Kaçan Balık – Celal İlhan

Otobüsün kapısında öğrenci görünüşlü bir kız belirdi.
Gözleri oturabileceği bir koltuk arar gibiydi. Önde ve ortalarda boş koltuk görünmüyordu. Yanımdaki boş koltuğa oturabileceğini düşünmek bile kalp vuruşlarımı hızlandırmıştı. Arkalara doğru geçip giderse duyacağım acının üstesinden nasıl gelebileceğimi düşünüyordum.
Bir mucize oldu, kız hiçbir kararsızlık göstermeden doğruca yanıma gelip izin bile istemeden boş koltuğa oturdu. Belli etmemeye, kendimi kontrol etmeye çalışsam da vücut ısım aniden yükselmişti. Konuşmak, bir şeyler söylemek, onunla tanışıyormuşuz gibi davranmak bana düşüyordu.
Konuşamadım. Dilim tutulmuştu sanki.
Öyle durumlarda, kadınların daha güçlü, daha yetenekli olduğunu o gün öğrendim. Başımı çevirip yüzüne bile bakamadığımı anlayan kız, tehlikeyi sezerek kontrolü ele almıştı.
?Ankara?ya mı gidiyorsunuz??dedi.
Korkumu azaltan bir ses tonu vardı. Cevaplamakta gecikince, ?Geç kaldım,? dedi ?Bilet alamadım da.?
Daha fazla gecikmeden ne düşündüğümü söylemeliydim. Soluklanıp içimi çekerek, ?İnşallah koltuğun sahibi gelmez,? dedim.
?İnşallah? dedi.
Öyle doğal davranmıştı ki hiç kimse durumdan kuşkulanmamış, ters bakışlara hedef olmamıştık. Bizim oralarda, birbirini tanımayan erkek ve kadın otobüslerde asla yan yana oturtulmazlar. Tepki görmemiş olmamıza çok şaşırdım.
Otobüsün bir an önce kalkmasını diliyorum. Göz ucuyla da düşmanlık dolu, kıskanç bakışların üstümüze çevrilip çevrilmediğini anlamaya çalışıyorum.
Konuşmamız duraksamalarla da olsa sürüyor.
Zeynep? Ne güzel bir ad. Baba öğretmen. Anne ev hanımı.
Ailenin tek kızı ve edebiyat fakültesinde öğrenci.
Babası, bulunmak zorunda olduğu bir toplantı, annesi ise rahatsız olduğu için onu uğurlamaya gelememişler.
Bu yüzden onlara borçluluk duyuyorum. Yanında kimsenin olmaması, ilişki kurmak isteyen bir genç için bulunmaz fırsat.
?Göster kendini Yusuf, yıllardır beklediğin kısmet yanında oturuyor. Saatlerin, dakikaların, saniyelerin kıymetini iyi bil!? diyorum içimden.
Raflar, koridor, koltuk araları, tüm boşluklar çoğunluğu gıda maddesi, türlü eşyalarla dolu. Otobüse bindiğimde yüzüme çarpan soğan sarımsak kokusu, Zeynep?in yanıma oturmasıyla nasılda yok oluverdi.
Çok fazla konuştuğumuzu, muhabbeti ilerlettiğimizi söyleyemem. Ama olması gerekenleri, Ankara?da görüşmek için gerekli bilgileri ve yöntemleri, hepsini konuştuk.
Zeynep, her bakımdan aradığımdı.
Aradığım ne miydi? Onu bilmiyordum doğal olarak. Örneğin çok gösterişli bir kız değildi. Boyu benden biraz kısaydı. Siyah saçları beline dek iniyordu. Parlak kara gözleri, güleç yüzü ve düzgün bir fiziği vardı. Yaşına göre olgun görünüyordu. Sesinin yumuşaklığı nasılda rahatlatmıştı içimi.
Okulunu, kaldığı yurdu, istediğim zaman kendisini arayabileceğimi de söylemişti. Yolculuk boyunca daha çok kitap okuduk. Onu bilmem ama ben, okuduklarımdan bir şey anlayabilmiş değildim.
Ankara?ya varıp herkes evinin yolunu tutunca, pişmanlık hiç ara vermeden yapışmıştı yakama. Zeynep?i kaldığı yurda dek götürüp ilişkimizi bir adım daha ilerletemez miydim? Üstelik, böyle bir beklenti içinde olduğunu da fark etmiştim. Elini bile sıkmaya cesaret edememiş, gözümün içine bakan, pırıl pırıl gülümseyişine yarım ağız bir ?güle güle,? demiştim hepsi o. Onunla bir saniye daha kalmak için can atıyordum ama ileri gitmekten, kızı ürkütmekten korkmuş olmalıydım.
Ayrıldıktan hemen sonra, yeniden buluşmanın planlarını yapmaya başlamıştım. İnce hesaplar yaparak oya gibi işlediğim her kurgu, kısa zaman sonra geçersiz hale geliyordu. Başka bir plan hazırlamaya oturuyordum hemen.
?Kaçan balık büyük olur,? derlerdi de inanmazdım.
Büyük ne demek, altında ezildiğim bir şeydi. Zeynep orta halli bir kız olmaktan çıkmış, dünya güzeli olmuştu gözümde. İlk kez önüme çıkan, kapısı açık bu aşk bahçesine girememiş olmak uykularımı kaçırıyordu.
Her fırsat bulduğumda Zeynep?in okulunun önünden, okul saati değilse yurdunun önünden geçmeyi alışkanlık haline getirmiştim. Biri okuldan çıkarken, öteki yurdunun önünde iki kez karşılaştık onunla. İkisinde de gönlüm arkasından sürüklenirken, ayaklarım geriye doğru götürüyordu. Cesaretimi toplayarak yanına varıp bir çift söz söyleyemedim.
Sözde, sorun benden kaynaklanmıyordu. Arkadaşları vardı yanında. Hem de kız arkadaşları. Onu zor durumda bırakmak bana yakışır mıydı hiç? Oysa birinde göz göze gelmiş, selamlaşmıştık bile. Koşarak yanıma gelmesini boynuma sarılıp, ?Sevgilim nerelerdesin aramadığım, sormadığım yer kalmadı,? demesini bekliyordum sanırım. Zeynep uzaklaştıktan sonra kafamı yumrukluyor lanetler okuyordum beceriksizliğime.
?Dilim dilim dilin emi!? diyordum, dilime. ?Özenle seçip derlediğim, yüzlerce kez yinelediğin büyülü tümceleri, şimdi değilse ne zaman söyleyeceksin kahrolası? Bu güne dek boşuna mı büyütüp besledim seni! Konuşsana ulan! Hani bir vuruşta kızın Allah?ını şaşırtacaktın. Benden ayrılmaktansa ölümü seçecekti hani. Geber ulan! Bundan sonra aşk da mutluluk da yaşamak da sana haramdır, unutma!?
İşte o akşam, binlik olduğunu sonradan öğrendiğim koca bir şarap şişesini dipleyerek, Kurtuluş Parkı?nda ilk kez sarhoş oldum.
Hava soğuktu.
Pis bir yağmur çiseliyordu.
Karnım zil zurna açtı.
Şarap soğuk, rengi kırmızı, kan kırmızısıydı. Daha şişenin dibini görmeden başladıydı karnımda bir ağrı. Parkın demirbaş sarhoşlarıyla kaç saat kaldım, onlardan nasıl ayrılabildim, kendimi eve nasıl taşıdım bilmiyorum.
Kapıyı açan ablam, karşısında kardeşini iki büklüm görünce, gözleri ve ağzı kocaman açık, ?Ulan ne bu halin!? Ne oldu, kavga mı ettin, kaza mı geçirdin!?? diye bağırmıştı. Sesi duyan eniştem de kapıya seğirtmişti.
?Hadi gir içeri!? dediler. Girdim.
Su göletlerine bata çıka gelmiştim. Ablam, anne şefkatiyle üstümde ne varsa, iç çamaşırlarıma değin değiştirmiş, yanan sobanın karşısına oturtmuştu beni.
Karnım çok ağrıyordu, belimi doğrultamıyordum. Aylarca sürdü mide ağrılarım.
Kızı anımsadıkça, midemde bir kasılma olur, kıvranırdım.
Halen taşırım bedenimde, ülserim ondan armağandır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir