İnsan ve Dans – Sevcan Atak

İnsan kendi bilincine vardıktan sonra kendini var etme ve öz savunma mekanizması olarak toplumsallığını oluşturmuştur. Bir yandan doğadan, doğanın bağrından geldiği için onu taklit ederek ayakta kalmaya, temel üç işlevini ‘barınma, beslenme ve üreme’ gibi zaruri faaliyetlerini yerine getirmeye çalışmakta; öte yandan da düşünen ve konuşan bir tür olarak doğadan, diğer türlerden farkını ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu insanlığın ilk gelişim aşamalarında çok belirgin hatlarla olmasa da adım adım bu özelliğinin farkına varmakta ve hala doğanın içinde onunla uyumlu bir biçimde tahakküm etmeden (ki istese de henüz o güç, yetenek ve analitik zekaya sahip değil) kendini onun bir eki, bir bileşeni ve yavrusu olarak görmekte ve ona göre davranmaktadır. İnsan türü kendi farkındalığını ortaya koyup (düşünen, konuşan ve yapan tür) birinci doğa aşmasından (birinci doğa insan toplumsallığı dışındaki bitki ve hayvan türlerinin tüm oluşum aşamaları) farklılaşarak onun bir ‘üst’ aşamasına geçmişse de ondan tümüyle kopmamış, ayrışmamış ve uzaklaşmamıştır henüz. Hatta birinci doğa türlerine nazaran fiziki ve bedensel yapısı itibariyle birçok yönden daha zayıf, korumasız ve savunmasızdır. Hala çok ciddi anlamda ‘Doğa Ana’ya ihtiyaç duymakta, onsuz yapamamaktadır. İnsan türü, bu gelişim aşamasında hala ‘emekleyen bir çocuk’ gibidir adeta. Doğa Ana onu doğurmuş, göğsünde emzirmiş ve bağrında yetiştirmekte, büyütmektedir. Daha sonra Doğa Ana’nın bu yavrusu büyüyecek, ayağa kalkıp yürüyecek ve hatta ileriye, geleceğe koşar adımlarla adeta koşacaktır. Fakat elbette ki bu o kadar kolay olmayacaktır. Henüz türümüz insan çok toy, yaşam hikâye ve serüveninde daha bebek denecek yaşta, birçok türe göre zayıf çelimsiz ve beceriden yoksundur. Doğadaki tüm türler henüz var olma ve varlığını sürdürme mücadelesi ve rekabeti içerisindeler. Dolayısıyla türümüz insan, yüzlerce, belki binlerce daha güçlü ve yapılı; avcılıkta, beslenme alışkanlığında ve hatta doğa ve iklim şartlarına kendini uyarlamada daha becerikli esnek ve kabiliyetli türler gibi gerileme, belki de yok olma tehlikesiyle yüz yüzedir! Yaşam serüvenimizin kahramanı insan türümüz, ne dev cüsseli ve yapılı türler gibi fiziki bir güce sahip, ne kimi türler gibi sezgi ve refleksleri mevcut ve nede diğer kimi türlerin kendine has özellik ve yetenekleriyle donatılmış bir fiziki ve manevi yapıya sahiptir. Dolayısıyla ya kendi var olma hikayesini ihtişamlı bir şekilde sürdürüp yaşam yürüyüşünü adım adım ilerleterek bir üst aşama ya evriltecek, ya da bu mücadelesinde kaybedip yok olacaktır. Bir yaşam refleks ve davranış özelliği olarak varlık kendini var etme ve varlığını sürdürme genetik kodlamasına sahip olduğu için farklılığını yavaş yavaş ortaya koyan insan türümüz de bu davranışı sergileyecektir; ya da buna maddenin, varoluşun gizemli bilinci demek mi gerekir? Bundan dolayı türümüz Homo Spiens (düşünen ve konuşan insan) sadece doğayı taklit ederek ayakta kalamayacağını, varlığını koruyamayacağının idrakine varıyor. Zira doğa karşısında fiziki yapı ve güç olarak hem çok cılız, sıska ve zayıf hem de çok deneyimsiz belki de. Bu özellikleri belki de onu bugüne kadar sürecek olan uzun yolculuğuna başlamasına sevk ediyor, evrimini o yönde geliştirmesine yöneliyor. Bunun için doğadaki hayvanların ‘sürü’ ya da bitkilerdeki familya özelliğini alarak, taklit ederek ilk toplumsal form olan Klanı geliştiriyor. Bir arada kalarak, fiziki güçlerini birleştirerek, yine görev paylaşımlarını yaparak ayakta kalmaya, var olmaya çalışmaktadır. Bu hem bir savunma ve hem de var olma mekanizması olarak gelişmek durumundadır. Çünkü eğer yalnız ve tek kalıp hareket edilirse her an daha güçlü bir türe av olma ve yok olma tehlikesiyle yüz yüzedir. Bundan dolayı belirli bir sayıdaki topluluk bir arada kalarak fiziki ve akli güçlerini birleştirerek varlıklarını korumaya almışlardır.

Kuşkusuz varlıklarını koruyup sürdürmesini sağlamak için bir arada durup hareket etmek buna yetmeyecektir. Zira insan hem metafizik bir varlıktır ve hem de yaşam serüveninden edindiği tecrübeyle doğa karşısında çok zayıf ve güçsüz olduğunun bilincindedir. Daha doğrusu doğada kimi doğa üstü güçlerin olduğunun inancı ve duygusundadır. Zaten kendisini doğanın bir parçası görmektedir, bunun yanında doğada insan üstü yaratıcı güçler, ruhlar inanç geliştirmekte ve bağlanmaktadır. Yani insan türümüz daha varoluş şafağında çok yoğun bir animistik duygu ve inanç geliştirmektedir. Ona göre, doğa bir bütün olarak ve her varlığın teker teker maddi varlığının ötesinde bir ruha sahiptir, doğal olaylar, hayvanlar ya da doğada var olan başka nesnelere bir ruh izafe ederek bunlara tapınma temelinde bir anlayış geliştirmektedir.

Gerek barınma gerek beslenme gerek koruma ve varlığını sürdürmek için yine kutsallık atfettikleri Doğa Anaya minnet ve bağlılıklarını göstermek için çeşitli ritüeller, merasimler ve mistik törenler yapagelmişlerdir. Bu şekilde yaratıcı güce, Doğa Anaya minnetlerini sunmuş, onlara bahşettikleri nimetler için, onları belalardan, felaketlerden, kıtlık ve kırımdan kurtardığı için şükranlarını bu şekilde sunmuşlardır. Bu merasim ve törenleri de toplu olarak görünür bir biçimde, yine Doğa Ananın onlara bahşettikleri nimetlerle kendinden geçercesine onu memnun etmek ve şükranlarını sunmuşlardır. Doğanın belki de varlıklarını korumaya almışlardır.

Kuşkusuz varlıklarını koruyup sürdürmesini sağlamak için bir arada durup hareket etmek buna yetmeyecektir. Zira insan hem metafizik bir varlıktır ve hem de yaşam serüveninden edindiği tecrübeyle doğa karşısında çok zayıf ve güçsüz olduğunun bilincindedir. Daha doğrusu doğada kimi doğa üstü güçlerin olduğunun inancı ve duygusundadır. Zaten kendisini doğanın bir parçası görmektedir, bunun yanında doğada insan üstü yaratıcı güçler, ruhlar inanç geliştirmekte ve bağlanmaktadır. Yani insan türümüz daha varoluş şafağında çok yoğun bir animistik duygu ve inanç geliştirmektedir. Ona göre, doğa bir bütün olarak ve her varlığın teker teker maddi varlığının ötesinde bir ruha sahiptir, doğal olaylar, hayvanlar ya da doğada var olan başka nesnelere bir ruh izafe ederek bunlara tapınma temelinde bir anlayış geliştirmektedir.

Gerek barınma gerek beslenme gerek koruma ve varlığını sürdürmek için yine kutsallık atfettikleri Doğa Anaya minnet ve bağlılıklarını göstermek için çeşitli ritüeller, merasimler ve mistik törenler yapagelmişlerdir. Bu şekilde yaratıcı güce, Doğa Anaya minnetlerini sunmuş, onlara bahşettikleri nimetler için, onları belalardan, felaketlerden, kıtlık ve kırımdan kurtardığı için şükranlarını bu şekilde sunmuşlardır. Bu merasim ve törenleri de toplu olarak görünür bir biçimde, yine Doğa Ananın onlara bahşettikleri nimetlerle kendinden geçercesine onu memnun etmek ve şükranlarını sunmuşlardır. Doğanın belki de insanlara ilk bahşettiği, hatta yaşam kaynaklarından biri olduğuna inanılan büyük ateşler yakarak etrafında dönerek onu kutsallığına nail olmak istemişlerdir. Yine yapılan avların pişirilip yenildikten sonra şenlikler düzenlenip çeşitli ritüellerle, danslarla minnetlerini arz etmişlerdir. Bu merasimlerde kendinden geçercesine dans edip ruhlarının doğadaki ruhlarla buluşacağına, temizleneceğine, huzura kavuşacağına inanmışlardır. Yine bu merasimlerdeki dans ve ritüellerle bu ruhları mutlu edeceklerini ve onlara kendilerini bağışlatacaklarına inanmışlardır. İnsanlara ilk bahşettiği, hatta yaşam kaynaklarından biri olduğuna inanılan büyük ateşler yakarak etrafında dönerek onu kutsallığına nail olmak istemişlerdir. Yine yapılan avların pişirilip yenildikten sonra şenlikler düzenlenip çeşitli ritüellerle, danslarla minnetlerini arz etmişlerdir. Bu merasimlerde kendinden geçercesine dans edip ruhlarının doğadaki ruhlarla buluşacağına, temizleneceğine, huzura kavuşacağına inanmışlardır. Yine bu merasimlerdeki dans ve ritüellerle bu ruhları mutlu edeceklerini ve onlara kendilerini bağışlatacaklarına inanmışlardır. Özcesi insan ve doğa arasında pisişik bir bağ olmanın yanısıra karşılıklı büyütme koruma ve geliştirici ilişkide varolagelmiştir.

Sevcan Atak

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here