hayvanlarını besin ürünleriyle beslemiş olsalardı bu doğru olabilirdi. Ama kutsal inek hakkındaki aykırı gerçek şudur ki o süprüntü yiyen yorulmak nedir bilmez bir yaratıktır. Ortalama ineğin tükettiği besinin ancak önemsiz bir parçası otlaklardan ve inek için saklanmış besin ürünlerinden gelir.
Bu durum ortalıkta dolaşan ve trafiği karıştıran ineklere ilişkin bütün o ardı arkası gelmez raporlardan açıkça anlaşılmış olmalıdır. Pazar yerlerinde, çimenler üzerinde, karayolları ve demiryolları çevresinde, ve tepelerin çorak yamaçları üzerinde bu hayvanlar ne yaparlar? Onlar insanlarca doğrudan tüketilemeyen çayır otlarının, anızların, ve süprüntülerin her bir parçasını yiyerek bunları süte ve öteki yararlı ürünlere dönüştürmenin dışında ne yaparlar? Dr. Odend’hal Batı Bengal’deki sığırlar konusunda yaptığı araştırmasında ortaya koymuştur ki insansal besin ürünlerinin yenmeye elverişsiz artıkları, özellikle pirinç sapları, buğday kepeği, ve pirinç kabukları, sığırların diyetindeki temel öğeyi oluştururlar. Ford Vakfı, varolan besin miktarına göre sığırların yarısının fazla olduğu kestirimini yapmıştır ki bu sığırların yarısının yem ürünlerini kullanmadan bile yaşamda kalmayı başardıkları anlamına gelir. Ama bu eksik bir değerledirmedir. Sığırların yedikleri olasılıkla insanların yemelerine elverişli ürünlerin yüzde 20’sinden daha az bir miktardan ibarettir; bunun büyük bir bölümü süt vermeyen ve kısır olan ineklere değil de iş gören öküzlere ve su sığırlarına yedirilir. Odend’hal, kendi araştırma alanında sığırlarla insanlar arasında toprak ya da besin sağlanması konusunda bir yarışma olmadığını buldu: “Aslında, sığırlar insanlar için doğrudan yararı pek az olan öğeleri hemen yarar sağlayan ürünlere dönüştürürler’. ”
İnek sevgisinin böylesine sıklıkla yanlış anlaşılmasının nedeni varsıllar ve yoksullar için ayrı anlamlar taşımasıdır. Yoksul çiftçiler onu .çöplerden yararlanma izni olarak kullanırlar, oysa varsıllar buna hırsızlık diyerek direnirler. Yoksul çiftçiye göre, inek kutsal bir dilencidir; varsıl çiftçiye göre hırsızdır. Zaman zaman inekler birinin otlaklarına ya da ekili tarlalarına dalarlar. Mal sahipleri suç duyurusunda bulunurlar, ama yoksul çiftçiler hayvanlarını geri almak için cahilliklerini ileri sürerler ve inek sevgisine bel bağlarlar. Eğer bir çekişme varsa, bu insan ile insan ya da kast ile kast arasındadır, insan ile hayvan arasında değil.
Kent ineklerinin de sahipleri vardır ki bunlar inekleri gündüzleri otlamaları için salıverirler ve geceleri de sütlerini sağmak için geri getirirler. Dr. Mencher bir ara Madras’ta orta sınıftan bir mahallede yaşadığı sırada komşularının yerleşim alanına dalan “başıboş” ineklerden hep yakındıklarını anlatır. Gerçekte başıboş ineklerin sahipleri bir dükkanın üzerindeki bir odada yaşayan ve komşularına kapı kapı dolaşıp süt satan insanlardır. Yaşlı hayvan yurtlarına ve polisin inek ağıllarına gelince, bunlar bir kent ortamında inek bulundurmanın riskini azaltma isini çok iyi yürütürler. Artık süt vermeyen bir ineğin sahibi, polis ineği ele geçirip bir barınağa götürünceye değin, otlasın diye onu ortalığa salma kararını verebilir. İnek kendini toparlayınca, sahibi küçük bir para cezası öder ve hayvanı çok alışık olduğu çevreye bırakır. Benzer bir ilkeye göre işletilen yaşlı hayvan bakım yurtlan, kent ineklerine aksi halde yararlanamayacakları hükümet destekli ucuz otlaklar sağlarlar.
Bu arada belirtelim ki, kentlerde süt satın almanın yeğlenen biçimi ineği eve getirtip orada sağdırtmaktır. Genellikle ev halkının su ya da idrarla karışmış bir süt değil temiz süt aldığından emin olabilmesinin tek yolu budur.
Bu düzenlemeler konusunda en inanılmaz görünen yargı bunların israfçı, ekonomiye aykırı Hindu uygulamalarının kanıtı diye yorumlanmakta olmasıdır, oysa gerçekte bunlar tasarruf ve tarımda Batılı “Protestan” standartlarını çok aşan bir tutumluluk düzeyini yansıtırlar. İnek sevgisiyle ineğin gerçekten son süt damlasını çekip almaktaki acımasız kararlılık pekala bağdaşabilir. İneği kapı kapı dolaştıran adam içi doldurulmuş buzağı derisinden oluşturduğu bir yapma buzağıyı görevini yapmaya kandırmak üzere ineğin yanına koyar. Bu sonuç vermezse, inek sahibi phooka’ya baş vurabilir, yani içi boş bir boruyla ineğin döl yatağına hava verir, ya da doom dev’e başvurabilir, yani hayvanın kuyruğunu döl yolu boşluğuna sokar. Gandhi ineklere Hindistan’da dünyanın her hangi bir yerindekinden daha zalimce davranıldığına inanıyordu. “Son damla sütünü de almak için onu nasıl da sömürüyoruz, “diye üzülürdü. “Bir deri bir kemik kalıncaya dek onu nasıl da aç bırakıyoruz, buzağılara ne kadar kötü davranıyoruz, kendi süt paylarından onları nasıl da yoksun bırakıyoruz, öküzlere ne kadar zalimce davranıyoruz, onları nasıl iğdiş ediyoruz, onları nasıl dövüyoruz, onları nasıl aşırı yüklüyoruz. ”
İnek sevgisinin varsıl ve yoksul için değişik anlamlar taşıdığını hiç kimse Gandhi’den daha iyi anlamış değildir. Ona göre inek Hindistan’ı içtenlikle ulus olmaya doğru devinime geçiren savaşın on önemli odak noktasıydı. Küçük ölçekli tarım isletmesi, elle çalıştırılan bir çıkrıkta pamuk ipliği yapımı, vere bağdaş kurup oturma, bir peştemal kuşanılması, etyemezlik, yaşama saygı, ve şiddete hiç başvurmama hep inek sevgisiyle birlikte düşünülür. Köylü kitleleri, kent yoksulları, ve paryalar arasında bulduğu o sevgi dolu çok geniş desteği Gandhi sözü geçen temalara borçludur. Onun kendi halkını sanayileşmenin yıkımlarına karşı koruma yolu buydu.
“Gereksinim fazlası” hayvanları yokederek Hindistan tarımını daha verimli kılmak isteyen ekonomistler varsıl ve yoksullar için ahimsa’nın* içerdiği oransız etkileri bilmiyorlar. Örneğin, Profesör Alan Heston sığırların yerine başkaları kolayca konulamayan yaşamsal işler yaptıklarını kabul eder. Ama onun yaptığı öneriye göre eğer inek sayısında 30 milyon kadar bir azalma olursa aynı işlevler daha verimli olarak yürütülebilecektir. Bu rakamın dayandığı varsayıma göre gerekli özen gösterildiğinde halen var olan öküz sayısının yerine yenilerini koymak için 100 erkek hayvan başına yalnızca 40 inek yeterli olacaktır. Bu formüle göre, yetişkin erkek sığır sayısı 72 milyon olunca gereken doğurgan inek sayısı 24 milyon olmalıdır. Gerçek halde, 54 milyon inek vardır. Heston bu 54 milyondan 24 milyonu çıkarınca, yok edilecek 30 milyon “yararsız” hayvan sayısına ulaşıyor. Böylece bu “yararsız” hayvanların tüketmekte oldukları kuru ot, saman ve besin ürünleri geriye kalan hayvanlar arasında paylaşılacak ve bu hayvanlar daha sağlıklı hale gelerek ürettikleri süt ve gübre miktarını eski düzeyde tutmayı ya da önceki düzeylerin üzerine çıkarmayı başarabileceklerdir. Ama kimlerin inekleri feda edilecektir? Toplam sığırların yaklaşık yüzde 43’ü çiftliklerin en yoksul olan yüzde 62’sinde bulunmaktadır. İki buçuk ya da daha az dönümlük topraktan oluşan bu çiftlikler otlak ya da çayırlık alanların ancak yüzde 5’ine sahiptirler. Başka deyişle, süt vermez, kısır, ve güçsüz halleri geçici olan hayvanların büyük çoğunluğuna sahip bulunan insanlar en küçük ve en yoksul çiftliklerde yaşamaktadırlar. Öyle ki, ekonomistler 30 milyon inekten kurtulmaktan söz ederlerken, aslında onlar zengin ailelere değil, yoksul ailelere ait olan 30 milyon inekten kurtulmaktan söz ederler. Ama yoksul ailelerin büyük çoğunluğunun yalnızca bir ineği vardır, o halde bu tasarrufun özet olarak anlamı pek öyle 30 milyon inekten kurtulmak değil de 150 milyon insandan – onları topraklarından koparıp kentlere doğru göçe zorlayarak – kurtulmaktır.
İnek katliamının ateşli yandaşları öğütlerini anlaşılır bir yanlışa dayandırırlar. Onların çıkardığı sonuca göre çiftçiler hayvanlarını öldürmeyi reddettikleri için, ve öldürmeye karşı dinsel bir tabunun varlığı nedeniyle, ineklerin öküzlere oranının yüksek olmasının başlıca sorumlusu anılan tabudur. Onların yanlışı gözlemlenen oranın kendisinde gizlidir: 100 öküze karşı 70 inek. Eğer çiftçilerin ekonomik yönden yararsız inekleri öldürmelerini önleyen etken inek sevgisi ise, nasıl oluyor da ineklerin sayısı öküzlerden yüzde 30 oranında daha az oluyor? Madem ki doğan dişi hayvan sayısı yaklaşık olarak erkek hayvan sayısı kadardır, o halde erkeklere göre dişilerin daha çok ölmesinin bir nedeni olmalıdır. Bu bilmecenin çözümü şöyledir: Her ne kadar hiç bir Hindu çiftçi bir dişi buzağıyı ya da güçten düşmüş bir ineği bir sopa ya da bıçakla bile bile öldürmezse de, kendi anlayışına göre gerçekten yararsız hale geldiklerinde onlardan kurtulabilir ve gerçekten de kurtulur. Doğrudan öldürme dışında çeşitli yöntemler uygulanır. Örneğin, istenmeyen buzağıları “öldürmek” için onların boyunlarına üçgen biçiminde ağaçtan bir boyunduruk takılır öyle ki buzağılar süt emmeye çabaladıkları sırada boyunduruk ineğin memesine çarpınca öldürücü çifteyi yerler. Daha yaşlı hayvanlar sadece kısa iplerle bağlanırlar ve açlıktan ölüme terk edilirler – eğer hayvan zaten zayıf ve hastalıklı ise ölümü uzun sürmez. Nihayet, sayısı bilinmeyen güçten düşmüş inekler Müslüman ve Hıristiyan aracılar eliyle gizlice satılırlar ve sonunda kendilerini mezbahada bulurlar.
Eğer biz gözlem konusu yapılmış ineklerin öküzlere oranlarını açıklamak istiyorsak, o zaman inek sevgisini değil, yağmuru, rüzgarı, suyu, ve toprağı kullanma modellerini incelemek zorundayız. Bunun kanıtı Hindistan’ın çeşitli bölgelerindeki tarımsal dizgenin çeşitli öğelerinin göreli önemine göre ineklerin öküzlere oranının değişmekte olmasıdır. En önemli değişken pirinç üretimine ayrılan sulama suyunun miktarıdır. Her nerede geniş, sulak çeltik tarlaları varsa oralarda yeğlenen çekim hayvanı genellikle su sığırı olur, ve o zaman bir süt kaynağı olarak da zebu ineğinin yerini dişi su sığırı alır. Eriyen Himalaya karlarının ve Muson yağmurlarının yarattığı Kutsal Ganj Irmağı’nı içeren o uçsuz bucaksız Kuzey Hindistan ovalarında, ineklerin öküzlere oranının 100’e karşı 47’ye dek düşmesinin nedeni işte budur. Seçkin Hintli iktisatçı K. N. Raj’ın belirttiği gibi, Ganj Vadisi’nde içinde yıl boyunca sürekli çeltik üretimi yapılan yörelerde inek-öküz oranları en uygun kuramsal noktaya yaklaşmıştır. Bu durum çok daha dikkate değer çünkü söz konusu bölge – Ganj Vadisi – Hindu dininin kalbidir ve en kutsal tapınaklar orada bulunur.
