Normal Nefes Almaya Devam Edin – Hakan Bıçakcı

Hakan Bıçakcı, kendine özgü yalın üslubuyla, modern zamanları ve faillerinin dehşetli monotonluklarını anlatıyor.

Normal Nefes Almaya Devam Edin, gittikçe karmaşıklaşan öykülerin kitabı. Çarpıp kaçan, derin tesirli, paranoyakça gerçekçi.

Bu nedenle yazan çizen insanları da anlamam. Düşüncelerini, anılarını, hikâyelerini arsız bir iştahla yayımlatanları. Herkes onların akıllarından geçenleri okusun, izlesin, etkilensin saplantılarına bir mânâ veremem. Sapık gibi insanların ruhuna dokunma çabalarından tiksinirim. Hele tartışmayı seven insan. Aman aman. Gözlerdeki o parlama. O tükürüklü telaş. Tartışmayı çok sevenle tartışmayı hiç sevmem. Bir an önce savunduğu fikir galip gelsin de görüş alanımdan çıkıp gitsin isterim. Onu dinleyeceğime, kafamı dinlerim.

Manyakça sırıtanlar, meraktan delirenler, kıymetli yalnızlıkları arayanlar, hayallerinden çok uzağa düşenler… MP3 arşivi ile Spotify arasında sıkışan şaşkın müzikseverler. Beton ve metal istilasından kaçıp mezarlıklarda nefes alan endişeli kentliler. Gecenin köründe asansöre binen eli cımbızlı adamlar. Yaşadığımız dünya yeterince ürkütücü değilmiş gibi yeni nesil korku konseptli kaçış evlerine gidenler. AVM görünümlü şehir yaratıkları balmumu heykeller, ölü kediler, tatsız perşembeler paranoya panayırları uykuları kaçıran kâbuslar…

KİTAPTAN OKUMA PARÇASI
“Bilindiği üzere bir insan mutluyken kafası pek çalışmaz.”
– İVAN TURGENYEV

Balmumu Mesai
“Bırak beklemekten usanmış dostlarım Öldüğümü sansınlar benim”
– Konstantin Simonov

