İçimizdeki O Zaptedilemez Pınar: Adorno Efendi’nin Gözünden “Normal” Yalanı ve Aşkın Vahşi Hali
Yazan: Jungish
Bu ecnebi filozofların kitaplarını karıştırdıkça, insanın aklı bir tülbent gibi hem açılıyor hem de bir o kadar bulanıyor. Geçen gün elime yine o Alman mektebinin en huysuz, en çatık kaşlı âlimi olan Theodor Adorno Efendi’nin bir fikri geçti. Adam tutmuş, bizim o pek “medeni” sandığımız nizamımızın, insanın en temel, en vahşi güdüsünü, yani o “aşk”, “ihtiras”, “cinsellik” dediğimiz amansız duyguyu, nasıl bir cendereye soktuğunu, nasıl hadım edip bir paçavraya çevirdiğini anlatmış.
Okudukça, “Aman efendim,” dedim, “bu adam bizim mahalledeki o sahte tebessümlerin, o kapalı kapılar ardındaki fırtınaların röntgenini çekmiş de haberi yok!” Gelin, bu pek derin, pek de tekinsiz meseleyi bizim anladığımız dilden bir deşelim.
Birinci Marifet: Her Şeyi Bir Kutuya Tıkma Merakı
Adorno Efendi diyor ki: “Bu modern nizamın, bu kapitalist çarkın en büyük marifeti, her şeyi bir etikete, bir kutuya tıkmaktır.”
Düşünün efendim: Bizim mahalle bakkalı bile, pirinci ayrı çuvala, şekeri ayrı kavanoza koyar, hepsinin üstüne bir fiyat etiketi yapıştırır. İşte bu nizam da, bizim ruhumuzu böyle etiketlemeye bayılır. “Erkek” der, bir kutuya koyar; “Kadın” der, başka bir kutuya… “Normal” der, “Anormal” der… “Evli” der, “Bekâr” der… Herkesin bir rafı, bir etiketi olmak zorundadır.
İkinci Marifet: O Kutulara Sığmayan O Vahşi Pınar
Lakin diyor Adorno, ruhun öyle bir yanı vardır ki, o ne etikete gelir ne de kutuya sığar. Bu, “Özdeş-olmayan” dediği, o cıbıl, o vahşi, o zaptedilemez hakikattir. Ve bu hakikat, en çok da o “cinsellik” dediğimiz meselede kendini gösterir.
Bu duygu, efendim, bir orman pınarı gibidir. Taşkındır, delidoludur, mantık, nizam, intizam dinlemez. Kendi yolunu bulur, kaynar da kaynar… O, ne “erkek” olmaya bakar, ne “kadın” olmaya… Ne “ayıp” bilir, ne “günah” tanır. O, sadece tabiatın o kör, o amansız itişidir.
Üçüncü Marifet: O Vahşi Pınara Beton Dökmek
Peki, bizim o “pek medeni” nizamımız, bu taşkın pınarı görünce ne yapar? Ödü kopar! “Aman,” der, “bu pınar böyle başıboş akarsa, bütün mahallenin nizamını, intizamını sele verir!”
Hemen eline çimentoyu, malayı alır. O vahşi pınarın etrafını “ahlak”, “namus”, “gelenek” denilen o kalın beton duvarlarla çevirmeye kalkar. O azgın nehri alır, onu “evlilik” denilen o pek muntazam, o pek de sıkıcı kanala hapseder. O taşkın duyguyu alır, ona “Erkek dediğin maço olur, eve ekmek getirir”, “Kadın dediğin hanım olur, evinde oturur” diye iki tane de kulp takar.
Böylece, o vahşi tabiat harikası gider, yerine bizim o pek “normal”, pek de ruhsuz umumi çeşmelerimiz gelir.
Sonuç: Patlayan Borular ve Kuruyan Pınarlar
Peki, o hapsedilen pınar ne olur dersiniz? İki ihtimal vardır:
Birincisi, o beton duvarlara, o sıkıcı kanallara sığmaz, toprağın altından kendine gizli yollar bulur ve en olmadık yerden, en beklenmedik anda bir lağım seli gibi patlar! İşte bizim gazetelerin üçüncü sayfalarını süsleyen o yasak aşk cinayetleri, o aile faciaları, o gizli kapaklı rezaletler… Hepsi, o “normal” kutusuna sığmayıp patlayan o vahşi pınarın eseridir.
İkinci ihtimal ise daha acıdır: Pınar, o betonun içinde akacak yer bulamaz, kendi içine çekilir, kurur gider. Geriye ne mi kalır? Geriye, o dışarıdan pek “ahlaklı”, pek “muntazam” görünen, lakin içinde bir damla hayat, bir damla neşe, bir damla ihtiras kalmamış, ruh gibi dolaşan insanlar yığını kalır. O pek “normal” evliliklerin içindeki o derin sıkıntı, o suratlardaki o ebedi memnuniyetsizlik, hep o kurumuş pınarın yasındandır.
Velhasıl kelam, Adorno Efendi’nin bize demeye getirdiği şudur: Şu ruhunuzun, şu tabiatınızın “normal” kutularına sığmayan o vahşi, o taşkın yanını bu kadar boğmayın, bu kadar aşağılamayın. Onu yok etmeye çalıştıkça, onu ya bir canavara ya da bir cesede dönüştürürsünüz. O “normal” dediğiniz şey, çoğu zaman en büyük anormalliğin, en büyük sahtekârlığın ta kendisidir!
#Adorno #Felsefe #Psikoloji #Cinsellik #Aşk #ToplumsalNormlar #ÖzdeşOlmayan #EleştirelTeori #NormalinTiranlığı #Edebiyat