Öküzlere göre ineklerin yüksek oranda olmasının başlıca sorumlusunun din olduğu yolundaki kuramın yanlışlığı Hindu Hindistan ile Müslüman Batı Pakistan arasındaki bir karşılaştırmayla da ispatlanır. İnek sevgisi, sığır kesimi ve sığır eti yeme tabularının reddedilmesine karşın, Batı Pakistan’ın bütününde her 100 erkek hayvana karşı 60 inek bulunur ki bu oran Hindistan’ın yoğunlukla Hindu olan Uttar Pradeş eyaletinin ortalamasından oldukça yüksektir. Uttar Pradeş’te su sığırının ve sulama kanalının önemi açısından seçilen bölgeler Batı Pakistan’ın çevresel yönden benzer bölgeleriyle karşılaştırıldığında, dişi sığırların erkek sığırlara oranlarının hemen hemen aynı oldukları ortaya çıkmaktadır.
Ben sığır sevgisinin sığırların eşey oranı ya da tarımsal dizgenin öteki yönleri üzerinde hiç bir etkisi olmadığını mı söylemek istiyorum? Hayır. Ben şunu söylemek istiyorum: İnek sevgisi karmaşık, güzelce eklemlenmiş özdeksel ve kültürel bir düzen içinde yer alan etkin bir öğedir. İnek sevgisi, israfa ya da tembelliğe hemen hiç yer vermeyen düşük enerjili bir ekosistemde yaşamı dirençle sürdürmek için insanların gizli yeteneğini seferber eder. İnek sevgisi, süt vermezliği ya da kısırlığı geçici ama gene de yararlı hayvanları koruyarak; pahalı enerjiye dayalı sığır eti endüstrisinin gelişimini önleyerek; kamu topraklarında ya da emlak sahibinin zararına semiren sığırları koruyarak; kuraklık ve kıtlıklar sırasında sığırların kendilerini toparlama gizilgücünü sürdürerek, insanların duruma uyarlanma esnekliğine olumlu katkıda bulunur. Herhangi bir doğal ya da yapay bir dizgede olduğu gibi burada da, anılan karmaşık etkileşimlerle ilgili bazı kaymalar, sürtüşmeler, ya da israflar olur. Yarım milyar insan, hayvan, arazi, işgücü, siyasal ekonomi, toprak ve iklim, hepsi sürecin içinde yer alır. Hayvan katliamının ateşli yandaşlarının savına göre ineklerin gelişigüzel çoğalmalarına izin verilmesi ve sonra onların bakımsız ve aç bırakılarak sayıca azaltılması İsrafil ve verimsiz olur. Bunun doğru olduğundan kuşkulanmıyorum, ama yalnızca sınırlı ve görece önemsiz bir anlamda. Bir tarım mühendisinin bilinmeyen bir sayıdaki çok yararsız hayvanlardan kurtularak sağlayabileceği tasarruflar, inek sevgisinin kutsal bir görev olmaktan çıkması halinde, özellikle de kuraklık ve kıtlıklar sırasında, marjinal köylülerin karşılaşacağı müthiş kayıplarla karşılaştırılmalıdır.
Bütün insan eylemlerinin etkili biçimde seferber edilmesi psikolojik yönden insanı zorlayan inanç ve öğretilere dayandığı için, biz ekonomik sistemlerin daima optimum verimlilik noktalarının altında ve üstünde dalgalanmasını beklemek zorundayız. Ama bütün sistemin bilincini kötüleyerek daha iyi çalıştırılabileceği varsayımı bönlüktür ve tehlikelidir. Varolan sistem içinde esaslı gelişmeler Hindistan’ın insan nüfusunu dengelemekle, ve daha çok sayıda insana daha hakça bir ilkeye göre, daha çok toprak, su, öküz; ve su sığırı sağlamakla gerçekleştirilebilir. Bunun karşı seçeneği varolan sistemi yıkmak ve onun yerine baştanbaşa yeni bir demografik, teknolojik, siyasal- ekonomik, ve ideolojik ilişkiler düzenini – tümüyle yeni bir ekosistemi yerleştirmektir. Hinduizm kuşkusuz tutucu bir güç- düstriyel ve tarımsal bir işletme kompleksini koymakta “geliştirme” uzmanlarının ve “modernleştirme” görevlilerinin işlerini daha da güçleştirir. Ama eğer siz bir yüksek enerjili bir endüstriyel ve tarımsal işletme kompleksinin şimdi varolan sistemden mutlaka daha “rasyonel” ve daha “verimli” olacağını sanıyorsanız, yanılıyorsunuz.
Enerji maliyetleri ve enerji ürünlerine ilişkin araştırmalar gösteriyor ki beklentilerin aksine, Hindistan kendi sığırlarını Amerika Birleşik Devletlerinden daha verimli kullanıyor. Batı Bengal’in Singur bölgesinde, Dr. Odend’hal’in ortaya koyduğuna göre, bir yılda üretilen yararlı kalori toplamının aynı dönemde tüketilen toplam kaloriye bölünmesiyle belirlenen toplam enerji verimliliği yüzde 17 olmuştur. Bu oran Batı bölgesinde yetiştirilen Amerikan sığırlarının yüzde 4un altında kalan toplam enerji verimliliğiyle karşılaştırılmaya değer. Odend’hal’in dediği gibi, Hindistan sığır kompleksinin oldukça yüksek olan verimliliği özellikle hayvanların verimliliğinden değil ama insanların ürünleri titiz kullanmalarından ileri gelmektedir: “Köylüler son derece yararcıdırlar, bu nedenle hiç bir şey israf edilmez. ”
Savurganlık geleneksel köylü ekonomilerinden çok modern tarım işletmelerinin bir özelliğidir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde otomatik hale getirilmiş yeni toplu sığır eti üretimi sisteminde, sığırların gübresi kullanılmadığı gibi ayrıca bu gübrelerin hem geniş araziler üzerindeki suları kirletmelerine hem de yakınlardaki göl ve akarsuları pisletmelerine izin verilir.
Sanayileşmiş ulusların yararlandığı yaşam standardının daha üstün olması üretim verimliliğinin daha büyük olmasının bir sonucu değil, ama kişi başına düşen enerji miktarındaki yaygın artışın muazzam olmasının bir sonucudur. 1970’de Amerika Birleşik Devletleri insan başına on iki ton kömüre eşdeğer enerji tüketmiştir, oysa Hindistan için bu rakam insan başına bir tonun beşte biridir. Enerjinin harcanma biçiminin Amerika Birleşik Devletleri’nde kişi başına yol açtığı enerji savurganlığı Hindistan’dakinden çok daha fazladır. Otomobiller ve uçaklar öküz arabalarından daha hızlıdırlar, ama enerjiyi daha verimli kullanmazlar. Gerçekte, Amerika Birleşik Devletlerinde bir tek günde trafik sıkışıklığı sırasında yararsız ısı ve duman halinde yok olup giden kalori miktarı Hindistan’ın bütün ineklerinin bütün bir yıl boyunca israf ettikleri kaloriden daha fazladır. Duran arabaların yeryüzünün milyonlarca yılda biriktirdiği o yeri doldurulmaz petrol rezervlerini yakıp yok ettiğini düşündüğümüzde karşılaştırma sonucunun daha da olumsuz olduğu görülür. Eğer siz gerçekten kutsal bir inek görmek istiyorsanız, dışarı çıkıp kendi arabanıza bakın.
Marvin Harris,
İnekler Domuzlar Savaşlar ve Cadılar,
Kültür Bilmeceleri
Çeviren: M.Fatih Gümüş
İmge Yayınları