Jungiyen Psikolojide, James Hollis’e Göre Kötü Nedir ?
“Kötü” kavramını James Hollis’in kitapları çerçevesinde ele aldığımızda insan psişesinin ve eylemlerinin karmaşık, çok yönlü bir yönünü ifade eder ve sadece basit bir ahlaki ikilikle tanımlanamaz.
İşte “kötü”nün çeşitli tanımları ve kaynaklarda nasıl ele alındığına dair detaylı bir analiz:
- Ego’nun Yaratımı Olarak Kötü:
- Hollis’e göre, “iyi” ve “kötü” ayrımı doğanın veya tanrısallığın bir özelliği değil, insan egosunun bir problemidir. Ego, kendi kırılganlığı içinde, kendisi için destekleyici olanı tehdit edenden ayırarak bu ikiliği yaratır.
- Doğa, ölümün veya acının “kötü” olduğunu düşünmez; bunlar sadece “olur”. Kötülüğün tanımı genellikle kültürel bağlamlara göre değişir.
- Gölge’nin Bir Manifestasyonu Olarak Kötü:
- James Hollis’in merkezi tezi, insan ruhunun tek, birleşik bir varlık olmadığı, aksine çok çeşitli ve her zaman bölünmüş olduğudur. Ego, bu parçalanmış benliklerin kontrolü altında olduğuna inanma yanılsamasına kapılır.
- Carl Jung’un “Gölge” kavramı, kendimizi rahatsız eden tüm yönlerimizi içerir. Gölge, doğası gereği “kötü” değildir; ancak ego veya kültürün “kötü” olarak gördüğü unsurları barındırabilir.
- Gölge bilinçsiz kaldığında, farkında olmasak bile günlük hayatımızda sinsi bir şekilde değerlerimize ve seçimlerimize sızar. Bu, “iyi” insanların neden “kötü” şeyler yaptığının temel nedenlerinden biridir. Örneğin, bir politikacının eşcinsel haklarına karşı çıkarken kendisinin eşcinsel olması, Gölge’nin bilinçsizce dışa vurumudur. Bir öğretmenin çocuklarının üniversite birikimlerini kumara yatırması da benzer bir Gölge manifestasyonudur.
- Bilinçsizliğin ve Bastırmanın Sonucu Olarak Kötü:
- İçsel olarak inkar edilen veya bilinçsiz bırakılan şeyler er ya da geç dış dünyada tezahür eder. Bilinçsiz Gölge’nin faaliyetleri, kişisel yaşamlarımızda, sosyal sistemlerde, siyasette ve kişilerarası ilişkilerde ortaya çıkar.
- İnsanlar kendilerinde yüzleşemedikleri veya rahatsız edici buldukları şeyleri başkalarına yansıtırlar (“projeksiyon”). Bu projeksiyonlar, ilişkileri bozar ve gerçeklik algımızı çarpıtır. Bir dini fanatiğin başkalarını kendi inancına zorlaması, içsel şüphe ve korkunun dışa vurumudur.
- Bastırma (represyon), hoş olmayan gerçekleri refleks olarak bastırma eylemidir. Ancak bastırılan enerji kaybolmaz; zayıf noktalardan patolojik yollarla yüzeye çıkar. Örneğin, aşırı derecede bastırılmış öfke, yüksek tansiyon veya depresyon gibi fiziksel ve psikolojik sorunlara yol açabilir.
- Kolektif ve Kurumsal Gölge:
- Bireysel Gölge’nin ötesinde, kolektif ve kurumsal bir Gölge de vardır. Toplumsal sistemler, kurumlar ve liderler de kendi Gölge’lerini barındırır.
- Hannah Arendt’in “kötülüğün banalliği” (the banality of evil) kavramı, sıradan insanların sistemler veya ideolojiler aracılığıyla nasıl korkunç kötülükler yapabildiğini açıklar. Adolf Eichmann’ın soykırımda oynadığı rol, onun sadece emirleri yerine getiren “sıradan” bir sivil memur olarak görülmesi, kötülüğün nasıl kişisel canavarlıktan ziyade sistemik ve bilinçsiz bir olgu haline gelebileceğini gösterir.
- Stanley Milgram’ın deneyleri, sıradan insanların otorite figürlerinin baskısı altında başkalarına nasıl zarar verebildiğini göstermiştir. Bu tür olaylar, Gölge’nin uluslararası sınırlar tanımadığını ve her birimizde potansiyel olarak bulunduğunu vurgular.
- Kurumlar, kendi varlıklarını ve liderlerinin ayrıcalıklarını korumak için orijinal vizyonlarından sapabilirler. Dini kurumların kendi “Gölge”lerini barındırabileceği ve hatta kendi ilkelerini ihlal edebileceği örneklerle gösterilmiştir (Engizisyon, Salem cadı avları, bilimsel bilgiyi reddetme).
- Uluslar da kendi karanlık tarihlerine sahiptir; kölelik, yerli medeniyetlerin yok edilmesi, adaletsiz savaşlar gibi olaylar, ulusal Gölge’nin dışa vurumudur.
- Patoloji ve Acı Çekme Olarak Kötü:
- “Psikopatoloji” terimi, kelimenin tam anlamıyla “bir ruhun acı çekmesinin ifadesi” anlamına gelir. Nörozlar, bağımlılıklar ve sosyopatiler, adaptasyonun zorunlu kıldığı acının ifadeleridir.
- Bir kişi, geçmiş travmalara karşı geliştirdiği savunma mekanizmaları nedeniyle başkalarına zarar verebilir. Örneğin, narsistik kişilikler, kendi içlerindeki boşluğu doldurmak için başkalarını manipüle eder ve kullanırlar. Bu tür davranışlar, “kötü” olarak algılansa da, aslında kişinin içsel bir eksikliğin veya geçmiş travmanın sonucudur.
- Faustiyen Çağ ve “Kötülüklerin” Demokrasiye Açılması:
- Goethe’nin Faust’u, modern insanın iç çatışmasını ve ilerleme yanılsamasının karanlık sonuçlarını simgeler. Mephistopheles’in “Şeytan gitti, ama kötüler kaldı” ifadesi, kötülüğün artık dışsal bir varlıkta değil, insanlığın kendisinde bulunduğunu vurgular. Kötülük “demokratikleşmiştir”; yani herkesin içinde vardır ve sıradan eylemler aracılığıyla ortaya çıkar.
- Erdemin Karanlık Yüzü:
- Paradoksal olarak, iyi niyetler ve erdemler bile beklenmedik olumsuz sonuçlar doğurabilir. Aşırıya kaçan bir erdem, yani dengelenmeyen bir “iyi”, kendi Gölge’sini yaratabilir ve yıkıcı olabilir. Örneğin, başkaları için aşırı fedakarlık yapan biri, kendi öfkesini veya depresyonunu bastırarak kendine zarar verebilir. Bu, “erdemin günah haline gelmesi” olarak ifade edilir.
Özetle, Hollis’e göre “kötü” ya da “karanlık”, doğuştan gelen bir şey olmaktan ziyade, insan egosunun kendi sınırlarını aşma, bilinçsizliğini inkar etme, bastırılan içsel çatışmaların dışa vurumu ve kolektif yanılsamaların bir sonucudur. Kötülük, esasen bilincin eksikliğinden ve insanın kendi içsel karmaşıklığıyla yüzleşme isteksizliğinden kaynaklanır. Bu nedenle, Gölge ile çalışmak, yani kendi karanlık yönlerimizi tanımak ve sorumluluk almak, kişisel ve kolektif iyileşmenin temelini oluşturur.


