Kardeşlerin Nefreti – Altın Koyun – Güneşin Doğudan Batması – Tüyler Ürpertici Bir Yemek – Zapt Olunmaz Bir Nefret – Bir Ölüm Makinesi
ATREUS ve THYESTES
Şimdi de geldik Yunan Mitolojisi’nin belki de en zalim hikâyesine! Başka hiçbir söylencede bir lanetin mantıksal, psikolojik ve ahlaksal gelişimi, böylesine korkunç bir tutarlılık içinde ortaya konulmamıştır. Başka hiçbir söylencede nefret ve savaşın iç dinamikleri bu kadar açıkça ortaya konmamıştır.
Pelops oğulları olan Atreus ve Thyestes’in birbirlerinden nefret ettiklerini biliyordu ve yaşamı boyunca ikisinin mümkün olduğu kadar az bir araya gelmeleri için gayret etti. Sarayın ayrı kanatlarında oturuyorlardı. Birisi babasının yanında olduğu zaman, diğeri odasını terk edemiyordu; birisi annesinin yanında olduğu zaman, diğeri beklemek zorundaydı; birisi uyuduğu zaman, diğeri uyanıktı; birisi oyun oynadığı zaman, diğeri yemek yiyordu -hayatları bu şekilde akıp gidiyordu. Birbirlerinden haberdardılar, fakat bir araya gelmelerine izin verilmiyordu.
Fakat sonunda ikisi de erişkin olmuştu ve esas mesele babalarının ölümünden soma ortaya çıkmıştı: Ülkeyi kim yönetecekti? Bir kâhinin şöyle söylediği rivayet ediliyordu: “Hükümdar olacak olana bir işaret verilecek.”
Günün birinde Atreus sürüsünde altın bir kuzunun olduğunu fark etti ve kehanet edilen işaretin bu olduğu karasına vardı. Kuzunun postu saf altındandı, kuzunun diline baktı, yine saf altın. Kendi kendine şöyle dedi:
“Beklenen işaret bundan başka bir şey olamaz, her şeyin mirasçısı ben olacağım.”
Altın kuzuyu Tanrıça Athena’ya adamaya karar verdi, fakat soma ona kıyamadı ve tanrıçaya başka bir hayvan kurban etti. Altın kuzuyu da kendisi için keserek, postunu doldurttu. Sonra beklenen işaretin kendisine verildiğini her tarafa ilan etti.
Fakat Atreus’un bilmediği bir şey vardı. Karısı ile kardeşi Thyestes arasında ihtiraslı bir aşk yaşanıyordu.
Kadın kocasının can düşmanına her şeyi açıklamıştı: Gelecek olan işaret altın bir kuzuydu ve Atreus bu kuzuya sahipti. Thyestes’i Atreus’un gizli odasına götürdü ve Thyestes altın kuzuyu çaldı.
Kısa bir süre sonra Thyestes bir halk toplantısı yapılması çağrısında bulundu. “Artık kararın verilmesi vakti geldi” diyordu.
Atreus hâlâ altın kuzunun sahibi olduğunu sandığı için kardeşini destekledi ve hatta konuşmaya devam etmesini istedi.
“Bir karar verilmesi lazım” diyordu Thyestes, “bana kalırsa hangimizin kral olacağına halk karar vermeli.”
“Hayır” dedi Atreus, “kararı halk vermemeli, aksine tanrılar bir işaret göndermeli. Ve tanrılar bir işaret gönderdiler bile. Kim altın bir kuzuya sahip olduğunu ispat edebilirse, kral o olmalıdır.”
Atreus şaşkınlıkla Thyestes’in söylediklerini onayladığını fark etti.
“Seninle tamamen aynı fikirdeyim” diyordu. “Sen ve ben, ikimiz de taht üzerinde hak iddia ediyoruz ve ben de seninle aynı şeyleri söylüyorum: Kim altın bir kuzuya sahip olduğunu ispat edebilirse, kral o olsun. Zeus söyledi bana bunları rüyamda. Şimdi saraya gidelim, odalarımıza bakalım ve Baştanrı’nın vereceği hükme uyalım!”
Atreus kendini tutamayarak kıkır kıkır güldü ve cevap verdi: “Sen gerçekten de aklı başında bir adamsın, kardeşim. Dediğin gibi yapacağız.”
Fakat toplanan halkın önünde altın kuzuyu sergileyen ve tahtı talep eden Thyestes oldu.
Atreus kardeşinin kendisine yalan söylediğini ve kuzuyu çaldığını anlamıştı. İçindeki nefret daha da büyüdü ve Zeus’a intikam için yalvardı.
Gerçekten de Zeus, Atreus’u kardeşi Thyestes’den daha çok beğeniyor ve seviyordu. – Bu durum bize İncil’de yine tamı tarafından eşit olarak sevilmeyen iki kardeşin hikâyesini hatırlatmaktadır: Kabil ve Habil. Ve bu hikâyenin nasıl son bulduğunu da biliyoruz.
Zeus, Atreus’a şöyle dedi: “Sen de bir halk toplantısı düzenle ve şunları söyle: İçimizden kim öğle güneşini aksi yönde yol almaya ve doğudan batmaya zorlayabilirse, kral o olsun.”
Atreus şaşırmıştı: “Bunu kim başarabilir ki? Bunu ben nasıl başarabilirim?”
Zeus onu yatıştırdı: “Bunu senin için ben yapacağım.”
Bunun üzerine Atieus bir halk toplantısı daha düzenledi ve şöyle dedi: “Bu gece ben de bir rüya gördüm. Bu rüyada Zeus bana bir görev verdi ve sizlere şunu söylememi istedi: İçinizden kim -Thyestes veya ben- öğlen güneşini geriye döndürüp doğudan batmaya zorlayabilirse, gerçek kral o olsun.”
Thyestes kardeşi Atreus’un delirdiğini düşündü ve sırıtarak söylediğini kabul etti.
Ertesi gün tüm halk pazar meydanmda toplanmıştı.
İnsanlar öğlen olmasmı bekliyordu, yere sopalar dikmişlerdi ve gölgeleri kontrol edip duruyorlardı. Gölgenin nereye düştüğünü görebilmek için, sopaların yanına tebeşirle işaretler bile koyuyorlardı.
Ve gerçekten de tam öğlen olduğu zaman Güneş Tanrısı Helios atlarını durdurdu, arabasını aksi yöne çevirdi ve evrenin yaradılışından beri ilk kez olarak geldiği yöne, yani doğuya doğru yol almaya başladı.
Halk Atreus’u kral ilan etmişti. Thyestes kardeşinden korkmuştu, çünkü bir insanın bu işi başarabilmesi için ancak Baştanrı’yla ittifak içinde olması gerektiğini biliyordu.
Thyestes oradan kaçtı ve bir daha hayatı boyunca Atreus’un yakınlarına dahi gelmemeye karar verdi.
Bundan böyle hükümdar Atreus’tu. Fakat artık her şeye sahip olması bile, kardeşi Thyestes’e duyduğu nefreti bir nebze olsun azaltmamıştı. Nefret gerçeklerden bağımsızdı. Hâlâ intikam peşinde koşuyor, hâlâ kardeşini daha nasıl yaralayabileceğim ve aşağılayabileceğin! düşünüyordu. Ülkenin dört bir yanına haberciler salarak kardeşini bulmalarmı istemişti. Ona Atreus’un artık daha anlayışlı ve makul olduğunu, Thyestes’in geri dönmesini, çünkü ailesini tekrar bir araya toplamak istediğini söyleyeceklerdi. Kuşaklar boyu sürmekte olan bu anlamsız, acımasız nefret bir son bulmalıydı artık.
Thyestes kardeşine inanmıştı. Küçük yaştaki iki oğlu ve karısıyla birlikte Atreus’un yanma döndü.
Atreus onu çok şaşaalı bir törenle karşıladı. Thyestes’in karısı dairesine götürüldü ve köleler ona hizmet ettiler. Atreus ise yeğenlerini, yani Thyestes’in iki oğlunu bizzat bahçeye götürdü. Dünyamn en güzel oyuncakları bekliyordu onları orada.
Ve sonunda Atreus kardeşinin önünde dizlerinin üstüne çöktü ve Thyestes’in ailesine rica etti: “Biz iki kardeşi kısa bir süre için yalnız bırakın. Birbirimizin gözlerinin içine bakmalıyız. Sonra çok büyük bir şenlik yapacağız, ama önce Thyestes ile yalmz kalmalıyım.”
Thyestes’in karısı bunu kabul etti, Thyestes’in oğulları da kabul ettiler, çünkü dışarıda kendilerini dünyanın en güzel oyuncakları beklemekteydi. Thyestes de kardeşinin bu isteği karşısında duygulanmış ve onunla birlikte binanın mahzenine inmişti.
Orada, sadece meşaleler tarafından aydınlatılan penceresiz bir odada, Atreus ile Thyestes karşı karşıya oturdular. “Beni bu karanlık odaya neden getirdin?” diye sordu Thyestes.
Atreus cevap verdi: “Aradan geçen yıllar zarfında bu karanlık odada senin için üzüldüm. Her gün bir kere buraya gelerek senin burada olmanı diledim ve aramıza giren nefreti lanetledim.”
Atreus konuşmaya devam etti: “Bana bir iyilik yap, kardeşim: Büyük şölenimizi yapmadan önce, beraber yemek yiyelim. Sana ben hizmet edeceğim. Benim misafirim olacaksın.”
Thyestes kardeşinin bu alçakgönüllülüğü karşısmda daha da duygulandı ve isteğini kabul etti.
Atreus bir çanak dolusu et getirerek kardeşinin önüne koydu ve Thyestes yemeği afiyetle yedi.
Yemekten sonra Thyestes, Atreus’a sordu: “Aradan geçen bütün bu yıllarda durumun nasıldı, kardeşim? Ne
ile meşgul oldun?”
Atreus cevap verdi: “Astronomi ve biraz da sanat ile ilgilendim.”
Thyestes bir daha sordu: “Sanat mı? Çok ilginç.”
Utanmıştı, fakat kardeşi ile görüşmesinin kesilmesini istemedi.
Atreus dedi ki: “Evet, sanat ile ilgilendim. Biraz heykeltıraşlık çalıştım. Yaptıklarımı görmek ister misin?”
“Evet, elbette” diye cevap verdi Thyestes. “Yaptıklarını görmeyi çok isterim.”
Atreus odadan çıktı ve biraz soma elinde bir tepsiyle geri geldi. Tepsinin üzerinde iki tane garip figür vardı.
Sadece arkadan görülebilen iki küçük baş, onlarm altında eller, onların da altında ayaklar. Gövdesi olmayan bir vücuda, kırık bir heykel parçasına benziyordu. Thyestes tepsiyi sadece arkadan görebiliyordu, çünkü kardeşi onu ters tutuyordu.
Thyestes daha da çok utamyordu, çünkü gördükleri karşısmda şöyle düşünüyordu: Bunlar korkunç şeyler.
Kardeşimin böyle şeyler yapması inanılır gibi değil.
Atreus temiz bir kalple kardeşine sordu: “Bu figürler hoşuna gitti mi?”
Thyestes onu incitmek istemiyordu: “Evet, hoşuma gittiler. Fakat içimde sanki orta kısımları eksikmiş gibi bir
his var. Belki de yanılıyorumdur, belki de onları bir kere de önden görmem gerekir.”
Atreus dedi ki: “Evet, onlara önden de bakmalısın.”
Tableti döndürür döndürmez Thyestes oğullarının kesik başlarım, el ve ayaklarını tanıdı.
“Onların orta kısımları, yani gövdeleri ile ilgilenmiştin. Az önce yedin onları” dedi Atreus.
Thyestes çocuklarının etlerini kusarak evden çıkıp gitti.
O günden sonra aklında sadece bir tek düşünce vardı: Kardeşi Atreus’tan nasıl intikam alabilirdi? İlk iş olarak bir kâhine gitti, çünkü normal yöntemler ile bu iğrenç yaratıkla baş edemeyeceğini biliyordu.
Kâhin ona şöyle dedi: “Dikkatli ol, Thyestes. İntikam almaktan kendini sakın. İntikamı ancak zalim bir yoldan
geçerek alabilirsin.”
“Umurumda bile değil” dedi Thyestes. ‘Tek düşüncem intikam almak.”
“Peki” dedi kâhin. “Git ve kendi kızına tecavüz et.
Doğuracağı oğlan arzuladığın intikamı alacak. Senin kardeşini öldürecek.”
Thyestes hiç düşünmeden kızım aramaya gitti. Kızı henüz pek gençti ve hiçbir şeyden haberi yoktu, çünkü annesi iki kardeş arasındaki nefreti ona hiç anlatmamıştı.
Thyestes kızını bir şelalede yıkanmak üzereyken yakaladı ve ona acımadı, çünkü tek isteği intikam almaktı. Kızın üzerine atladığı gibi, ona tecavüz etti.
Kız bir süre sonra Aigisthos’u dünyaya getirdi. Bu çocuk Thyestes tarafından gerçek bir ölüm makinesi olarak yetiştirildi. Aigisthos yedi yaşındayken Atreus’u öldürdü. Bunu yapmadan az önce, aynı kılıçla onu engellemek isteyen annesini de öldürmüştü.
Ve böylece lanet bir sonraki kuşağa sıçramış oldu. Öldürmenin ve nefretin sonu gelmemişti.
PERİLERİN Ş A R K I S I
MICHAEL KÖHLMEIER
mitolojinin öyküsü
Çeviri: Atilla Dirim
Yurt Kitap-Yayın



