Martin Heidegger: BENİ FENOMENOLOJİYE GÖTÜREN YOL

Akademik çalışmalarım 1909-1910 kışında Freiburg Üniversitesinde teoloji ile başladı. Fakat teoloji çalışmasının ana yapıtı , her nasılsa müfredat programına dahil edilen felsefe için yine de yeterince zaman bıraktı. Böylece Husserl’in Logical Investigations’larının her iki cildi benim orada bulunduğum ilk sömestreden beri teoloji seminerinde masamın üzerinde durdu. Bu ciltler Üniversite kütüphanesine aitti. Vadesi dolmuş tarih kolayca tekrar tekrar yenilenebilirdi. Bu yapıt açıkça, öğrencilerin çok az ilgisini çekti. Fakat o, ona böylesine yabancı bir çevreye nasıl girdi?

Felsefe dergilerine birçok başvurumdan, Husserl’in düşüncesini Franz Brentano’nun belirlediğini öğrenmiştim. 1907 tarihinden beri Brentano’nun “Aristoteles’ten Bu Yana Varlığın Çeşitli Anlamları Üzerine” (1862) başlıklı tezi, benim felsefeye girme konusundaki ilk acemice girişimlerimde başlıca yardımcım ve rehberim olmuştu. Tamamen belirsiz bir tarzdaki şu soru beni ilgilendirdi: Eğer varlık çeşitli anlamlarla ifade edilirse, o zaman onun ön temel anlamı nedir? Varlık ne anlama gelir?

Gythnasium” da kalışımın son yılında, o zaman Freiburg Üniversitesinde dini dogmalann sistematik incelenmesi alanında Profesör olan Cari Braig’ın “On Being. Outline of Ontology” adlı kitabına rastladım. Bu kitap Braig’ın, Freiburg Üniversitesi teoloji fakültesinde Doçent olarak bulunduğu tarih olan 1896’da basılmıştı. Yapıtın daha geniş kısımları, daima sonda, Aristoteles’ten, Thomas Aquinas ve Suarez’den uzun metin pasajları ve ek olarak da temel ontolojik kavramlar için etimoloji verir.

Brentano’nun tezinin harekete geçirdiği sorular konusunda Husserl’in Logical Investigations ‘larından kesin bir yardım umdum. Ancak doğru olarak araştırmamış olduğumdan, çabalarım boşa gitmişti. Bunu çok daha sonra anladım. Buna rağmen Husserl’in yapıtına öylesine hayran kalmıştım ki beni büyüleyen şeyin ne olduğunu yeterince anlamaksızın sonraki yıllarda bu yapıtı tekrar tekrar okudum. Yapıttan fışkıran büyü, tümce yapısının dış görünüşüne ve baş sayfaya yayıldı. Baş sayfada yayıncı Max Niemeyer’in adıyla karşılaştım. Bu karşılaşma, o zamanki gibi aynı canlılıkla bugün de gözlerimin önündedir. Onun ismi, ikinci cildin alt başlığında görünen, o zamanlar bana yabancı olan “Fenomenoloji” adıyla bağlantılıydı. Benim “fenomenoloji” teriminden anladığım, o yıllarda yayıncı Max Niemeyer ve yapıtı hakkındaki bilgim kadar sınırlıydı ve kararsızlık taşıyordu. Her iki adın – Niemeyer Basımevi ve Fenomenoloji – neden ve nasıl birbirlerine ait oldukları yakında daha açık hale gelecektir.

Dört sömestreden sonra teolojik çalışmalarımı bıraktım ve kendimi tamamen felsefeye adadım. Buna rağmen 191 l’i izleyen yıllarda yine de teolojik konferanslara, dini dogmalann sistematik incelenmesi konusundaki Cari Braig’ın konferansına katıldım. Beni bunu yapmaya götüren, spekülatif teolojiye olan ilgim ve her şeyden önce de bu hocanın her konferans saatinde somut olarak gösterdiği keskin düşünme türü olmuştu. Kendisine eşlik etmeye kabul edildiğim birkaç yürüyüş sırasında Skolastisizmin dogmatik sisteminden ayrı olarak Schelling ve Hegel’in spekülatif teoloji için önemini ilk kez duydum. Böylece, metafiziğin yapısı olarak ontoloji ve spekülatif teoloji arasındaki gerginlik araştırma alanıma girdi.

Ancak zaman zaman bu etkinlik alam, Heinrich Rickert’in kendi seminerlerinde inceledikleriyle karşılaştırıldığında – 1915’de

Galician cephesinde basit bir asker olarak ölen öğrencisi Emil Lask’ın iki yazısı – arka plana itildi. Rickert, aynı yıl basılmış olan The Object of Knowledge, Introduction to Transcendental Philosophy adlı yapıtının yeniden gözden geçirilmiş üçüncü basımını “Değerli arkadaşıma” ithafıyla Lask’a adadı. Bu ithaf, hocanın öğrencisinden elde ettiği yararın kanıtı olarak düşünüldü. Emil Lask’ın her iki yazısı – The Logic of Philosophy and the Doctrine of Categories, A Study of the Dominant Realm ofLogical Form (1911) ve The Doctrine of Judgement (1912) – Husserl’in Logical Investigations ‘larınm etkisini- yeterince açık olarak gösterdiler.

Bu koşullar beni Husserl’in yapıtını yeni baştan araştırmaya zorladı. Buna karşılık benim yeniden başlamam da yetersiz kaldı, çünkü bir ana güçlüğü açıklayamadım. Bu güçlük, kendisine “fenomenoloji” denen düşünmenin iş görme tarzının nasıl başarıldığı yalın sorusu ile ilgiliydi. Bu soruya ilişkin beni kaygılandıran şey, Husserl’in yapıtının ilk bakışta gösterdiği belirsizlikten ileri geldi. Yapıtın 1900’de basılan ilk cildi, düşünce ve bilgi öğretisinin psikoloji üzerinde temellendirilemeyeceğini gösterme yoluyla, mantıkta psikolojizmin yadsınışını ortaya koyar. Bir sonraki yıl ve üç kez daha basılmış olan ikinci cilt, birinci cildin tersine bilginin oluşumu için esas olan bilinç edimlerinin betimlenmesini içerir. Öyleyse o her şeyden önce bir psikolojidir. Ya, “Brentano’nun ‘psişik fenomenleri’ Sınırlamasının Anlamı” ile ilgili beşinci araştırmasının 9. kısmı psikoloji değil de nedir? Buna göre Husserl bilinç fenomenlerinin fenomenolojik betimlemesi ile tam da reddettiği psikolojizm konumuna geri döner. Ancak eğer Husserl’in yapıtına böyle büyük bir hata yüklenemezse, o halde bilinç edimlerinin fenomenolojik betimlemesi nedir? Eğer o, ne mantık ne de psikoloji ise, fenomenolojiye özgü olan neyi içerir? Burada tamamen yeni bir felsefe disiplini, hatta kendine özgü derecesi ve üstünlüğü ile yeni bir disiplin mi görünüyor?

Bu sorulardan kurtulamadım. Ne yapacağını ve nereye gideceğini bilemeden kaldım. Hatta bu sorulan, burada ifade edilen açıklıkla pek de formüle edemedim.

1913 yılı bir yanıt getirdi. Husserl’in editörlüğünü yaptığı “Yearbookfor Philosophy and Phenomenological Investigations”, yayıncı Max Niemeyer tarafından basılmaya başladı. İlk cildi Husserl’in “Ideas” adlı denemesi ile başlar.

“Saf fenomenoloji”, bu fenomenolojinin karakterize ettiği felsefenin “temel bilim”idir. “Saf şu anlama gelir: “Transendental fenomenoloji”. Buna karşılık bilen, eyleyen ve değer koyan sujenin “sübjektivitesi”, “transendental” olarak konutlanır. Hem “sübjektivite” hem de “transendental” terimleri, “fenomenolojinin”, ancak, “transendental subjektivite”nin fenomenoloji aracılığıyla daha orijinal ve evrensel belirlenime ulaşması biçiminde, bilinçli ve kararlı olarak modern felsefe geleneği içine girdiğini gösterirler. Fenomenoloji, “bilincin deneyimleri”ni kendi konusu olarak elinde bulundurdu, ancak artık, deneyim edimlerinin yapısının, bu edimlerde deneyimlenen objelerin, objektiviteleri bakımından soruşturulmaları ile birlikte, sistematik olarak planlanan ve sağlamlaştırılan soruşturulması biçiminde…

Fenomenolojik bir felsefe için bu evrensel projede, Logical Investigations da – sözüm ona felsefi olarak yansız kalmış olan- onların sistematik yerini tayin edebilirdi. Onların aynı yıl (1913), aynı yayıncı tarafından ikinci basımı yapılmıştı. Soruşturmaların çoğu, aradaki zamanda “çok önemli düzeltmeler”e uğramıştı. Altıncı soruşturma, “fenomenoloji açısından en. önemlisi” (ikinci basıma önsöz) yine de bırakılmamıştı. Ancak Husserl’in yeni dergi Lagos’un birinci cildine eklediği “Kesin Bilim olarak Felsefe” adlı makalesi (1910-11) de ancak şimdi, kendi programatik tezleri için Ideas sayesinde yeterli bir temel elde etti.

Bu yayınlar aracılığıyla Niemeyer’in yapıtı felsefi eserler yayımlayanların en ön sırasını elde etti. O zamanlarda Avrupa felsefesinde “fenomenoloji”yle yeni bir okulun ortaya çıkmış olduğu düşüncesi yürürlükteydi. Bu ifadenin somutluğunu kim yadsıyabilirdi?

Ancak, böylesi tarihsel bir hesap, “fenomenoloji” nedeniyle, yani zaten Logical Investigations’da neyin ortaya çıktığını anlamadı. Bu, konuşulmadan kaldı ve hatta bugün bile doğru olarak pek de ifade edilemez. Husserl’in kendi programatik açıklamaları ve metodolojik sunumları, “fenomenoloji” aracılığıyla, tüm önceki düşünmeyi reddeden bir felsefenin başladığı şeklindeki yanlış anlamayı oldukça güçlendirdi.

Hatta Ideas’ın yayımlanmasından sonra bile, ben yine, Logical Investigations’ın hiç dinmeyen büyüsüyle büyülendim. Bu büyü, “fenomenoloji” adı verilen felsefî düşünme edimine, sadece felsefî literatürü okuyarak ulaşmanın yetersizliğinden doğduğu şüphesini uyandırsa da kendi nedeninin farkında olmayan bir huzursuzluğu yeni baştan ortaya çıkardı.

Şaşkınlığım, ancak Husserl ile seminerinde kişisel olarak karşılaştıktan sonra yavaş yavaş azaldı ve zihnimin karışıklığı çaba harcayarak dağıldı.

Husserl 1916’da Heinrich Rickert’in ardılı olarak Freiburg’a geldi. Rickert, Heidelberg’de Windelband’ın kürsüsünü teslim almıştı. Husserl’in öğretisi, felsefî bilginin denenmemiş kullanımının bırakılmasını da talep eden fenomenolojik “görme”ye adım adım bir alıştırma biçiminde ortaya çıktı. Fakat aynca, büyük düşünürlerin otoritesinin tartışma içine sokulmasından vazgeçilmesini de talep etti. Bununla beraber fenomenolojik görme ile gittikçe artan aşinalığın, Aristoteles’in yazılarının yorumlanmasında verimli olduğu, benim için ne kadar açık hale geldiyse, kendimi Aristoteles ve diğer Grek düşünürlerinden o kadar az ayırabildim. Şüphesiz, Aristoteles’le yeni baştan uğraşmamın kesin sonuçlarının ne olduğunu doğrudan doğruya göremedim. 1919’dan sonra Husserl’in yakınında fenomenolojik görme, öğretme ve öğrenmeyi bizzat kendim uyguladığım ve bir seminerde Aristoteles’in dönüştürülmüş bir kavranışı konusunda yeteneğimi denediğimden dolayı, ilgim yeni baştan Logical Investigations’a., özellikle de ilk basımdaki altıncı soruşturmaya yöneldi. Orada duyusal ve kategorial görü arasında ortaya konulan ayrım, “varlığın çok anlamlılığı”nın belirlenimine dair kendi etkinlik alanında kendini bana gösterdi.

Bu nedenle biz – arkadaşları ve öğrencileri – o zaman ele geçirilmesi güç olan altıncı soruşturmayı yeniden yayınlamasını hocadan tekrar tekrar rica ettik. Onun ithafını, fenomenoloji hedefine doğrultarak, yayıncı Niemeyer, Logical Investigations’ın son kısmını 1922’de yeniden yayınladı. Husserl, önsözde şöyle belirtir: ” Şimdiki durumda bu yapıtın dostlarının dileklerine teslim olmak ve son kısmı eski biçiminde yeniden hazırlamaya karar vermek zorunda kalmıştım.” “Bu yapıtın dostları” deyimiyle Husserl, aynı zamanda kendisinin, Meas’ın yayınlanmasından sonra Logical Investigations’a tamamen yakın olamadığını da söylemek istedi. Akademik etkinliğini sürdürdüğü yeni yerde, düşüncesinin tutkusu ve çabası, her zamankinden daha fazla, Ideas’ta sunulan planın sistematik olarak geliştirilmesine çevrildi. Böylece Husserl, önsözde, altıncı soruşturmayı ima eden şu tümceyi yazabildi: “Benim Freiburg’taki öğretim etkinliğim de ilgimin yönünü genel problemlere ve sisteme doğru ilerletti.”

Böylece, verdiğim konferanslar ve düzenli seminerler yanında, her hafta ileri düzeydeki öğrencilerle yaptığım özel seminerlerimde, Logical Investigations üzerinde çalışırken Husserl beni cömertçe, ancak uyuşmazlık içinde izledi. Özellikle bu çalışmanın hazırlığı benim için verimli olmuştu. Orada tek bir şey öğrendim – ilk olarak, temellenmiş anlayışın değil kanının yol gösterdiğini…: Bilinç edimlerinin fenomenolojisinden, fenomenlerin kendilerini-göstermeleri olarak ortaya çıkan şey, Aristoteles tarafından ve bütün Grek düşünüş ve varoluşunda, aletheia olarak, mevcut olanın gizli kalmaması, açımlanması, kendini göstermesi olarak daha özgün bir tarzda düşünülür. Fenomenolojik araştırmaların, düşüncenin destekleyici tavrı olarak yeniden keşfettiği, eğer aslında felsefenin felsefe olarak temel özelliği değilse, Grek düşünmesinin temel özelliği olduğunu kanıtlar.

Bu kavrayış benim için kesin olarak açık hale geldikçe o oranda da şu soru aciliyet kazandı: Fenomenolojinin ilkesine göre “şeylerin kendileri” olarak deneyimlenmesi gereken, nereden ve nasıl belirlenir? O, bilinç ve bilincin objektivitesi midir yoksa açıkta olmaklığı ve gizlenmişliği içindeki varolanların Varlığı mıdır?

Böylece, fenomenolojik tavrın aydınlattığı, önceden Brentano’nun tezinin özendirdiği sorulardan farklı bir tarza, yeniden gerginleştirilen Varlık sorusunun izlediği yola götürüldüm. Fakat soru sormada izlenilen yol umduğumdan da uzun sürdü. O, birçok duraklamalar, dolambaçlı ve yanlış yollar izledi. Önce Freiburg ve sonra da Marburg’taki ilk konferanslarda girişilen yolu sadece dolaylı olarak gösterir.

“Profesör Heidegger – artık yeni bir şey yayımlamanız gerekir. Bir el yazmanız var mı?”. Marburg’taki Felsefe Fakültesinin Dekanı 1925-26 kış yan yılında bir gün çalışma odama bu sözlerle geldi.”Elbette” diye yanıt verdim. O zaman Dekan şöyle dedi: “Ama çok çabuk basılması gerekli. “Fakülte bana Nicolai Hartmann’ın ardılı olarak felsefe kürsüsü başkanlığı için eşsiz bir yer teklif etti. Bu arada Berlin’deki bakanlık bu teklife, son on yıldır yeni bir şey yayınlamadığım gerekçesiyle karşı çıkmıştı.

Artık gizli tutarak koruduğum yapıtımı halka sunmak zorundaydım. Husserl’in aracılık etmesiyle Max Niemeyer basımevi, Husserl’in Jahrbuch ‘unda ortaya çıkan, yapıtın ilk 15 matbaa provasını hemen basmaya hazırdı. Bitmiş sayfa provalarından iki kopya, fakülte tarafından derhal bakanlığa gönderildi. Ancak bir süre sonra onlar “yetersiz” bulunarak fakülteye geri gönderildiler. Bir sonraki yılın (1927) Şubat ayında, Being and Time’ m tam metni Jahrbuch ‘un sekizinci cildinde ve bir ayrı basım olarak yayımlandı. Bundan sonra bakanlık, olumsuz yargısını bir buçuk yıl sonra geri aldı ve başkanlık teklifinde bulundu.

Being and Time’ın tuhaf yayımı vesilesiyle Max Niemeyer yayınevi ile ilk kez doğrudan bağlantı kurdum. Akademik çalışmalarımın ilk yarı yılı sırasında, Husserl’in çarpıcı yapıtının baş sayfasında yalnızca bir isim olan, şimdi ve sonraki yıllarda, bütün kusursuzluğu ile ve yayınlanan yapıtın güvenilirliği, cömertliği ve yalınlığıyla apaçık ortaya çıktı.

Marburg’taki son yarı yılım olan 1928 yazında Husserl’in 70. doğum günü için Testsehrift hazırlanmaktaydı. Bu yan yılın başında Max Schcler beklenmedik bir şekilde öldü. Scheler, büyük araştırması olan Formalism in Ethics and Material Ethics of Value (Etikte Biçimcilik ve Maddeci Değer Etiği)ni, birinci ve ikinci ciltlerinde yayımladığı, Husserl’in Jahrbuch ‘unun editörlerinden biriydi. Bu, Husserl’in Ideas’ı ile birlikte Jahrbuch ‘a en önemli katkı olarak kabul edilmelidir. Uzun erimli etkileri sayesinde, Niemeyer yayınevinin etkinlik alanı ve itibarına yeni bir ışık getirdi.

Edmund Husserl için hazırlanan Festschrift tam da onun doğum gününde, Jahrbuch’a bir ek olarak ortaya çıktı. 8 Nisan 1929’da onu, kendi öğrencileri ve dostlarından oluşan bir çevre içinde, bu ünlü hocaya sunma onuruna sahip olmuştum.

Sonraki on yıl süresince daha kapsamlı olan bütün yayınlar durduruldu, ta ki Niemeyer yayınevi, benim, 1941 yılında, Hölderlin’in ilahisi “As on a Holiday”i. yorumumu, yayın tarihî vermeksizin basmaya cesaret edene kadar… Ben bu konferansı, aynı yılın Mayıs ayında Leibzig Üniversitesinde halka açık bir konferans olarak vermiştim. Yayınevinin sahibi Bay Hermann Niemeyer, bu konferansı dinlemeye Halle’den gelmişti. Sonra birlikte yayını tartıştık.

Yirmi yıl sonra, daha önceki konferans dizilerin) yayınlatmaya karar verdiğimde, bu amaç için Niemeyer yayınevini seçtim. O artık, “Halle a. d.Saale” ismini taşımıyordu. Yayınevi sahibi, büyük kayıplar, çeşitli güçlükler ve zorlu kişisel sıkıntıların ardından şirketi Tübingen’de yeniden kurmuştu.

“Halle a.d. Saale” – aynı kentte, daha önceki Privatdozent , Edmund Husserl, son yüzyılın 90’lı yılları süresince bu Üniversitede ders vermişti. Daha sonra Freiburg’da sık sık Logical învestigations’Lmü ortaya çıkış öyküsünü anlattı. Husserl, kendine özgü yeni yollarda hareket eden ve böylece de çağdaş felsefeyi hedefinden saptırmış olması gereken, çok az tanınan bir öğreticinin hacimli yapıtını, ortaya çıkışından, Wilhelm Dilthey önemini kavrayana dek yıllarca unutan bir yüzyılın dönümünde yayınlama riskini göze alan Max Niemeyer yayınevini minnet ve hayranlıkla anmayı hiç bir zaman unutmadı. Bu yayınevi, onun adının, yakında çok çeşitli alanlarda çağın tinini belirleyecek olan -çoğunlukla dolaylı olarak – gelecekteki fenomenolojinin adına bağlanacağını o zamanlar bilemezdi.

Peki ya bugün? Fenomenolojik felsefe çağı aşılmış görünüyor. O daha şimdiden diğer felsefe okulları ile beraber yalnızca tarihsel olarak kaydedilen geçmiş bir şey olarak ele almıyor. Ancak pek çoğunda onun kendi fenomenolojisi bir okul değildir. O, neyin düşünülmesi gerektiği savma uyan düşünmenin – zaman zaman değişen ve yalnızca böylelikle kalıcı olan düşünmenin – olanağıdır. Eğer fenomenoloji, böyle deneyimlenir ve akılda tutulursa, açıklığı bir sır kalan düşünmenin sorunu lehine, bir isim olarak ortadan kalkabilir.

Ek 1969

Bu son tümcenin ne anlama geldiği, Being and Time ‘ın (ss 62-63) şu tümcelerinden de anlaşılabilir: “Fenomenolojinin esas karakteri, bir felsefî okul olarak edimsel olmaktan ibaret değildir. Edimsellikten daha yükseği olanağa dayanır. Bu fenomenoloji kavrayışı, onu yalnızca olanak olarak yakalamaktan ibarettir.”

ZAMAN VE VARLIK ÜZERİNE,
Martin Heidegger
a yayınevi
Çeviren: Deniz Kanıt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir