Mutluluk Nedir? – Nilüfer Tekin

Mutluluk, tıpkı insanların hayattaki öznel amaçlarının farklı farklı olması gibi insanlara göre farklı farklı olduğu halde genel olarak mutluluk; fiziksel ve zihinsel olarak sağlıklı olup fiziksel ve zihinsel yani maddi ve manevi ihtiyaçların karşılanması, istek ve ideallerin gerçekleşmesi ve fiziksel ve zihinsel olarak kendini beğenmektir.

Fiziksel ihtiyaç ve istekler; bedensel ve zihinsel olarak sağlıklı olmanın yanı sıra, can güvenliği, beslenme, barınma, cinsellik, eğitim, iş, ekonomik ve sosyal güvence, dinlenme, tatil vb. dir. Zihinsel ihtiyaç, istek ve idealler; bilgi, başarı; düşünsel, ideolojik, felsefesel, sosyal, ekonomik ve siyasal istek ve ideallerin gerçekleşmesi; fiziksel ve zihinsel olarak beğenilmek, sevilmek, özellikle de kendisinin beğendiği ve flört, aşk, sevgi, cinsellik duygularını duyabileceği biri tarafından beğenilmek ve sevilmek, kendisini beğenenler aracılığıyla da kendisini beğenmek, sevmektir. Maddi ve manevi ihtiyaç, istek ve idealleri gerçekleştirebilmek yeter derecede özgürlüğü gerektirdiği gibi insan doğasal ve toplumsal zorunlulukların bilgisini edinip egemen olduğu, istek ve ideallerini karşılayıp gerçekleştirebildiği oranda da özgürleşir ve mutlu olur. Bu anlamda, mutluluk aynı zamanda özgürlüktür. Özgürlüğün gereklerinden biri yeterince demokratik bir ortam olduğu gibi aynı zamanda yeterince bilgi ve düşünceye sahip olmaktır. Bilgi ve düşünce, deneyimlerle, gezip görmekle elde edilebildiği gibi bundan çok daha fazla olarak okumakla elde edilir. Cahillerin, kültürlülerden, bilinçsiz olanların bilinçlilerden, hayvanların insanlardan daha mutlu oldukları veya mutluluğun ekonomik ihtiyaçların karşılanması ve varlıklı olma olduğu doğru değildir;
bu konuda Herakleitos şöyle diyor:

”Mutluluk maddi sevinçlerden ibaret olsaydı, çayıra koşan öküzleri mutlu saymak gerekirdi.”

Gerçek özgürlüğün ve mutluluğun yolu okumaktan ve bilinçlenmekten geçer. İnsan, engellendiği, okumayıp doğru bilgi, düşünce ve felsefe sahibi olmadığı, maddi ve manevi ihtiyaç, istek ve ideallerini karşılayamayıp gerçekleştiremediği oranda bağımlı ve mutsuz, okuyup doğru bilgi ve düşünce sahibi olduğu, istek ve ideallerini karşılayıp gerçekleştirdiği oranda da özgür ve mutlu olur.
İnsanların, mutlu olabilmeleri için, ?insan içine çıkma? ihtiyaçları vardır. İnsanlar, aileleri, çevreleri, her cinsten arkadaşları ile dertlerini paylaşmak istedikleri gibi sevinçlerini ve başarılarını da paylaşıp onlar tarafından zihinsel ve fiziksel olarak beğenilmek ve onlar aracılığıyla kendilerini beğenmek isterler. Böylece kendilerine daha çok güvenir, kendilerini daha huzurlu ve mutlu hissederler. Beğenilmek, kendisini beğenmek ve mutluluk, amaç olabileceği gibi sonuç da olabilir. Her insan her yaptığını kendisini beğenmek için yapmaz, birçoğu da bunu, doğru bulduğu, inandığı için, ideali, yararı, çıkarı vs için yapar, kendini beğenmek burada amaç değil sonuçtur. Mutluluk bir sonuçtur ama bu sonuç istenen, amaçlanan bir sonuçtur.
Her insanın, insan içine çıkma, paylaşma ve beğenilme gibi çok doğal bir ihtiyacı vardır. Ama insanlar tanıdığı ya da tanımadığı insanlardan çok daha fazla olarak kendi beğendikleri ve flört, aşk, sevgi ve cinsellik duyguları duyabilecekleri kişiler tarafından beğenilmek isterler. Bu erkekler için olduğu gibi kadınlar için de yiyecek gibi, gibi hava gibi su gibi en doğal ihtiyaçlardan biridir. En doğal ihtiyaçlarını karşılayamayan erkek ya da kadın bir elmanın iki yarısı gibi yarımdır, yarım insandır. İnsan içine çıkıp paylaşma ve fiziksel ve zihinsel olarak beğenilme ihtiyacını ve flört, aşk, sevgi, cinsellik ihtiyaçlarını erkekler için doğal görüp kadınlar için fahişelik görmek, kadın erkek ayrımcılığı yapmak, kadını baskılamak, aşağılamak, kadının kadınlığını, insanlığını engellemek, zihinsel, bedensel ve ruhsal sağlığını felç etmektir. Bu yüzden insanlık dışı bir görüş ve tutumdur.

İnsan, kendi değerlerine uyan, uyuştuğu, takdir ettiği kişiyi sever, ve onun tarafından beğenilmek, sevilmek ister.

İnsanların insanı değerlendirme ölçütleri başlangıçtan beri, bedensel güç, maddi güç, zeka gücü, mevki gücü, dini, ırkı, milliyeti, cinsiyeti olmuştur. Oysa insanı değerlendirme ölçütü her şeyden önce ?insan? yani karakter; hak ve özgürlüklere, insanlara, insanlığa, canlılara, doğaya verdiği değer ve bunları oluşturan ve bunlardan oluşan dünya görüşü, felsefe, ideoloji olmalıdır. Zeka, yetenek gibi nitelikler daha sonra gelir. Din, mezhep, ırk, milliyet, cinsiyet gibi niteliklerin ise insanı değerlendirme ölçütünde yeri olmamalıdır. İnsan, ?insan? olmadıktan sonra bunların bir önemi yoktur. Hiç kuşkusuz, gelecekte insanı değerlendirme ölçütü insanın insanlığı olacaktır.

Kadın erkek ilişkilerinin cinselliğe dayalı olanlarında o kadar önemli değil ama ciddi bir ilişkide, özellikle de evlilikte, fiziksel, zihinsel ve cinsel olarak uyuşmalı çiftler.

Fiziksel olarak; boy, kilo, yaş, güzellik-yakışıklılık, tip, cinsellik vs uyuşmalı
Zihinsel olarak; zeka, eğitim, kültür düzeyleri, karakter, felsefe, ideoloji, ilgi alanları, zevkler, niyetler, beklentiler, duygular vs uyuşmalı.
Fiziksel ve zihinsel durum yarı yarıya önemlidir, ikisi de en azından itici gelmeyecek düzeyde olmalıdır. Ama insanlar kendilerini tanımadıklarından, dolayısıyla da neye bakacaklarını, ne istediklerini bilmediklerinden daha çok fiziksel ve ekonomik duruma önem verirler ve birbirlerini yeterince tanımadan evlenirler, bu da anlaşmazlıkların, aldatmaların ve boşanmaların en önemli nedenidir.

Kendisini, insanları değerlendirmek, ne istediğini, nasıl birisini beğendiğini, istediğini, uyuşup uyuşmadığını bilmek ve mutlu olabilmek için önce kendisini tanımalı insan: Psikolojik ve nörolojik durumu nedir; sessiz mi, sosyal mi, hoşgörülü mü, psikopat mı vs? Bedensel ve genetik sağlığı nasıldır, kalıtsal ya da kalıtsal olmayan bir hastalığı var mı? Din hakkındaki görüşü nedir; teist mi, deist mi, panteist mi, agnostik mi, ateist mi? Siyasal görüşü nedir; dinci mi, milliyetçi mi, sosyalist mi, felsefi görüşü nedir; idealist mi, materyalist mi? Yoksa bunların ara formları, versiyonları ya da sentezleri mi? Felsefesini okuyarak, araştırarak, düşünerek, sorgulayarak mı edinmiştir yoksa çevreden gördüğünü mü edinmiştir? Hayatın anlamı nedir; kulluk (kölelik) mu, mutlu olup, insanlığa katkıda bulunmak mı? Nereden gelip nereye gidiyordur, Adem?le Havva?dan mı gelmiştir yoksa diğer canlı ve cansız maddeler gibi doğa yasalarının zorunlu sonucu olarak evrimleşerek mi oluşmuştur, ölünce öteki dünyaya mı gidecektir, yoksa doğaya mı karışıp gidecektir. Hayattaki amacı nedir; para mı, cinsellik mi, insanlığa katkıda bulunmak mı? Hayata nereden bakıyor; apış arasından mı, cüzdanından mı, doğaüstünden mi, bir dünya idealinden mi, nasıl bir dünya idealinden?

Felsefe deyip geçmemek gerek. Felsefe temel olarak ikiye ayrılır: 1-Dinsel felsefe(İdealizm), 2-Bilimsel felsefe(Materyalizm). Felsefe açısından uyuşmak, mutlu ve uzun süreli bir evlilik ya da ilişki için çok önemli bir unsurdur. Çevredeki insanlarla ilişkilerde, ??benim başka dinlere, dini inanca ya da inançsızlığa saygım vardır?? diyebilirsiniz ama iyi arkadaşlık ve dostlukta, özellikle de evlilikte ya da ciddi bir ilişkide diyemezsiniz. Birinin felsefesi doğaüstüne, dine dayalı, diğerininki bilime dayalı olması, din ile bilim temelde ve sonuçta uzlaşmaz iki karşıt olduğundan az ya da çok sorun olur. Çünkü bunlar insanın bilinçli ya da bilinçsiz edindiği ve insanı ömür boyu etkileyen, doğumdan, günlük yaşamda selamlaşmaktan, nikahtan erkeğin ve kadının konumuna, özgürlüğüne, oruca, sünnete, ölüme, defnedilmeye kadar sürekli karşılarına çıkan ayrı birer dünya görüşü, yaşam tarzıdır. Çiftler bu gibi farklılıklarda hem hangisinin doğru olduğu, hangisine göre davranacakları, hangisini uygulayacakları konusunda çatışma ve tartışma yaşarlar hem de karşı tarafın doğruyu göremediğini, algılayamadığını vs düşünerek birbirlerini düşüncelerinde ya da sözle küçümserler. Dolayısıyla birbirlerine karşı saygı ve sevgileri azalır. Bu görüşler arasındaki fark ne kadar çoksa arkadaşlığın, dostluğun, aşkın, sevginin, saygının ve evliliğin ömrü de o kadar az olur. Felsefesel görüşler ne kadar doğru olur ve uyuşursa anlaşma ve mutluluk da o kadar çok olur.

Beraber olduğunuz kişiyle aranızdaki benzerlikler banka hesabınızdaki servetiniz, farklılıklar ise eninde sonunda ödeyeceğiniz borçlar gibidir. Borcunuz azsa ödeyebilirsiniz, çoksa iflas edersiniz!

Mutsuzluğu azaltmanın ve mutluluğu artırmanın ana yolu, özgürleşmekten, bunun için de kendini ve çevresini, zorunlulukları, sorumlulukları, sorunları tanımaktan, bilmekten, doğru dünya görüşünü seçebilmekten geçer. Herkesin kendine göre doğru ve yanlışları vardır ama bir de asıl doğrular ve yanlışlar vardır. Bir öznel doğrular ve yanlışlar bir de nesnel yani doğaüstüne dayanmayan, doğa yasalarına ve doğaya dayanan ve herkes için geçerli olabilecek asıl doğru ve yanlışlar vardır. Nesnel doğrular ve yanlışlar, herkesin doğru ve yanlışlarının arasından da çıkabilir bunların dışından da çıkabilir ya da insanlığın ömrü ve becerisi bazı asıl doğru ve yanlışları bulmaya yeterli olmayabilir de ama bu nesnel doğru ve yanlışların olmadığını göstermez. İnsanlar ve insanlık, asıl doğru ve yanlışları arayıp bulup bunlar için mücadele ettiği ve bunlara göre davrandığı oranda mutlu, bunlara göre davranamadığı, yaşayamadığı, bunlara aykırı davrandığı ve yaşadığı oranda da mutsuz olur.

Mutsuzluğu azaltmanın, mutluluğu artırmanın tali yolu ise imkan dahilinde olmayanlardan, karşılanamaz hayallerden ve isteklerden vazgeçmekten, imkansızı istememekten, imkan dahilinde olanlar için mücadele edip başarmaktan geçer.

İmkan dahilindeki şeylerin gerçekleşmemesi insanı mutsuz eder ama imkan dahilinde olmayan şeyleri istemek insanı boş yere mutsuz eder. İnsan imkan dahilinde olmayan hayal ve isteklerinden vazgeçtiği ve imkan dahilindekiler için mücadele ettiği ve başardığı oranda mutlu olur. Elbette imkanın sınırlarını görmek için imkansızı denemek, yani sınırları zorlamak gerek, ama imkansızı denemeden önce, hayal kırıklığına uğramamak ve mutsuz olmamak için kendisini bunu elde edemeyebileceğine hazırlamak gerek. Kimse mükemmel değildir. Herkesin çirkinlikleri, eksiklikleri, hataları, suçları vardır. Önemli olan değiştiremeyeceklerini kabullenip hatalardan, suçlardan ders çıkartarak değiştirebileceklerine, başarabileceklerine, daha doğruya, daha iyiye yönelmektir.

Her ne kadar gelecekte ne olacağını, nelerin imkan dahiline gireceğini bugünden kesin olarak bilemesek de en azından günümüz için imkansız olanlar vardır. Örneğin geçmişi yeniden yaşamayı istemek, geçmişteki bir olayı değiştirmek, boyu kısayken daha fazla uzatılamayacak kadar uzun olmasını istemek, müzik, resim gibi yeteneksiz olduğu bir alanda yetenekli olmayı istemek, artırabileceğinden fazla zeki olmayı istemek, karşılık görmesi imkansız olan birine aşık olmak, sahip olamayacağı bir mesleğe ya da zenginliğe sahip olmayı istemek, belki de yüzyıllar sonra koşullar olgunlaştığında gerçekleşecek bir şeyin kendi ömrü süresinde gerçekleşmesini istemek gibi imkansız şeyleri istemek, insanı boş yere mutsuz eder. Ama durumunu kabullenip kendisiyle barışmak, imkansız olmayana yönelerek mutluluğu başka yerde aramak, sürekli sınırlarını zorlamak ve başarmak, başaramasa bile üstüne düşeni, elinden geleni yapmış olmak insanı mutlu eder, mutsuzluğu mutluluğa çevirir, mutlu etmese bile mutsuzluktan kurtarır.

Son olarak bu yazı bir mutluluk reçetesi değildir, mutluluğun ve mutsuzluğun ne olduğu, nedenleri, kaynakları üzerinedir, bunları bilmek mutsuzluğu azaltabilir ama insanı mutlu etmeyebilir, çünkü bilmekle gerçekleştirmek ayrı şeylerdir, nedenleri bilirseniz de koşulların uygun olmaması ya da henüz olgunlaşmamış olması nedeniyle değiştirip gerçekleştiremeyebilirsiniz. Değiştirmek, gerçekleştirmek için çaba göstermiyorsanız, hesap sormayı hak etmediğiniz gibi mutluluğu da hak etmiyorsunuz demektir. Kendi ömrün süresince değişmeyeceğini bilsen de toplumun, gelecek nesillerin, ve insanlığın geleceği için mevcut durumu değiştirmeye çabalayıp üstüne düşen görevi, elinden geleni yapmak da büyük bir huzur ve mutluluktur. İnsanların davranışlarına, toplumlara ve tarihe yön veren de maddi ve manevi ihtiyaçlar, çıkarlar, bunların oluşturup yönlendirdiği istek ve ideallerdir. İnsanların bireysel mutluluk ya da toplumsal mutluluk istemeleri bireyci ya da toplumcu olmalarına bağlıdır. Ama toplumsal mutluluk gerçekleşmeden bireysel mutluluk da ancak sınırlı gerçekleşebilir. Sosyo-ekonomik yapının bozuk, çürümüş ya da eskimiş olduğu ve toplumsal mutluluğun olmadığı bir toplumda ve dünyada bireysel mutluluk da bu yapıyla sınırlı olacaktır. Bu yüzden; mutluluk yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!

Nilüfer Tekin