Huzursuzluğun Kitabı – Fernando Pessoa

Yalnız bir adam, yalnız bir şehir ve post modernite sancilari… Kitabın yazarı ve aynı zamanda baş karakteri olarak, mahlaslarından Bernardo Soares´i kullanan Portekizli yazar Fernando Pessoa bu kitapta deneyselliğin sinirlarini zorlayarak karşımıza çıkıyor. Bir yazarın hayatı ve karakteri ile ilgili sadece kısmi gerçekleri göstererek, düşündükleriyle ilgili çok bilgi veren bir anlatıdır, Huzursuzluğun Kitabı. Kitap, Fernando Pessoa öldükten sonra evinde bulunan sandıktan çıkan eserlerden sadece biridir ve bir araya getirilmesi cok uzun sürmüştür. Pessoa, yazılarını farklı kimliklerde yazdiği için eserlerinin sayısı hala bilinmemektedir. Şehirlere ait yazarlardan olan Pessoa, Kafka´nin Prag´ın edebi prensi olması gibi, Lizbon´u simgeler satırlarıyla. Başlarda karakterin farklı konularda kendi fikirlerini öne sürmesi ele alınırken, sonlara doğru kendi içine doğru bir dönüş, yani bir içselleşme gerçekleşmiştir. Bu kitap, Pessoa?nın komplike düşünceleri yalın bir dille anlatmasının ürünüdür.

Yazar, gündüzleri bir kumaş mağazasında muhasebeci olarak çalışıp, geceleri evinde, çalışma masasındaki sayfaları mürekkebe boğan bir karakterin hayatını kendi hayatıymış gibi anlatarak, kendi kimliğini başka bir boyuta taşımış ve kurduğu düş dünyasını farklı fikir ve ideolojilerle gerçek bir hayat hikayesine dönüştürme çabasıma girmiştir. Varoluşuyla, yalnızlığıyla, hissettikleriyle, hayalleriyle ve mekanlarıyla ortaya bir edebiyat güncesi çıkarmıştır. Kitabın sahip olduğu en çarpıcı nokta ise karakterin içinde bulunduğu tüm gerçekliği ve gerçekçiliği reddedip, kendini soyutluğun en uç sınırlarında bir düş gezegenine hapsedişidir. Bu hapsediş ayni zamanda sonu gelmeyen aforizmalar doğurmuştur:

“Gerçekten çoğu zaman dinlerken düşündüklerimden dolayı hatırlamam bile söylenenleri.”

“Müziğin ya da düşün hafif bir soluğu, ne olursa olsun, yeter ki öyle ya da böyle bir şey hissetmemizi sağlasın,ne olursa olsun, yeter ki düşünmekten bizi alıkoysun.”

?Ey donuk mutluluk… Ey yolların kavuştuğu yerdeki sonsuz durak! Düşteyim ve dikkat kesilmiş zihnimin ardında benimle düşlere dalan biri var… Ve belki de ben, var olmayan o Kimse?nin düşüyüm sadece…?

?Adeta var olmaktan vazgeçmişim, gene de var olduğumun bilincindeymişim gibi özgür hissediyorum kendimi.?

?Zaman zaman ruhumu unuttuğum teşebbüsler; bazen eylemi unutturan düşünceler, heyecandan yoksun bir şefkate, kaba, boş bir merhamete dönüşüyor.?

?Ve bütün yaptıklarım, bütün hissettiklerim, bütün yaşadıklarım herhangi bir şehrin sokaklarındaki günlük hayattan bir yayanın eksilmesinden ibaret kalacak.?

?Düşlere daldığım zaman, görüyorum. Bir yolculukta bundan fazla ne yapabilirim? Sadece hayal gücü çok zayıf olan insanlar, bir şeyler hissetmek için yer değiştirmeye ihtiyaç duyar.?

?Aslında dünyanın ucu, tıpkı başlangıcı gibi, dünyayı kavrayışımızdır.?

?Uyumak, farkında değilken uzakta olmak, uzanmak, kendi bedeniyle unutmaktır; uzun dalların altında yatan kayıp bir göle benzeyen bir sığınakta, ormanların engin yalnızlğında bilinçsiz olma özgürlüğüdür.?

?İşte ancak o zaman gördüm o sokakta, yanan lambalardan başka şeyler ve lambaların aydınlatmadığı yerleri bulandıran, belirsiz bir ay ışığı olduğunu, okült, dilsiz, hayatın kendisi gibi hiçlik dolu bir ışık…?

?Ve gece yığınları halinde kat kat yayılan şehrin tek bir yerine, soğuk sedef mavisiyle karışık bir beyazlık vurmuş.?

?Düşe dokunursan ölür, dokunduğun nesneler ise duygularının yeşerdiği alanı olduğu gibi kaplar.?

?Penceremden sarkmış, koca şehirdeki rengarenk yığınları seyrederken ruhum tek bir düşünceyle meşgul. Bütün samimiyetimle ölmek, hesabı kapatmak, dünyadaki hiçbir şehrin üzerinde bir daha asla ışık görmemek, bir daha asla düşünmemek, hissetmemek, güneşin ve günlerin akışını ardımda bir paket kağıdı gibi bırakmak, geniş yatağın kenarına oturup, var olmak için elimde olmadan harcadığım çabayı, ağır bir kıyafet gibi üzerimden çıkarmak istiyorum.?

?Herhangi bir duyumu kaydetmeyeli uzun zaman ?belki günler, hatta aylar- olmuş; artık düşünmüyorum, öyleyse yokum. Kim olduğumu unuttum; yazı yazamaz oldum, çünkü var olmayı bilmiyorum artık. Anlamsız bir uyuklama hali içinde başkalaştım. Hatırlamıyor olduğumu fark ettiğime göre, demek uyanmışım.?

?Bu belki de aşırı düşünmemden ya da düşlere dalmamdan kaynaklanıyor; var olan gerçeklikle düşü, yani var olmayan gerçekliği birbirinden ayıramadığım doğru. Gök ve dünya üzerine düşünmeye koyulduğumda, gün ışığında parlamayan ya da üzerinde yürünemez bir şeyleri işin içine katıyorum ? düş evreninin ele avuca sığmaz harikaları bunlar.?

?Adı: Kesin konuşmak olan delilik; adı: İnanmak olan hastalık, adına: Mutlu olmak denen alçaklık ? hepsi dünya kokuyor, hepsinde adına dünya denen hüzünlü şeyin tadı var.?

?…ama gerçek bir iç içe geçme, bir bedenle bir başkasının iç içe geçmesi bile değil. Öyleyse neye sahibiz, evet, nedir sahip olduğumuz??

?Yaratmak uğruna kendimi yok ettim; kendi içimde o kadar dışıma attımki kendimi, kendimin dışında varlık sürüyorum artık. Farklı oyuncuların farklı oyunlar oynadığı boş bie sahneyim ben.?

?İçimizin en derin yerindeki bizlerin yalnızlığıdır, ama onunla aramızdaki şey de hayatla aramızdaki derin uyumsuzluğu kuşatan, en az bizim kadar durgun, pis sularla dolu bir hendektir.?

?Biliyorum, heyecanın düşünceleri olan bütün her şeyler ruhumuzu kasıp kavuruyor. Neye denk düştüklerini hayal edememek ya da gönül gözümüzde sikdiklerinin yerine koyacak herhangi bir şey bulamamak ? bütün bunlar ne nerede, ne kim tarafından, ne de niçin verildiğini bilmediğimiz bir ceza gibi çöküyor üstümüze.?

?Gece çökerken bir şehrin hayatı ne kadar farklıdır. Gecenin çökmesini seyreden bir adamın ruhu ne kadar farklıdır.?

?Hissetmek ne büyük bir ağırlık! Hissetmek zorunda olmak ne büyük bir ağırlık!?

?Her şeyin koca bir yalan olduğunu görüp başkalarının onları yazmasına fırsat bırakmadan romanlar kaleme alanlar, gizli gizli, daha rahat yazmak için Machiavelli gibi sırtına Saray kıyafetini geçirenler kadar uyanık, daha mutlu insanlardır.?

?Ve aslında bunca şeyin nedeni, sokağın köşesine kadar giden serin esintinin, birden yön değiştirip tenimi okşamış olması.?

?Öyle anlar oluyor ki sıradan yaşamın her ayrıntısı, yalnızca varlığıyla bile ilgimi çekiyor, her şeyi açık saçık okuyabilme derdine düşüyorum.?

?Bir ruh istediği kadar başka bir ruhun ne olduğunu anlamaya çalışsın, olsa olsa kiminle iki çift laf edebileceğini öğrenmiş olur ? zihninin zeminine fırlatılmış şekilsiz gölgenin kim olduğunu.?

Kardelen Ağım – Huzursuzluğun Kitabı, Fernando Pessoa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir