Immanuel Kant: (Fransız Devrimi) Dünyanın Haşmetini Gördüm
Devrim: “Dünyanın Haşmetini Gördüm”
12 Temmuz 1789’da, Königsberg’den çok uzakta olan Paris’te uzun zamandır gelişim halinde olan ve Kant ile dostları arasında sohbetlere konu olan bir mesele doruğa ulaştı. Yedi Yıl Savaşı, Amerikan Devrimi’ne müdahale ve müsrifçe harcamalar neticesinde Fransa iflas etti. Jacques Necker maliye bakanı ve genel sekreter olarak atandı. Ama mali durumda ciddi bir iyileşme yaşanmadı. İnsanlar açlıktan kırılıyordu. XVI. Louis son çare olarak fena halde ihtiyaç duyulan mali reformları yapacağı umuduyla Genel Meclis’i topladı. 1789 Mayıs’ında Versailles’da toplanıldı. Üçüncü Bölge’nin vekilleri daha baştan itibaren alt sınıftan din adamlarının ve birkaç soylunun desteğiyle kapsamlı siyasi ve toplumsal reformlar için baskı yapıyordu. Krala direnerek 17 Haziran’da kendilerini Ulusal Meclis ilan ettiler. Anayasa hazırlanıncaya kadar da dağılmamaya yemin ettiler. 11 Temmuz’da kral Necker’i görevden aldı. Bu olay Paris halkının isyan etmesine yol açtı. Garde Française askerleri kalabalığa katıldı ve 14 Temmuz’da Bastille baskını yapıldı. XVI. Louis rejimi devrilmişti ve artık sadece ismen kraldı. 16 Temmuz’da kral Necker’e görevini iade etti ve askeri birlikleri dağıttı. İki gün sonra “ayaklanmadan doğan yeni otoriteleri resmen tanıdı”.[35] Devrimin etkileri kısa sürede tüm Fransa’da hissedildi. 4 Ağustos 1789’da Meclis tüm derebeylik imtiyazlarını kaldırdı. Hızlı gelişmeler neticesinde eski düzen kimsenin hayal edemeyeceği kadar büyük bir hızla ortadan kaybolmuştu. Yeni düzenin ruhu yazılmakta olan anayasanın önsözünde ifade ediliyordu. Bir tarihçinin ifadesiyle:
Soylu ve iyi yazılmış metin, çoğu yerde Amerikan modeline yakındı. Özü birkaç cümlede ifade edilmişti…. İlk olarak, 4 Ağustos’ta şu yapılmıştı: “İnsanlar özgür doğarlar ve eşit haklarla özgür yaşarlar.” Hangi haklar? Özgürlük, mülk edinme, emniyet ve baskıya direnme hakları ile bunlardan türeyen diğer haklar: sivil ve mali eşitlik, bireysel özgürlük, herkesin her işe kabul edilmesi, habeas corpus, misillemeci olmayan yasalar, mülkiyet güvencesi.[36]
Entelektüel Almanya’nın tamamı bu olayları büyük ilgiyle izliyordu. Rhineland’da bazı şiddet olayları yaşandı. Ama devrime yönelik kitlesel bir hareket olmadı.
Almanya’daki bazı önemli entelektüel şahıslar, mesela Goethe ve Möser devrime başından beri karşı çıkmışlardı. Yine de, pek çok entelektüel -en azından başlangıçta- devrimi coşkuyla destekledi. Klopstock ve Wieland gibi daha yaşlı yazarlar devrimin hedeflerini sahiplendi. Herder, Schiller ve Fichte (üçü de Kant’tan etkilenmişti) gibi daha genç yazarlar Devrim davası için coşkulu yazılar kaleme aldılar. Kant’ın kendisi de en az öğrencileri kadar heyecanlanmıştı. Kant’ın Fransız Devrimi’ni görmezden geldiği yolundaki Fichte’nin yanlış görüşünü düzeltmek isteyen Kant’ın bir tanıdığının söylediğine göre, “İçinde yaşıyor ve hareket ediyordu; tüm o teröre rağmen umutlarına öyle tutunmuştu ki, cumhuriyetin ilanını duyduğunda heyecanla haykırdı: ‘Artık bu kulun mezarında rahat uyuyabilir, çünkü dünyanın haşmetini gördüm.’”[37]
1783’te Kant’tan ders alan Friedrich Gentz de böyle hissediyordu. 1790 Aralık’ında Garve’ye şöyle yazmıştı:
Devrim felsefenin ilk pratik zaferidir; dünya tarihinde hükümetin düzenli, akılcılıkla-inşa edilmiş bir sistemin ilkeleri üzerine kurulduğu ilk örnektir. İnsanlığa ümit vermiş ve öteden beri varolan kötülüklerin ağırlığı altında inlemeye devam eden başka yerlerdeki insanlara teselli olmuştur.[38]
Pek çok başka düşünürle birlikte Gentz de kısa sürede fikrini değiştirdi. Çok geçmeden Devrim adi insanların, masonların ve Illuminati’nin işi ilan edildi. Mevcut düzeni eleştirenlere “Jakoben” denildi ve “Almanya’nın tepesine baskıcı fermanlar sağanak halinde inmeye başladı”.[39] Königsberg’de kökleri olan “kripto-Katolik” Starck bu görüşün baş savunucularındandı. Öte yandan Kant, sonraki eserlerinin de gösterdiği üzere, Devrim’in sadık müttefiki olmaya devam etti.
Kant Devrim’i alenen savunmakla kalmadı. Aynı zamanda özel işlerinde de önemli bir konuydu bu. Metzger bunu bir “günah” değil, “Kant’ın karakterine has bir özellik” olarak görüyordu:
Uzun yıllar boyunca büyük bir dürüstlük ve korkusuzlukla Fransız Devrimi lehine ilkelerini herkese (devletin yüksek mevkilerindekiler dahil) karşı savundu – son yıllarında da böyle yaptı mı bilemiyorum. Bir dönem Königsberg’de Devrim’den ılımlı bir dille bahseden herkes, onayladığını belirtmese bile Jakoben sayılarak kara listeye alınıyordu. Kant bundan yılmayarak soyluların sofralarında devrimin amaçlarından söz etmeyi sürdürdü, ona o kadar saygı duyuyorlardı ki karşıt görüşlerini dile getirmiyorlardı.[40]
Öte yandan, hiç değilse Borowski’ye güvenecek olursak, Kant bu meselede karşıt görüşlere tahammül edemiyordu. “Açık itirazlar ona onur kırıcı geliyordu, ısrar edilirse sertleşiyordu. Kimseye görüşünü dayatmıyordu elbette, ama tartışılmasından içtenlikle nefret ediyordu. Tartışmayla birden fazla kez karşılaşırsa [bir kişide], tartışmaya vesile olacak faaliyetlerden kaçınmayı tercih ediyordu. Bu yüzden, Fransız Devrimi konusunda ondan çok farklı düşündüğünü herkesin bildiği bir adama şöyle diyebiliyordu: “Bana kalırsa bu konuda hiç konuşmasak daha iyi.”[41] Bu önemli olayla ilgili konularda son derece dogmatikti.[42] Devrim’in iyi bir şey olduğunu düşünüyor ve sadece “verimsiz” bir yöne girmesinden endişe ediyordu. Terör ya da skandallar onu pek fazla etkilemiyormuş gibi görünüyordu. Hatta “görüşleri olgularla çeliştiğinde bile bu görüşlerini değiştirmek çok zor, hatta imkânsızdı”.[43]
En sevdiği sohbet konusu Devrim’in siyasal durumuydu ve yeni gelişmeleri o kadar merak ediyordu ki “postayı almak için kimi zaman kilometrelerce yürüyordu”. Güvenilir kişilerin verdiği bilgiler onu çok neşelendiriyordu.[44] 1798 gibi geç bir tarihte bile, “Fransızların yaptıklarını tüm ruhuyla seviyordu ve ortaya çıkan hiçbir ahlaksızlık ‘temsili sistemin en iyi sistem’ olduğundan şüphe etmesine yol açmıyordu”[45] Kant “açıkça cumhuriyetçiydi”. Matematik profesörü ve Kant’ın savunucusu olan saray vaizi de aynı görüşte olan az kişiden biriydi anlaşılan.[46] Kraus’un durumu da aynıydı; Fransa’daki olaylara büyük ilgi gösteriyordu ve “tam bir cumhuriyetçiye dönüşmüştü”.[47]
KANT,
Manfred Kuehn
ÇEVİREN: BÜLENT O. DOĞAN
TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI, 2011



