“Kendini Bulma” Mitine Saplanıp Kalmak ve Sistemsel Tuzakları Anlayabilmek Mümkün Müdür ?
Romantik Bir Yanılsama: Kendini Bulmak
Hayatın belli dönemlerinde “kendimi bulmam lazım” deriz. Bu cümle, çoğu zaman sanki içimizde saklanmış, bozulmamış, saf bir öz benlik varmış ve onu keşfetmemiz gerekiyormuş gibi bir anlam taşır. Adeta kaybolmuş bir hazineyi aramak gibi… Bu düşünce kulağa hoş gelir, umut verir. Ancak aslında biraz romantik, biraz da kaderci bir yanı vardır. Çünkü “bulmak” sözcüğü bizi pasif kılar. Sanki kim olduğumuz çoktan orada, bir yerde hazır bekliyor; tek yapmamız gereken keşfetmek.
Oysa kimlik, sabit bir obje değildir. Ne bir mağarada, ne de kalbimizin en derin köşesinde saklı duran bir definemiz vardır. Kimliğimiz, seçimlerimizle, eylemlerimizle ve sorumluluklarımızla her gün yeniden şekillenir. Daha doğrusu, biz “kendimizi bulmuyoruz”, “kendimizi yaratıyoruz.”
Dinamik Bir Süreç Olarak Benlik
İnsanın kimliği durağan değil, sürekli değişen ve dönüşen bir süreçtir. Yeni bir işe girmek, bir ilişkiye başlamak, göç etmek, bir kayıp yaşamak… Tüm bunlar “ben kimim?” sorusunu yeniden sordurur. Bu sarsılmalar kötü değildir; aksine insan olmanın doğasına aittir. Çünkü insan yalnızca var olmakla kalmaz; dünyayla etkileşerek, deneyimleyerek sürekli dönüşür.
Dolayısıyla öz benlik dediğimiz şey, saf bir biçimde içeride bekleyen bir öz değil; yaşam boyu süren bir etkileşim ve yaratım sürecidir. Sağlıklı bir kimlik inşası ise, içsel değerlerimiz ile dış dünyanın gerçekleri arasında diyalog kurabilmekten geçer.
Sistemsel Eleştiri Eksikliği
Ancak burada kritik bir tehlike vardır: Bu söylemi fazla bireysel yorumlamak. “Kendini bulmak” mitini eleştirirken bile suç çoğu zaman bireyin yanlış arayışına yüklenir. Sanki sorun yalnızca kişinin içsel yöntemlerindeymiş gibi…
Oysa modern kapitalist düzen, eğitim sistemi ve sosyal medya kültürü her gün bize aynı mesajı pompalıyor:
“Daha fazlasına sahip ol. Daha çok beğenil. Daha başarılı görün.”
Bu sürekli dışarıya dönük baskı varken, insanın kendi içine dönmesi, kendi öz değerlerini duyması elbette kolay değil. Sosyal medya beğenileri, tüketim alışkanlıkları, başarı ve kariyer odaklı eğitim sistemi; hepsi bizi kendi dışımıza yönlendiriyor. Kimliğimizi, “neye sahip olduğumuz” ya da “başkaları gözünde nasıl göründüğümüz” üzerinden tanımlamaya itiyor.
Bireysel ve Toplumsal Arayış Arasındaki Bağ
Eğer eleştiriyi yalnızca bireyin içsel yolculuğuna yöneltirsek, büyük resmi gözden kaçırırız. Gerçek eleştiri, bireysel arayışın yanı sıra bizi bu arayışa iten toplumsal, ekonomik ve politik yapıları da sorgulamalıdır.
- Kapitalizm, sürekli eksiklik duygusu üretir: “Daha fazlasını al, daha iyisine sahip ol.”
- Eğitim sistemi, bireyi sürekli yarışa sokar: “En iyisi ol, geride kalma.”
- Sosyal medya, kimliği sahneye koyar: “Görün, beğenil, alkış al.”
Böylesi bir düzen içinde, kişinin “kendini bulmak” için içe dönmesi yalnızca bireysel bir cesaret meselesi değildir. Aynı zamanda sistemin dayattığı göz kamaştırıcı parıltılara direnmek, dışsal kalıpları sorgulamak ve kendi içsel süzgecini yaratmak meselesidir.
Sonuç: Kendini Yaratmak ve Sistemi Sorgulamak
“Kendini bulmak” kulağa hoş gelen, umut verici bir söz. Ancak çoğu zaman bizi pasif bir bekleyişe iter. Oysa mesele kendini bulmak değil, kendini yaratmaktır. Seçimlerimizle, eylemlerimizle, ilişkilerimizle kim olduğumuzu her gün yeniden inşa ederiz.
Ama burada nokta koymamalıyız. Çünkü bu bireysel inşa süreci, sistemin bizden talep ettiklerinden bağımsız değildir. Eğer biz sadece “yanlış yerde arıyoruz” diyorsak, eksik kalır. Asıl mesele, bizi dışarıya baktıran, kimliğimizi tüketim ve görünürlük üzerinden kurmaya zorlayan düzenin kendisini de eleştirmektir.
Gerçek özgürlük, hem bireyin kendi özünü yaratmasında hem de bu özü boğan yapıları sorgulamasında gizlidir.


