Hititlerin Sofrasından Modern Tüketime: Bolluğun Çelişkileri

Bolluğun Töreni

Hititlerin yemek ritüelleri, tanrılara adanmış şölenlerle doluydu. Tapınaklarda sunulan etler, tahıllar ve şaraplar, sadece karın doyurmaz, aynı zamanda toplumsal hiyerarşiyi ve ilahi düzeni pekiştirirdi. Bu aşırı bolluk, bir tür kutsal tüketim ayiniydi; tanrıların lütfunu garantilemek için sofralar taşar, artıklar bereketin kanıtı sayılırdı. Ancak bu ritüeller, modern tüketim toplumunun fast food kuyruklarıyla beklenmedik bir akrabalık taşır. Hititlerin şölenleri, bugünün obezite krizine ve doğayı talan eden endüstriyel tarıma nasıl bir ayna tutar? Onların sofrasındaki bereket, bizim plastik ambalajlar içindeki seri üretim yemeklerimizle aynı açgözlülüğü mü yansıtır?

Tüketimin Kutsalı

Hititler için yemek, sadece bedensel bir ihtiyaç değil, kozmik bir dengeyi sürdürme aracıydı. Tanrıların gazabından kaçınmak için sunulan yiyecekler, bir tür ideolojik manifesto gibiydi: Bolluk, güçtü; güç, meşruiyetti. Bugün fast food zincirleri, bu ideolojiyi profan bir düzleme taşır. Altın kemerli logolar, modern tapınakların sembolleri gibi yükselir; ucuz, hızlı ve bol yemek, kapitalist düzenin vaadi olur. Ancak bu vaat, obezite, diyabet ve çevresel yıkımla gölgelenir. Hititlerin tanrılara sunduğu kurbanlar, belki de bizim kendi bedenlerimize ve gezegenimize sunduğumuz kurbanlarla aynı anlama gelir: Kontrolsüz tüketimin kaçınılmaz bedeli.

Toplumun Midesi

Hitit şölenlerinde herkes eşit değildi; krallar ve rahipler en iyi parçaları alırken, halk artıklarla yetinirdi. Bu hiyerarşi, modern tüketim toplumunda da yankılanır. Fast food restoranları, düşük gelirli mahallelerde çoğalır; ucuz kaloriler, yoksulluğun diyetini oluşturur. Zenginler organik pazarlarda “doğal” yiyeceklere yönelirken, alt sınıflar şeker ve yağla tıkanır. Hititlerin sofrasındaki bu adaletsizlik, bugünün küresel gıda sisteminde daha karmaşık bir biçimde yeniden üretilir. Peki, Hititler bizim bu çelişkilerimize bakıp ne derdi? Belki de, “Siz tanrılara değil, kendi hırslarınıza kurban sunuyorsunuz,” diyerek uyarırdı.

Mitolojinin İştahı

Hitit mitolojisinde, tanrıların sofraları dünyevi şölenlerin ilham kaynağıydı. Tanrıların açgözlülüğü, insanlarınkini meşrulaştırırdı. Modern dünyada bu mitoloji, reklam panolarında ve sosyal medya akışlarında yeniden doğar. Bir hamburgerin parlak görüntüsü, bir tür çağdaş tanrı gibi tapınılır; tüketim, bireysel tatminin nihai yolu olarak sunulur. Ancak bu mit, distopik bir gerçeği gizler: Aşırı tüketim, sadece bedenleri değil, ruhları da şişirir. Hititler, bu sahte tanrıların peşinden koşan bir toplumu görünce, kendi ritüellerindeki anlam arayışını mı hatırlatırdı? Yoksa bizim anlamsız iştahımıza şaşırır mıydı?

Tarihin Tabağı

Hititlerin yemek ritüelleri, bir uygarlığın hem yükselişini hem çöküşünü anlatır. Bolluk, refahın sembolüydü; ama aynı zamanda kaynakların tükenmesi ve toplumsal eşitsizlik, çöküşün tohumlarını ekti. Bugün, fast food kültürü de benzer bir ikilemi barındırır. Küresel gıda endüstrisi, milyarları beslerken, toprağı çoraklaştırır, iklimi altüst eder. Hititlerin tarihsel dersi açık: Aşırı bolluk, kendi sonunu hazırlar. Modern toplum, bu dersi görmezden gelerek, kendi tarihsel tabağına ne koyuyor? Hititler, belki de bize, “Sofranızdaki bereketi değil, onun bedelini sorgulayın,” derdi.

Çelişkilerin Yemeği

Hititlerin şölenleri, hem birleşme hem ayrışma anlarıydı; tanrılar ve insanlar, krallar ve köleler aynı sofrada, ama farklı rollerde buluşurdu. Bugünün fast food kültürü de bu çelişkileri taşır: Hem küresel birleştirici (herkes aynı menüyü tanır) hem de derin bir ayırıcı (sağlık ve statü farkları). Hititler, bu ikiyüzlülüğü fark eder miydi? Muhtemelen, bizim sofralarımızdaki sahteliği kınarlardı; çünkü onların ritüelleri, en azından bir anlam taşırdı. Bizimki ise sadece anlık haz peşinde. Yine de, Hititlerin uyarısı ne olurdu? Belki, tüketimle değil, onun ardındaki niyetle yüzleşmemizi isterlerdi. Bu, modern dünyanın yanıtlaması gereken bir soru olarak kalır.