Nietzsche’nin, değerlerin altüst edilişinin simgesi ve onun sözcüsü olan Zerdüşt’ün çevresini hayvanlarla sarmasının temel bir nedeni vardır

BİR AK BOĞA OLARAK GÖRÜRDÜM SENİ
François Guery14


14 François Guery: Lyon III Felsefe Fakültesi’nin Dekanı, Böyle Buyurdu Zerdüşt, istenç-hakikat-güç, ikinci kitabın yeni bölümleri’ni yayımladı (éd. Ellipses, 1999). Ayrıca Yeniden Tartışılan Heidegger adlı bir çalışması var (éd. Descartes et Cie, 1995).

Zerdüşt’ün etrafını çeviren hayvanlar kendini aşmaya doğru atılımın kaynağı olan kendi özünü, gücünü verirler ona. Üstün bir hakikati ifade eden metafiziksel hayvanlardır bunlar.
İnsan, insan olmuş mudur, bitip tamamlanmış mıdır ya da gelecekteki insanın, “insanüstü”nün yolunda bir aşama mıdır? Bu ikinci varsayımda, hayvan geçici insanı tamamlayan ve onu yazgısının yoluna iten bir konumdadır.

Demek ki insanın oluşumunda, taşıyıcısı olduğu üstün türün biçimlenişinde bir işlevi vardır onun ama yine de kendini aşma yazgısını sona ermeden önce yarıda bırakmaz.

Alt insan ile yüksek insan, insani ile insanüstü arasında yer alan bu ara durumdaki hayvanlıkla ilgili birkaç biçim sıralanabilir.

Nietzsche’nin, değerlerin altüst edilişinin simgesi ve onun sözcüsü olan Zerdüşt’ün çevresini hayvanlarla sarmasının temel bir nedeni vardır: Çağın özlemini çektiği insanların henüz ortada olmadığını göstererek sergilemek. Hayvanlar insan çölünü gösterirler, onun çevresindeki kişileri gülünçleştirirler. Hayvanlar, masallarda olduğu gibi, insanı karikatürleştirirler. Bu sahnelemede kinizm vardır: Köpek insan denilen şeyden daha kötü değildir, onun alçaklığını daha iyi belli etmek için de dalkavukluk yapmak isteyebiliriz. Schopenhauer servetini kendi köpeğine bırakmamış mıydı? Bu köpeksi ve tırmalayıcı kavrayış, insanüstü üzerine ilk dersten bu yana onun yapıtlarında çok önceden gösterir kendini. “Topraktan insana bir solucan yolusunuz, içinizdeki pek çok şey de solucandır hâlâ…”, “İnsanı aşmaktan daha çok yeniden hayvana dönmek istemez misiniz?”

Sorun eğitsel bir doğa sorunu olduğuna göre, modern zamanların da artık bu ada yaraşır insanları oluşturamadığını göstermek olduğuna göre, Eski Yunan’ın bu konuda örnek olduğu gibi, hayvanlarla arkadaşlığın alegorik bir önemi vardır burada; yetişkinlik çağına bir geçiş bağlamında hayvandan yararlanan ilk kişi değildir Nietzsche. Olağanüstü, günümüzün standartlarına uymayan bir insanı eğitmek ya da işlemek söz konusu olduğunda, hayvansal erdemlerin önemi aklın eylemine bağlı eğitsel reçetelere ilave edilir. Machiavelli, Akhilleus’un yarı-insan yarı-hayvan bir varlık olan Sentor Chiron tarafından yetiştirildiğini anlatırken bunun bir örneğini sunar. Pascal’ın şu ünlü: “Meleğe öykünmek isteyen hayvana öykünür” sözünün tersine dönüşüdür bu. Çünkü insana öykünmek, insaniliğin zaafını telafi edecek olan bir hayvanlık düzeyine varabilir en sonunda, öyle ki “bir insan yaratmak isteyen, bir hayvan yapar onu”.

Ancak çalışmada bir arkadaşlık söz konusudur, bir koruyuculuk değil. Zerdüşt’ün hayvanları ona arkadaşlık, maiyet görevi yaparlar. Onlar eğitmezler onu; ama onu, şimdiki yalıtılmışlık ve yalnızlık durumunu, bozguncu bir ahlakın etkisiyle kötü eğitilen çağdaşların yaydığı o boğucu atmosfere direnebilen tam bir insanlığa dönüştürürler.

Onu izleyen hayvanlardan yadım gören Zerdüşt, “günümüz insanları”na, bu insanlık kalıntılarına hiç benzemeyecek olan bir insanlığın prototipidir demek ki. Onlar ona kısacası daha uygun bir ortam yaratırlar. Üstinsanı, tıpkı kendisi gibi bir maden filizini saran çamurdan arınmış insanı haber verirler.
Onlara kişilik vermek ve onları şimdiki zamanda pek bulunmayan erdemlerle donatmak kalıyordu geriye. Bu noktada, alaycılığın, konuşan karikatürün dışına çıkılır, hayvansallaştırmada ciddiyet kazanır. Onlar bir mikrokozmostur, çoğaltılacak bir erdemler hülâsasıdır. Onların niceliği, doğası, anatomisi çok canlı, sürükleyici bir güce sahiptir, insanı oluşturacak olan niteliklerin bir yenilenişini savunurlar. Arkadaşlık bir içerik, bir zenginlik, bir donanım olur.

Bu donanım (ya da donatım) başlangıçtan beri değil de, Zerdüşt’ün öykülemeli yapısını oluşturan insanlığın elde edilmesiyle yavaş yavaş etkili olur. Başlangıçta yalnızdır o: “Zerdüşt yalnız indi dağdan ve karşılaşmadı kimseyle” (s. 4)… Onun ilk arkadaşlığı, bir kadavra ile bir ip cambazının cesediyle olur. Derhal ayrılır ondan: “Arkadaşlar gerek bana, hem de canlı arkadaşlar, istediğim yere götüreceğim ölüler ve cesetler değil.”

İlk karşılaşmaları bir çift hayvanla olur; bir kartal ve onun boynunda bir kolye gibi taşıdığı bir yılan… Bunlar erdemdir, rehberdir: Ona bir yol açacak olan ve adımlarına rehberlik edecek olan gurur ve ileriyi görme yetisi. “Bu yüzden isteyeyim gururumdan, bilgeliğimle birlikte yürüsün her zaman!” (s. 25)

Bu beklenmedik karşılaşma, ki gökten gelmiştir ona, bir ışık doğurur içine Zerdüşt’ün. Bönlüğünün farkına varır, uyanır. Dünyayı yöneten ve onu dayanılmaz kılan ağırlığın ruhuna karşı, kuşun hafifliğine, onun bağımsızlığına, onun yücelerden egemenliğine sahip olacaktır. Yılan da ona sakınım, hesaplı bir yavaşlık, zekâ sağlayacaktır.

Hayvan eğitir, arkadaşlık eder, savaşçı erdemlerle donatır. O yine de geleneğin zayıf insanı ile geleceğin güçlü, yaratıcı insanı arasında bir ara yerdedir, evrim yolunda bir ana noktadır. Yürünecek bir yol düşüncesi gelir aklına Zerdüşt’ün; “oluş”un ya da evrimin, insandan itibaren, sanki insan bu evrimin kesin sınırıymış gibi, çizmekten vazgeçtiği o yolu düşünür. “Dönüşümler”i, tür oluşumlarını, ahlaksal ayrıcalıkları, ki bunlar doğal olanların yerini alacaktır yakında, gerçekleştirmek ve bu konuda yol almaktır onun işi. Deve ve aslan örnekleri ünlüdür. Bunlar yeni bir hayvan alegorisi oluşturur; sanki insan, sadece iki metamorfozla dereceli ve aşamalı “erdem” sahibi hayvanlardan kendine doğru yol alırmış gibi. Onlar bozulmuş bir insanlığın ilk günahından arınmış olan o insana, “çocuk”a doğru giderler. Ahlak yalanıyla aldatılmış insana, onun taşınacak değerler karşısında olduğu gibi, katlanılacak, kovulacak ve atılacak çirkinlikler karşısında da diz çöküp alçalan bir yük hayvanı, bir hamal olduğunu anlaması için bir deve gerekir. Onun tekrar kendine dönmesi için, ahlakın bizzat merkezi, aslı olan “yapmalısın”a sığınması için de bir aslan… Ne var ki sonunda, o bir çocuk gibi masum olacaktır, “hayır”dan “evet”e tek başına giden ve bunları birbirinden ayıran eşiği aşan o olacaktır.

Ama Zerdüşt’te bütün hayvanlık figürleri yerini alacaktır: Otlayan sürü, geviş getiren inek, sümküren ve havlayıp duran ev köpeği, ak boğa, pazar sinekleri, göçebe balyasının üstündeki böcekler, edilgin ve uysal “evet”ini anıran eşek, güçlülerin arabasına koşulan sıpa… Lafı fazla uzatmadan söylersek, biricik bir ilke bulmak gerekir.

Hayvan yaşıyor, çünkü insan gibi bir güçtür. Nietzsche’ye göre yaşayan şey vardır, yaşamayan şey de yoktur; ancak yaşam istençtir, istenç de güç’ü (puissance) gerektirir. Bu canlılar hayvan olduklarından, yaşam niteliğinde oldukları ve bunanla tanımlandıkları ölçüde güç isterler. Hayvanların türleri oranında güç ya da karakter tiplerini de oluşturmaları bundan dolayıdır. Bu çileci, değer yoksayıcı bu adam, ahlak değerlerinin egemen olduğu oın onun istediği şeyi özlüğünde hissedemez kıldığı bu adam, kendinin ne olduğunu hayvanlardan öğrenmek zorunda kaldı demek ki çünkü var olma arzusu çürüyüp yok olmamıştır onlarda… Schopenhauer hayvanları, tasarımları olmayan, tasarımın ikiyüzlü gücünden, aklın (raison) devindiriciye benzediği hesaplarıyla tekbenciliği (egoïsme) allayıp pullayan bu yalancı yetiden yoksun istençler (volonté) olarak tanımlarken başka türlü düşünmüyordu. Ama Nietzsche; çıplak, yanıltıcı örtülerden sıyrılmış istenci “mahkûm etmek” şöyle dursun, onun yaratıcı gücünü ortaya çıkarması için onu olduğu gibi yansıtmak ister.

Bu güç sanatta patlar, kültürlerin gücünün belirgin bir simgesidir sanat, çağa egemen olan bilgince bir “tasarım”da değil… Hayvan ve sanat, demek ki yaratmada, nesnelere biçim vermede, biçimsiz olana kendi karakterini vurmada ortaktır. Onlar bu yaratıcı güçten nitelikçe farklı biçimler sunmakta da ortaktır; öyle ki bir hayvandan ötekine, farklılık, onların doğumuna tanık olan çağa uygun olarak “tarihsel” ya da zamandizimsel deyimlerle değil de “estetik” ya da duygulu deyimlerle, güç, derinlik ve incelik vb… Deyimlerle dile getirilir. İnsanların “bilgin” olmalarına ve yaratıcı yetilerini boşa harcamalarına karşın, hayvanlar sanatçıdır!..

Bundan dolayı Zerdüşt’ün hayvan öyküleri insansal olmaktan çok hayvansal olan bir erdemler ve kötülükler yelpazesi sunar ve insansal kötülüklerin daha canlı ve daha güçlü bir yorumunu da verir. Maymun bizatihi insandır, onun karikatürü olduğu için, özlüğünde iyi tanımadığı olanaklarını göz önünde tutarsak, insanın olduğu şeydir o… İnsan insana öykünür, onu taklit eder ama bu duyulur ve acıklı gerçeği yansıtan da maymundur.

Boşuna kızıp köpüren, inatçı bir hakikat araştırmacısı, bilginin yaratma gücü olarak hiçbir zaman sanata eş olmadığı doğruysa, bir boğadır o, onun gibi kör, öfkeli ve yanlış yönlendirilmiş bir istenç delisidir. “Seni ak bir boğa olarak görürdüm”, der Zerdüşt bu “yüce insan”a… Aklık, boğanın sahip olduğu bir lütuf, onun bilgi pratiğinin onu bizzat kendisiyle maskelediği güzelliktir. Duyulur belirtiler, boyutlar, renkler, karakterler tablosunu tamamlarlar, bunlar birçok anlamda “güçler”dir; bir mizacın kendini gösterdiği anlatımsal bir yaratma anlamında, çok yüksek düzeyde hem de.
Zerdüşt’ün hayvanları demek ki ona kendi özünü, gücünü, kendini aşmaya doğru atılım arzusunu verirler. Hayvan milleti içinde, en yüksek erdemlerdir onlar ve temel felsefi çizgilerle tanımlanırlar. Üstün bir hakikati simgeleyen metafizik hayvanlardır onlar.

Kartal sadece güç ya da egemenlik değildir, yükseklerde bulunur o, Zerdüşt’ün de yaptığı gibi, en yükseğe uçar (“Hayli uzağa uçtum geleceğin içinde…”) Ağırlığın ruhunu, “dünyayı yöneten bu şeytan”ı alt edebilir. Ağırlık, olduğu yerde olan, uzamda ve zamanda devinemez bir dünyanın ta kendisidir. Uçuşla alt eder dünyayı istenç, kendi ilerlemesini sağlar. Şimdi olan’a destek olmayı bırakarak üstinsan bulur.

Kartal uzama egemendir, yılan da zamana. Bu dünya, her ne kadar ağırlık ise de, zamanı yeniden canlandıramamanın en ağır büyüsüne sahiptir: Olan şey, olmuştur. İstenç zamanın duvarını aşamaz, sırtı bu duvara dönüktür. Georges-Arthur Goldschmidt şöyle der bu konuda: “Zaman fikrinin altüst oluşudur bu, onun hedef fikrini kesin kararlaştırılmış başlangıca, istence dönüştüren tersine dönüşü üstinsandır ve aynı zamanda da bengi dönüştür.”1 Öncesizlik-sonrasızlık gelir o zaman, dönüş halkası zamanı kendi üzerine kapatır ve istencin iki yönde ilerlediği bir çemberini oluşturur onun, ilgisizce (an, iki yolun, oradan sonsuzluğa doğru uzadığı ve sonsuzlukta kavuştuğu bir revaktır). Yılan halkayı simgeler, kusursuz bir çember gibi kendi üzerine çöreklenir, istencin gücünü tamamlamak için kartalın boynuna sarılır. Birlikte, kartal ve yılan güç istenci ve bengi dönüş bütünlüğünü oluştururlar; tek bir düşüncenin ögeleriymiş gibi, bir anlam birliği yaratırlar.
Zerdüşt’ün hayvanları, kısacası, Nietzsche’yi sarsan bir esinin canlı imgeleri olurlar; Surlej’de, 81 ilkbaharında, tüm varlığın bengi dönüşü (ebedi tekerrür) üzerine ona çıldırtıcı bir görüş sağlayan bir esinin canlı imgeleri…

NOTLAR
Georges-Arthur Goldschmidt, Böyle Buyurdu Zerdüşt’e giriş, LGF 1972, s. 21.

    NI­ETZSC­HE
    Ya­yıma ha­zır­la­yan­lar:
    Ke­nan Sa­rı­ali­oğ­lu
    Mu­rat Bat­man­ka­ya

    Önsöz: Prof. Dr. Ahmet İnam
    Say Yayınları