Mina Urgan’ın Mustafa Kemal ile dans etmesi

Gazi Mustafa Kemal Paşa ile (gençliğimde ve çocukluğumda hep öyle derdik ona) dans etmem ise, şöyle oldu: Yarıyıl tatili dolayısıyla Ankara’daydım. Ankara Palas’ta, Mustafa Kemal’in manevî kızlarından birinin bir genç hariciyeciyle düğünü vardı. Annemle üvey babam da oraya gidiyorlardı. Sadece resimlerinden bildiğim Gazi’yi görmeye can attığım için, çocukların düğünlere gidebileceklerini iddia ederek, ben de gitmek istedim. Ama Şefika, “olmaz, sen gidemezsin” dedi. Kendimi yerden yere attım, biraz tepindim, uludum filan; ama işe yaramadı. Beni bırakıp gittiler.

Biraz sonra, annemle üvey babamı almak için, Ruşen Eşref ile eşi Saliha Hanım geldiler. Ruşen Eşrefin çocuğu yoktu; bana biraz düşkündü. Halimi görünce, “üzülme, biz seni götürürüz” dedi. Yüzümü gözümü yıkadılar; bir beyaz ipek elbise, dizime kadar gelen ince beyaz çoraplar, rugan ayakkabılar giydirdiler. (Zavallı annem, erkek çocuk olmaktan vazgeçip bunlardan belki yararlanırım umuduyla, böyle süslü giyim eşyaları bulundururdu evde.) Çok güzel bir kadın olan Saliha Hanım, başıma, kele bek biçiminde geniş bir beyaz kordela takmayı uygun buldu her nedense. Saçım bir erkek çocuğunki gibi kısacık olduğu için, bu fiyong ayrıca münasebetsiz görünüyordu kafamın tepesinde.

Ankara Palas’ın balo salonuna girince, bir de baktım, ezilmiş domates renginde, çok koyu kırmızı görkemli bir suare elbisesi giyen Şefika, Mustafa Kemal ile konuşmakta. Hemen Ruşen Eşreflerin elinden koptum, anneme koştum, bir şey söylemeden yanında durdum. Şefika fena bozuldu; beni görmemezlikten geldi. Ama Mustafa Kemal durumun farkına varmıştı. “Hanımefendi, bu çocuk kim?” diye sordu. Annem de “kızım, efendim” demek zorunda kaldı. Mustafa Kemal, karşıma geldi, elini uzattı. Ben de elini öpeceğime, sıkı sıkı tutup, salladım. Annem, “öp” dercesine, belli belirsiz bir hareket yaptı. Mustafa Kemal, bunun da farkına vardı. “Hanımefendi, o benim arkadaşım, elimi neden öpsün ki?” dedi. Sonra, “yiyecekmiş gibi, neden öyle bakıyorsun bana?” diye sordu. “Efendim, sizi daha önce hiç görmemiştim de ondan” dedim. Mustafa Kemal, “görmedinse senin kabahatin. Çankaya’daki evimi bilmiyor musun? Oraya pekâlâ gelebilirdin. Artık beni tanıyorsun. Canın istediği vakit oraya gel, beni görmek istediğini söyle” dedikten sonra, yaşım, gittiğim okul, hangi oyunları sevdiğim, kitap okumaktan hoşlanıp hoşlanmadığım, büyüyünce ne olmak istediğim konusunda bir sürü soru sordu. Derken orkestra bir vals çaldı. “Gel, seninle dans edelim” dedi. Benim vals filan bildiğim yok. Bana öğretmek için, biraz çaba gösterdi; ama gene de beceremiyordum. “Sen bu işi yapamayacaksın” diyeceğine, “ben senin için fazla ihtiyar bir kavalyeyim. Yaşıma uygun genç bir kavalye bulalım sana” dedi. Çevresini gözden geçirdi; on dört on beş yaşlarında bir oğlan buldu. Hızla boy attığı için pantolon paçalarıyla ceket kolları kısa kalmış, sivilceler içinde, en nankör yaştaydı zavallı oğlan. Ona dans etmesini bilmediğimi söyleyip, Mustafa Kemal’in peşinden büfeye gittim. “Oğlanı pek beğenmedin galiba” dedi ve bana bir kadeh şampanya verdi. İlk alkollü içkimi Mustafa Kemal’in elinden içtim böylece. Şampanya hoşuma gitmişti. Büfenin arkasındaki garsondan tam ikinci kadehi istiyordum ki, annemle üvey babam tepeme dikildi. Vaktin geç olduğunu, uyumam gerektiğini söyleyerek, beni oradan aldılar. Ankara Palas’ın kapıcılarından birine teslim edip, bir otomobile bindirdiler. Ama ben götürülmeden önce Mustafa Kemal o güzel elini kaldırmış, “seni Çankaya’da beklerim, unutma” demişti.

Mina Urgan
Bir Dinozorun Anıları
Yky

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir