Kapitalist Gerçekçiliğin Metaverse’teki Yüzü: Mark Fisher’in Eleştirisi ve Neoliberal Tüketim Labirenti

Mark Fisher’ın kapitalist gerçekçilik kavramı, neoliberalizmin hayal gücünü ve alternatif olasılıkları nasıl kısıtladığını eleştirir. Bu eleştiri, metaverse’ün bir özgürlük vaadi olarak ortaya çıkarken nasıl neoliberal tüketim kültürünün bir uzantısına dönüştüğünü açıklamak için güçlü bir çerçeve sunar. Fisher’ın perspektifinden metaverse, kapitalizmin her şeyi metalaştırma eğiliminin bir yansımasıdır; burada özgürlük, yaratıcılık ve topluluk vaadi, markaların, algoritmaların ve tüketim döngülerinin egemen olduğu bir alana sıkışır. Bu metin, Fisher’ın kapitalist gerçekçilik eleştirisinin metaverse’ün neoliberal tüketim alanına dönüşümünü nasıl öngördüğünü, farklı boyutlarıyla derinlemesine inceliyor.

Hayal Gücünün Sınırlandırılması

Fisher, kapitalist gerçekçiliği, kapitalizmin alternatifsiz bir gerçeklik olarak dayatıldığı ve hayal gücünün sistemin sınırlarına hapsedildiği bir durum olarak tanımlar. Metaverse, başlangıçta bireylerin fiziksel dünyanın kısıtlamlarından kurtulup özgürce yaratabileceği bir alan olarak tanıtıldı. Ancak Fisher’ın öngördüğü gibi, bu alan hızla markaların ve platformların kontrolüne geçti. Meta, Microsoft veya diğer teknoloji devleri, metaverse’ü bir “yaratıcılık cenneti” olarak pazarlarken, gerçekte kullanıcı verilerini toplayan, reklam odaklı, kişiselleştirilmiş tüketim deneyimleri sunan bir ekosistem yarattı. Kullanıcılar, özgürce inşa etmek yerine, önceden tasarlanmış şablonlar, abonelik modelleri ve sanal mülk alımlarıyla sınırlı bir dünyaya hapsoldu. Fisher’ın eleştirisi burada netleşir: Kapitalist gerçekçilik, metaverse’ün özgürlük vaadini, tüketim odaklı bir hapishaneye dönüştürerek, alternatif bir geleceğin hayal edilmesini engeller.

Tüketim Kültürü ve Sanal Kimlikler

Metaverse, bireylerin kimliklerini özgürce ifade edebileceği bir alan olarak sunulsa da, Fisher’ın kapitalist gerçekçilik lensi, bu kimliklerin bile tüketim kalıplarına indirgendiğini gösterir. Avatarlar, sanal kıyafetler, dijital mülkler ve hatta sanal etkinlik biletleri, bireylerin kendilerini ifade etmesini metalaştırır. Örneğin, bir kullanıcı, Nike’ın sanal ayakkabılarını satın alarak “benzersiz” bir kimlik oluşturduğunu düşünse de, bu yalnızca markaların tüketim döngüsüne hizmet eder. Fisher, kapitalizmin bireysel özgürlüğü bir illüzyon olarak sunduğunu ve gerçekte bireyleri piyasanın mantığına tabi kıldığını savunur. Metaverse’te bu, kullanıcıların yaratıcılıklarının değil, satın alma güçlerinin belirleyici olduğu bir dünyaya işaret eder. Sanal dünyada “özgür” olmak, yalnızca daha fazla tüketmek anlamına gelir.

Algoritmik Kontrol ve Görünmez Sınırlar

Fisher’ın kapitalist gerçekçilik eleştirisi, neoliberal sistemlerin bireyleri nasıl görünmez bir kontrol ağına hapsettiğini de vurgular. Metaverse’te bu kontrol, algoritmalar aracılığıyla gerçekleşir. Kullanıcıların davranışları, beğenileri ve tercihleri, yapay zeka destekli algoritmalar tarafından analiz edilerek kişiselleştirilmiş reklamlar ve içeriklerle bombardımana tutulur. Bu, Fisher’ın “alternatifsizlik” eleştirisini somutlaştırır: Kullanıcılar, özgürce dolaştıklarını sanırken, aslında algoritmaların önceden belirlediği bir tüketim döngüsüne hapsolur. Örneğin, bir kullanıcı sanal bir konsere katıldığında, platform onun müzik zevkine göre yeni etkinlikler önerir, ancak bu öneriler özgür seçimi değil, kar maksimizasyonunu hedefler. Fisher’ın öngördüğü gibi, metaverse’ün görünmez sınırları, bireylerin hayal gücünü ve özerkliğini sistemin çıkarlarına hizmet edecek şekilde daraltır.

Toplumsal Bağların Metalaşması

Metaverse, topluluk oluşturma ve sosyal bağlar kurma vaadiyle pazarlanırken, Fisher’ın kapitalist gerçekçilik eleştirisi bu bağların da metalaştığını gösterir. Sanal dünyalarda arkadaşlık, sohbet odaları veya ortak etkinlikler, platformların gelir modeline entegre edilmiştir. Örneğin, bir sanal partiye katılmak için bilet satın almak veya premium bir sohbet odasına erişim için abonelik ücreti ödemek, sosyal etkileşimleri birer ticari işleme dönüştürür. Fisher, kapitalizmin her türlü insani ilişkiyi piyasanın mantığına indirgediğini belirtir; metaverse bu eğilimi hızlandırır. Kullanıcılar, gerçek bir topluluk hissi yerine, markaların ve platformların kurguladığı bir “sosyal” deneyim yaşar. Bu, Fisher’ın “kapitalist gerçekçiliğin yalnızlaştırıcı etkisi” dediği şeyin bir yansımasıdır: İnsanlar, bağlantı kurduklarını sanırken, aslında yalnızlaşır ve tüketim döngüsüne daha fazla gömülür.

Geleceğin Yeniden Tanımlanması

Fisher’ın kapitalist gerçekçilik eleştirisi, neoliberalizmin geleceği hayal etme yeteneğini nasıl körelttiğini sorgular. Metaverse, başlangıçta fütürist bir vizyon olarak sunulsa da, Fisher’ın bakış açısıyla bu vizyon, kapitalizmin mevcut güç yapılarını yeniden üreten bir aynadan ibarettir. Sanal dünyalar, sınırsız olasılıklar sunmak yerine, fiziksel dünyadaki eşitsizlikleri, hiyerarşileri ve tüketim kültürünü dijital bir kılığa büründürür. Örneğin, metaverse’teki sanal mülklerin alınıp satılması, gerçek dünyadaki emlak piyasasının bir yansımasıdır; yalnızca zenginler en “değerli” sanal arazilere sahip olabilir. Fisher, kapitalist gerçekçiliğin geleceği yalnızca mevcut sistemin bir uzantısı olarak tasavvur edebileceğini savunur ve metaverse bu sınırlı hayal gücünün bir somutlaşmasıdır.

Dil ve Anlamın Tüketimi

Metaverse, dilin ve anlamın da kapitalist mantığa tabi kılındığı bir alan olarak ortaya çıkar. Fisher, kapitalist gerçekçiliğin dili nasıl yozlaştırdığını ve anlamı yüzeyselleştirdiğini eleştirir. Metaverse’te, iletişim genellikle emoji, hazır ifadeler veya markaların sponsorladığı sanal jestlerle sınırlıdır. Kullanıcılar, derin anlamlar yaratmak yerine, platformların sunduğu hazır iletişim araçlarına bağımlı hale gelir. Örneğin, bir sanal dünyada “özgürlük” kelimesi, markaların pazarlama kampanyalarında içi boş bir slogana dönüşür. Fisher’ın eleştirisi burada da yankılanır: Kapitalist gerçekçilik, anlamı ve dili tüketim kültürünün bir aracı haline getirerek, bireylerin kendilerini ifade etme yeteneğini zayıflatır.

Kapitalist Gerçekçiliğin Metaverse’teki Zaferi

Mark Fisher’ın kapitalist gerçekçilik eleştirisi, metaverse’ün neoliberal tüketim alanına dönüşümünü çarpıcı bir şekilde öngörür. Özgürlük, yaratıcılık ve topluluk vaadiyle ortaya çıkan metaverse, kapitalizmin alternatifsizliğini pekiştiren bir alana dönüşmüştür. Kullanıcılar, algoritmaların, markaların ve tüketim döngülerinin yönlendirdiği bir dünyada, özgür olduklarını sanırken sistemin çarklarında birer dişli haline gelir. Fisher’ın eleştirisi, metaverse’ün bu dönüşümünü yalnızca bir teknolojik gelişme olarak değil, kapitalist gerçekçiliğin hayal gücünü ve geleceği ele geçirmesinin bir başka örneği olarak görmemizi sağlar. Bu sanal dünya, belki de Fisher’ın uyardığı gibi, “başka bir dünya mümkün” fikrinin son kalesini işgal eden bir tüketim makinesinden başka bir şey değildir.