Madam Arthur Bey’in Cinsiyet Tiyatrosu: Butler’ın Performatif Merceğiyle Bir Okuma

Mine Söğüt’ün Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey adlı eseri, toplumsal cinsiyet normlarının karmaşık bir sorgulamasını sunar. Judith Butler’ın performatif cinsiyet teorisi, bu eserdeki karakterlerin kimliklerini, eylemlerini ve varoluşsal mücadelelerini anlamak için güçlü bir çerçeve sağlar. Butler’a göre cinsiyet, sabit bir öz ya da biyolojik bir gerçeklik değil, toplumsal normlar aracılığıyla sürekli olarak yeniden üretilen bir performanstır. Bu performans, bireylerin jestleri, söylemleri ve bedenleriyle toplumsal cinsiyet normlarını yeniden sahnelemesiyle şekillenir; ancak bu süreç, aynı zamanda normlara direniş ya da onlara uyum sağlama alanları açar. Söğüt’ün karakterleri, Madam Arthur Bey ve çevresindekiler, bu performatif çerçeveye hem uyum sağlayan hem de ona meydan okuyan çok katmanlı figürlerdir. Aşağıda, eserin karakterlerinin Butler’ın teorisi ışığında nasıl yorumlanabileceği, cinsiyet normlarıyla ilişkilerinin direniş ve uyum arasındaki gerilimlerini merkeze alarak inceleniyor.

Kimliğin Sahnesi: Madam Arthur Bey’in Varoluşsal Performansı

Madam Arthur Bey, eserin merkezinde yer alan ve cinsiyet kimliğini akışkan bir şekilde yaşayan bir karakterdir. Butler’ın teorisine göre, cinsiyet bir “eylem”dir; birey, toplumsal normların dayattığı “kadın” ya da “erkek” kategorilerini, günlük pratikler aracılığıyla yeniden üretir ya da altüst eder. Madam Arthur Bey, bu anlamda, geleneksel cinsiyet ikiliklerini (binary) sorgulayan bir figür olarak ortaya çıkar. Onun hem “Madam” hem de “Bey” olarak adlandırılması, cinsiyetin sabit bir kategori olmadığını, aksine toplumsal olarak inşa edilmiş bir kimlik oyunu olduğunu gösterir. Butler’ın Gender Trouble’da belirttiği gibi, cinsiyet performansı, normatif beklentilerin sürekli tekrarlanmasıyla oluşur, ancak bu tekrarlar kusursuz değildir ve çatlaklar yaratır. Madam Arthur Bey’in kadınsı ve erkeksi unsurları bir araya getiren varoluşu, bu çatlaklardan biridir. Onun kimliği, toplumsal cinsiyet normlarının katı sınırlarını reddederken, aynı zamanda bu normların içinde hareket etmek zorunda kalır. Örneğin, Madam Arthur Bey’in giyim tarzı, davranışları ve toplumsal etkileşimleri, hem normlara meydan okuyan bir estetik sunar hem de bu normların varlığını tanıyarak onların gölgesinde var olur. Bu, Butler’ın “performatiflik” kavramındaki ikiliği yansıtır: Hem normlara bağımlılık hem de onlara karşı potansiyel bir başkaldırı.

Normların Ağı: Karakterlerin Toplumsal Bağlamla Mücadelesi

Söğüt’ün romanındaki diğer karakterler, Madam Arthur Bey’in çevresinde dönen bir ilişkiler ağı içinde yer alır ve her biri, toplumsal cinsiyet normlarıyla farklı şekillerde yüzleşir. Butler, toplumsal cinsiyetin bir “güç aygıtı” olarak işlediğini ve bireylerin bu normlara uymaya zorlandığını savunur. Romanda, karakterlerin bazıları bu normlara teslim olurken, diğerleri onlara karşı çıkar. Örneğin, Madam Arthur Bey’in çevresindeki kadın karakterler, geleneksel kadınlık rollerine sıkışmış gibi görünebilir; ancak onların küçük jestleri, sessiz isyanları ya da beklenmedik tepkileri, Butler’ın “yıkıcı performans” olarak adlandırdığı anlara işaret eder. Bu karakterler, normatif cinsiyet rollerini tamamen reddetmeseler de, bu rolleri oynarken ortaya çıkan çelişkilerle mücadele ederler. Butler’a göre, bu çelişkiler, cinsiyet normlarının yapaylığını açığa çıkarır ve direnişin mümkün olduğu alanlar yaratır. Romanda, bir karakterin geleneksel bir kadınlık rolünü yerine getirirken aynı anda bu rolü ironik bir şekilde sorgulaması, Butler’ın performatiflik kavramındaki “tekrarın başarısızlığı” fikrini somutlaştırır. Bu başarısızlık, normların sorgulanabilirliğini ortaya koyar ve karakterlerin, normlara uyum sağlarken bile bir tür örtük direniş sergileyebileceğini gösterir.

Özgürlüğün Sınırları: Direniş ve Uyum Arasındaki Gerilim

Madam Arthur Bey ve diğer karakterlerin toplumsal cinsiyet normlarıyla ilişkisi, Butler’ın teorisindeki direniş ve uyum arasındaki gerilimi yansıtır. Butler, cinsiyet performansının tamamen özgür bir seçim olmadığını, çünkü bireylerin toplumsal normların baskısı altında hareket ettiğini belirtir. Ancak bu baskı, aynı zamanda normları yeniden yorumlama ve altüst etme potansiyeli taşır. Madam Arthur Bey’in akışkan kimliği, bu potansiyelin en açık örneğidir. Onun cinsiyet sunumu, toplumsal normlara meydan okurken, aynı zamanda bu normların sunduğu sınırlı çerçeve içinde var olur. Örneğin, Madam Arthur Bey’in toplumsal alanda kabul görme çabası, normlara bir tür uyum sağlama olarak okunabilir; ancak bu uyum, normları yeniden tanımlayan bir estetikle birleştiğinde, direnişin bir biçimi haline gelir. Romandaki diğer karakterler de benzer bir ikilem içindedir: Bazıları normlara uymayı seçerken, bu seçim bile bilinçli bir müzakereyi yansıtır. Butler’ın Excitable Speech’te tartıştığı gibi, normlara uyum, pasif bir teslimiyet değil, bazen hayatta kalmanın bir stratejisidir. Söğüt’ün karakterleri, bu stratejileri kullanarak hem bireysel hem de kolektif bir mücadele alanı yaratır.

Bedenin Dili: Cinsiyetin Görsel ve İşitsel İfadeleri

Butler, cinsiyetin yalnızca sözlü değil, aynı zamanda bedensel ve görsel bir performans olduğunu vurgular. Madam Arthur Bey’in bedeni, bu performansın merkezi bir aracıdır. Onun giyimi, jestleri ve toplumsal alandaki varlığı, cinsiyet normlarını hem yeniden üreten hem de sorgulayan bir tiyatro sahnesi gibidir. Söğüt’ün romanında, karakterlerin bedenleri, toplumsal cinsiyet normlarının yazıldığı bir tuvaldir. Örneğin, Madam Arthur Bey’in kadınsı ve erkeksi unsurları birleştiren estetiği, Butler’ın “drag” kavramına paralel bir şekilde, cinsiyetin yapaylığını açığa çıkarır. Drag, Butler için, cinsiyet normlarının parodisini yaparak onların keyfi doğasını ifşa eder. Madam Arthur Bey’in performansı, bu anlamda, normatif cinsiyet kategorilerini alaya alan bir estetik direniş olarak okunabilir. Ancak romandaki diğer karakterlerin bedenleri, normlara daha fazla teslim olmuş gibi görünebilir. Örneğin, geleneksel kadınlık rollerine sıkışmış bir karakterin bedeni, toplumsal beklentilerin bir yansımasıdır; ancak bu beden, küçük jestler ya da beklenmedik tepkiler aracılığıyla normları sorgulayabilir. Bu, Butler’ın cinsiyetin “tekrarlanan eylemler” yoluyla hem sabitlendiğini hem de bozulabileceğini savunan görüşünü destekler.

Toplumsal Cinsiyetin İdeolojik Dayanakları

Butler, toplumsal cinsiyet normlarının, aile, devlet ve psikiyatri gibi kurumlar aracılığıyla sürdürüldüğünü savunur. Söğüt’ün romanında, bu kurumlar, karakterlerin hayatlarını şekillendiren görünmez bir ağ olarak işler. Madam Arthur Bey’in varoluşu, özellikle heteronormatif aile yapısına ve onun dayattığı cinsiyet rollerine meydan okur. Ancak bu meydan okuma, tamamen özgürleştirici değildir; çünkü karakter, bu kurumların oluşturduğu toplumsal baskılarla sürekli bir müzakere içindedir. Örneğin, Madam Arthur Bey’in toplumsal alandaki görünürlüğü, hem bir özgürlük alanı yaratır hem de bu kurumların yargılayıcı bakışlarına maruz kalır. Butler’ın Bodies That Matter’da tartıştığı gibi, cinsiyet normları, bireylerin “anlaşılır” bir kimlik olarak tanınmasını sağlayan ama aynı zamanda onları sınırlandıran bir çerçeve sunar. Romandaki diğer karakterler de bu çerçevenin içinde hareket eder: Bazıları normlara uyarak “anlaşılır” bir kimlik inşa ederken, diğerleri bu normları reddederek dışlanmayı göze alır. Bu, Butler’ın cinsiyetin hem bir baskı aracı hem de bir direniş alanı olduğunu savunan görüşünü yansıtır.

Performatifliğin Çelişkili Doğası

Söğüt’ün Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey’i, Butler’ın performatif cinsiyet teorisi ışığında, toplumsal cinsiyet normlarının hem yeniden üretildiği hem de sorgulandığı bir anlatı sunar. Madam Arthur Bey, cinsiyetin akışkanlığını ve normların yapaylığını açığa vuran bir figür olarak, direnişin somut bir örneğidir. Ancak romandaki diğer karakterler, normlara uyum ve direniş arasında salınarak, cinsiyet performansının çelişkili doğasını ortaya koyar. Butler’ın teorisi, bu karakterlerin ne tamamen özgür ne de tamamen esir olduğunu gösterir; aksine, onlar normların hem mahkûmu hem de müzakerecisi olarak var olurlar. Söğüt’ün eseri, bu anlamda, cinsiyetin bir tiyatro olduğunu ve her bireyin bu tiyatroda hem oyuncu hem de seyirci olduğunu hatırlatır. Bu tiyatro, normların ağırlığı altında ezilse de, aynı zamanda onların sınırlarını zorlayan bir özgürlük alanı yaratır.