İnsan Psikolojik Faaliyetleri ve Öz-Bilincinin Toplumsal Yaşamın ve Üretim İlişkilerinin Bir Yansıması Olması Ne Demektir?
Bu ifade, özellikle Marksist psikoloji ve sosyal psikoloji gibi akımların temel aldığı bir bakış açısını temsil eder. Temelde, insan zihninin, düşüncelerinin, duygularının, inançlarının ve hatta “ben” algısının (öz-bilincinin) salt biyolojik bir ürün olmayıp, içinde yaşanılan toplumsal koşullar, tarihsel süreçler ve özellikle de ekonomik üretim biçimleri tarafından şekillendirildiğini savunur.
Bu ne demek, maddeler halinde açıklayalım:
1. Psikolojik Faaliyetler Toplumsal Bir Üründür
İnsan zihni, soyut bir boşlukta değil, sürekli bir sosyal etkileşim içinde gelişir ve işler. Bireyin nasıl düşündüğü, nasıl hissettiği ve dünyayı nasıl algıladığı, doğduğu andan itibaren maruz kaldığı toplumsal etkileşimlerle belirlenir.
- Dil ve İletişim: Düşüncenin temel aracı olan dil, bireysel bir icat değil, toplumsal bir olgudur. Dili edinirken, aynı zamanda o dilin taşıdığı kültürel anlamları, değerleri ve düşünce yapılarını da içselleştiririz.
- Örnek: Bir çocuğun “doğru” ve “yanlış” kavramlarını öğrenmesi, ailesi, okulu ve içinde yaşadığı toplumun ona öğrettikleriyle şekillenir. Bu kavramlar, bireyin dışındaki toplumsal normların bir yansımasıdır.
- Sosyalizasyon: Birey, sosyalleşme süreciyle (aile, okul, medya, akran grupları vb. aracılığıyla) toplumun değerlerini, rollerini ve davranış kalıplarını öğrenir. Bu süreç, kişinin kişiliğini, inançlarını ve dünyayı yorumlama biçimini derinden etkiler.
- Örnek: Bireyin hırslı mı, işbirlikçi mi olacağı; bireysel başarıya mı, yoksa topluluk faydasına mı odaklanacağı, büyük ölçüde büyüdüğü toplumun ve kültürün teşvik ettiği değerlere bağlıdır.
2. Öz-Bilinci Üretim İlişkilerinin Yansımasıdır
“Üretim ilişkileri,” Marx’ın terminolojisinde, insanların üretim sürecinde birbirleriyle ve üretim araçlarıyla (toprak, fabrika, teknoloji vb.) kurdukları ekonomik ve sosyal ilişkileri ifade eder. Bu ilişkiler, toplumdaki sınıfsal yapıları, güç dengelerini ve ekonomik eşitsizlikleri belirler. Bu teoriye göre, bireyin kendini nasıl algıladığı (öz-bilinci) ve hayattaki yeri, bu üretim ilişkilerinden doğrudan etkilenir.
- Sınıfsal Konumun Kimliğe Etkisi: Bireyin toplumdaki sınıfsal konumu (işçi, işveren, serbest meslek sahibi vb.), onun öz-bilincini, beklentilerini ve dünya görüşünü şekillendirir. Kişi, kendi değerini, yeteneklerini ve fırsatlarını genellikle içinde bulunduğu ekonomik yapı üzerinden değerlendirir.
- Örnek: Kapitalist bir düzende “başarılı” olmanın tanımı genellikle maddi birikim ve kariyer basamaklarını tırmanmakla ilişkilendirilir. Bir bireyin kendini “başarılı” veya “başarısız” hissetmesi, bu toplumsal ve ekonomik ölçütlerin bir yansımasıdır. Düşük gelirli, güvencesiz bir işte çalışan bir birey, kendini “değersiz” veya “yetersiz” hissedebilir; bu, onun kendi içsel eksikliğinden çok, mevcut üretim ilişkilerinin ona biçtiği rolün bir sonucudur.
- Yabancılaşma ve Öz-Bilinci: Kapitalist üretim ilişkilerinde görülen yabancılaşma (emeğe, ürüne, sürece ve kendine yabancılaşma), bireyin öz-bilinci üzerinde derin etkiler bırakır. Kişi, emeğinin karşılığını alamadığını, yaptığı işin anlamlı olmadığını veya kendi potansiyelini gerçekleştiremediğini hissettiğinde, bu durum onun “kim olduğu” ve “ne kadar değerli olduğu” algısını sarsar.
- Örnek: Bir fabrikada montaj hattında çalışan bir işçi, yaptığı işin monotonluğundan ve emeğinin sömürülmesinden dolayı kendine yabancılaşır. Bu yabancılaşma, onun iş dışında da apati, anlamsızlık ve kendine karşı olumsuz bir bakış açısı geliştirmesine yol açabilir. “Ben sadece bir dişliyim,” veya “Benim düşüncelerimin bir önemi yok,” gibi inançlar, üretim ilişkilerinin öz-bilinç üzerindeki etkisini gösterir.
- İdeolojilerin Rolü: Egemen sınıfın ideolojisi (fikirleri, değerleri, inançları), toplumun psikolojik faaliyetlerini ve öz-bilincini şekillendirmede önemli bir rol oynar. Bu ideoloji, bireylerin kendi koşullarını nasıl algıladıklarını ve buna nasıl tepki verdiklerini belirler.
- Örnek: “Herkes kendi kaderini belirler,” veya “Çok çalışırsan başarırsın” gibi söylemler, bireysel başarıyı ve sorumluluğu vurgulayarak, sistemdeki yapısal eşitsizliklerin üzerini örter. Bu ideoloji, bireyin kendi sorunlarını kişisel yetersizlikleri olarak algılamasına neden olur, oysa sorunlar toplumsal üretim ilişkilerinden kaynaklanıyor olabilir. Bu da bireyin öz-bilincinin sistemsel olarak koşullandırıldığının bir göstergesidir.
Sonuç
Bu ifade, insan psikolojisinin ve öz-bilincinin, sadece bireysel deneyimlerin veya biyolojik faktörlerin bir sonucu olmadığını, aynı zamanda içinde yaşanılan toplumsal ve özellikle de ekonomik yapılar tarafından derinden etkilendiğini ve şekillendirildiğini vurgular. Bireyin ruhsal durumu, düşünce biçimleri ve “ben” algısı, toplumun kolektif yaşam tarzının, üretim ilişkilerinin ve egemen ideolojilerin bir yansımasıdır. Bu bakış açısı, bireysel psikolojik sorunları ele alırken, toplumsal ve ekonomik bağlamı göz ardı etmemenin önemini ortaya koyar.
Sizce bu bakış açısı, modern toplumda bireylerin yaşadığı psikolojik sorunları anlamada ne kadar açıklayıcıdır?