Homo Sapiens Sapiens Kabus mu Düş mü Görüyor?
Homo sapiens sapiens’in medeniyeti, bir düş mü, yoksa kabus mu? Bu soru, insanlığın varoluşsal sahnesinde yankılanan bir çığlık gibidir. Slavoj Žižek ve Jorge Luis Borges’in perspektiflerinden bakıldığında, medeniyet bir illüzyon olarak belirebilir; ancak bu illüzyon, ne salt bir serap ne de yalnızca bir gerçekliktir. Žižek’in ideoloji eleştirisi ve Borges’in labirentvari kurguları, medeniyetin hem bir inşa hem de bir yanılsama olduğunu öne sürer.
İnsanlığın Aynası
Homo sapiens sapiens, kendini anlamlandırmak için medeniyeti icat etti; peki, bu icat bir ayna mı, yoksa bir maske mi? Žižek’e göre, medeniyet, ideolojinin somutlaştığı bir yapıdır; bireyleri özgür kıldığını iddia ederken, onları görünmez zincirlerle bağlar. Kapitalizm, demokrasi, hukuk gibi kavramlar, Žižek’in gözünde, bireyin arzularını şekillendiren bir “Büyük Öteki”nin parçalarıdır. İnsan, bu sistem içinde özgür olduğunu sanırken, aslında ideolojik bir rüyaya hapsolmuştur. Borges ise bu aynayı farklı bir açıdan ele alır: Medeniyet, onun öykülerinde, insanın kendini tekrar tekrar inşa ettiği bir kurgudur. “Babil Kütüphanesi”nde olduğu gibi, medeniyet sonsuz bir arayışın, anlamın peşinde koşmanın metaforudur; ancak bu arayış, kendi içinde bir tuzaktır. İnsan, medeniyetin aynasında kendini görür, ama gördüğü şey, gerçekten kendisi midir, yoksa bir yansımanın yansıması mı?
Dilin Büyüsü
Medeniyet, dil aracılığıyla inşa edilir; ama dil, aynı zamanda bir yanılsama yaratıcısıdır. Žižek, dilin ideolojiyi taşıyan bir araç olduğunu savunur; kelimeler, dünyayı anlamamızı sağlar gibi görünse de, aslında dünyayı belirli bir şekilde görmemizi dayatır. Örneğin, “özgürlük” kelimesi, modern medeniyetin temel taşı gibi sunulur, ama Žižek’e göre bu, kapitalist düzenin bireyi sömürmesini meşrulaştıran bir kılıftır. Borges ise dilin büyüsünü başka bir boyutta ele alır: Onun için dil, gerçekliği değil, gerçekliğin sonsuz varyasyonlarını yaratır. “Tlön, Uqbar, Orbis Tertius” öyküsünde, bir grup entelektüelin kurgusal bir dünyayı dille inşa etmesi, medeniyetin de benzer şekilde bir dil oyunu olabileceğini düşündürür. Peki, dilimizle inşa ettiğimiz bu dünya, bir düş mü, yoksa bir kabusun kelimelere dökülmüş hali mi?
İnsanlığın Mirası
Medeniyet, insanlığın tarih boyunca biriktirdiği bir mirastır; ama bu miras, bir hazine mi, yoksa bir yük mü? Žižek, medeniyetin tarihini, güç ilişkilerinin ve sömürünün tarihi olarak okur. Modern toplumun ilerleme anlatısı, onun için, vahşeti ve eşitsizliği örten bir perdedir. Kapitalizmin “ilerleme” vaadi, aslında çevre tahribatı, emek sömürüsü ve kültürel yozlaşma üretir. Borges ise bu mirası, insan aklının kaotik bir arşivi olarak görür. Onun “Funes, Unutmayan Adam” öyküsünde, her şeyi hatırlayan bir karakter, belleğin ağırlığı altında ezilir. Medeniyet de böylesi bir bellek değil midir? İnsanlık, tarihini hatırladıkça, kendi başarılarının ve başarısızlıklarının yükü altında ezilmez mi?
İnancın Tuzağı
Medeniyet, bir inanç sistemidir; ama bu inanç, bir kurtuluş mu, yoksa bir esaret mi getirir? Žižek, modern insanın ideolojik inançlara körü körüne bağlandığını söyler; örneğin, tüketim kültürü, bireye mutluluk vaat eder, ama aslında onu bir haz döngüsüne hapseder. Bu, bir kabus değil de nedir? Borges ise inancın daha metafizik bir boyutunu sorgular. Onun öykülerinde, Tanrı, evren ya da gerçeklik, insanın anlam arayışının ürünleri olarak belirir. “Üç Borges” öyküsünde, insanın kendi varlığını sorgulaması, medeniyetin de bir inanç oyunu olduğunu ima eder. İnsan, medeniyete inanarak kendini kurtardığını mı sanır, yoksa kendi yarattığı bir tapınağa mı hapsolur?
Yaratımın Bedeli
Medeniyet, insanın yaratıcı gücünün bir ürünüdür; ama bu yaratım, neye mal olur? Žižek, medeniyetin bedelini, insanın doğadan ve kendi özünden kopuşu olarak görür. Kapitalist üretim çılgınlığı, gezegeni yok ederken, bireyi de bir makineye dönüştürür. Bu, bir düşten çok, distopik bir kabus değil midir? Borges ise yaratımın bedelini daha felsefi bir düzlemde ele alır. Onun “Dairesel Harabeler” öyküsünde, bir büyücü, bir insanı düşleyerek yaratır, ama bu yaratım, yaratıcının kendi varlığını sorgulamasına yol açar. Medeniyet de böyle bir yaratım değil midir? İnsan, medeniyeti yaratırken, kendi varlığını mı sorgular hale gelir?
Özgürlüğün Sınırı
Medeniyet, özgürlük vaat eder; ama bu özgürlük, bir serap mıdır? Žižek’e göre, modern toplumun özgürlük anlayışı, bireyi seçim yapmaya zorlayan bir yanılsamadır. “Özgür” birey, aslında piyasanın, devletin ya da kültürün dayattığı seçenekler arasında seçim yapar. Bu, özgürlük değil, bir esaret biçimidir. Borges ise özgürlüğü, insanın kendi zihninin sınırlarında arar. Onun “Babil Lotosu” öyküsünde, insanlar bir kurguya inanarak özgür olduklarını sanırlar, ama bu inanç, onların gerçeklikten kopuşudur. Medeniyet, özgürlüğü mü sunar, yoksa özgürlüğün hayalini mi satar?
Bir Düşün Gölgesinde
Homo sapiens sapiens’in medeniyeti, ne salt bir düş ne de yalnızca bir kabustur; o, insanın kendi varlığını anlamlandırma çabasının karmaşık bir yansımasıdır. Žižek’in ideoloji eleştirisi, medeniyetin bir kontrol mekanizması olduğunu gösterirken, Borges’in kurguları, onun bir insan icadı, bir anlam arayışı olduğunu hatırlatır. Bu ikilik, medeniyetin hem bir zafer hem de bir tuzak olduğunu ortaya koyar. İnsan, medeniyetin aynasında kendini ararken, belki de en büyük soruyu sormayı unutur: Bu aynada gördüğümüz kim?