Güvenlik görevlisiyim. Uzun yıllardır. Ama burada yeniyim.
Beyoğlu’nda yeni açılan balmumu heykel müzesindeyim son
birkaç aydır. Yeri güzel, İstiklâl Caddesi’nin üzerinde. Gerçi İstiklâl Caddesi eskisi gibi güzel değil. Ama en azından eski işteki gibi donmuyorum. Hem yerim içerlek hem de tepemde şu ufo ısıtıcılardan var. Parası da iyi sayılır. Halimden
memnunum yani. Bir de gecesi yok çok şükür. Sadece gündüz saatleri çalışıyorum.
Çalışıyorum dediğim, öylece dikilip duruyorum. Sabahtan akşama, envai çeşit şöhretin kapısındayım. Sinema efsanelerinin, büyük sporcuların, ünlü şarkıcıların, dünya liderlerinin bire bir aynılarının sergilendiği müzenin girişinde.
Isıtıcının yüzüme vuran turuncu ışığının altında hareketsiz.
İçerideki heykellerden farksız.
Hemen arkamda, Hollywood yıldızından ziyade bar fedaisi gibi duran mat siyah ceketli Bruce Willis ile birlikte bekliyoruz. Diğer heykeller dışarıdan bakınca görünmüyor. Onları görmek, onlara yaklaşmak, onlarla fotoğraf çektirmek
için yanımdaki gişeden bilet almak gerekiyor. Bruce, onları temsilen dışarıda. Tek mesai arkadaşım. Başta biraz kasıntı bulsam da zamanla alıştım ensemdeki varlığına. Artık sevimli bile geliyor. Anamdan babamdan çok onu görüyorum
sonuçta. Bazen rüyamda bile.
İşimden bir şikâyetim yok ama Allah muhafaza buraya bir
saldırı olsa bir işe yarayacağım da yok. Ne silahım var ne cesaretim ne de bu konuda doğru düzgün talimim. Maksat görünmek. Öylece dikilip durarak. Belki bir caydırıcılığı olur
diye.
İşimin yeri sağ olsun, vakit geçiyor bir şekilde. Sabahtan
akşama gelene geçene bakıyorum. Bak, bak, bak bitmiyorlar. Bazen televizyonda görüyoruz. Oyuncular, işte karikatüristler, yazarlar falan diyorlar ya: “Çok fazla gözlem yapıyorum.” Ben sizin gözleminizi yerim. Şurada iki hafta sabit
durun, sonra konuşalım.
İşte yine o korkunç çınlama. Tam karşımdaki Maraş dondurmacısının huzursuzlukla çalkalanan saldırgan çanı. Sabahtan akşama. Dizginsiz bir coşkuyla. Düzensiz aralıklarla. Her defasında insanı beyninden vurulmuşa döndüren.
Ekmek parası diye laf edemiyoruz. Gerçi benim dışımda rahatsız olan da yok gibi. Nesli hızla tükenmekte olan turistlerden geriye kalanlar toplanıyorlar arada başına. Avrupalı turistlerin, koskoca medeniyeti kurup da şu çelimsiz dondurmacının uyduruk numaralarına kapılmalarını aklım almıyor.
Sanırım bu çanın tek hoş yanı, irkilip de sese her döndüğümde, onunla göz göze gelmem. Dondurmacının bitişik mağazasındaki şu kızla. Kapı komşum. Hoşlanıyor muyum, tam bilmiyorum. Onu görünce mutlu oluyorum ama.
Yüzü hep asık. O da vitrin mankenlerinin arasında hareketsiz. Geçen gün mağaza kapısının önünde tanıştık. El sıkıştık. Ben adımı söyledim, o adını ve soyadını söyledi. Boş bulundu herhalde. Gerçi iyi ki soyadını da söylemiş. Akşam yemekten sonra geçtim odama, açtım Instagram’ı. Hesabı var.
Hem de kilitli değil. Manasız bir heyecanla bakmaya başladım. Hayvanlarla doluydu sayfası. Tabağındaki hayvanlarla. Kucağındaki hayvanlarla. Sonra geziler, seyahatler, arkadaş buluşmaları. Ve hiçbirinde asık suratlı değildi. Görsen,
karşıdaki küçücük mağazada çürüyen gamlı kız demezsin.
Bir gün cesaretimi toplayıp gideceğim yanına. Yemeğe davet edeceğim. Reddederse yine yüz yüzeyiz, o kötü. Zaten o
endişeyle erteliyorum sürekli. Şimdilik çan sesleri eşliğinde
uzaktan uzağa selamlaşıyoruz. Düzensiz aralıklarla.
Ben böyle karşı komşumla buluşmayı ertelerken, caddeden gelip geçene bakarken, gözlem yapmaktan midem bulanırken, tepemdeki ufo turuncu turuncu beynimi uyuştururken, dondurmacının dikenli çanları sinirlerimi gererken,
günler birbirinin aynısına dönüşerek içimdeki hayat isteksizliğini büyütürken bir gün müze yönetiminden birileri gelip demez mi, karar alınmış, benim de heykelim yapılacakmış. Donup kaldım. Kalbim bile atmıyordu sanki. Kalıbımın
alınması gerekiyormuş. Düzgün düzgün, uzun uzun anlattılar. Sağ olsunlar insan yerine koyarak. Hayretler içinde dinledim. Gözümü bile kırpmadan. Yalan yok, hoşuma gitti.
Ünlü muamelesi görmek. Michael Jackson, Madonna, Maradona gibi benim de balmumu heykelim olacaktı şu dünyada. Bir yerlere imza attım. Atladım bir yerlere gittim. Birtakım cihazlara bağlandım.
Sonrasında bana bir cesaret geldi. Havamı bulmuştum resmen. Gittim karşıdaki mağazaya, ön sohbeti kısa tutup onu
yemeğe davet ettim. Asık yüzü aydınlandı. İyi bir lokantaya gittik. Bir hayvan da benimle yedi. Sohbet biraz tıkanıktı. Hava epey basıktı. Yine de fena bir akşam değildi. Sonra bir daha buluşmadık. Bahane üstüne bahane. Ben de kestim selamı sabahı. Zaten birkaç hafta sonra da ayrıldı mağazadan. Çan sesinden çan sesine aklıma geldi bir süre. Sonra
da unuttum gitti.
Yağmurlu bir perşembe sabahı, hiç beklemediğim bir anda, benim balmumu heykel çıkıp geldi. Yuh! Aynı ben. Dediler, artık bu duracak burada. Senin yerine. Önce bir güldüm. Baktım bir tek ben gülüyorum. Benim heykel bile ciddi. Nefes dahi almadan bana bakıyor. Göreve hazır. İşin vahametini anladım. Hırsımdan boğulacak gibi oldum. Yapacak bir şey yoktu. Karar yönetimdendi. Neyse ki tazminatımı ödediler kuruşu kuruşuna. Çıkardım üniformayı, çektim
sivilleri, gittim eve, anneme mevzuyu ayaküstü özetledim,
vurdum kafayı yattım. Yatakta döndükçe döndüm. “Bana
iş mi yok lan!” diye diye sabahı sabah ettim. Bana iş yoktu.
Ancak yedi ay sonra yeni bir iş bulabildim. Yedi koca ay
sonra. Buna da şükür. Yine Beyoğlu’nda. Yine güvenlik. İşe
giderken de işten dönerken de İstiklâl Caddesi’nden geçiyorum. Geçip giderken de bakıyorum. Bazen göz ucuyla, bazen gözlerimi dikip. Gözlerini dikmiş caddeye bakan kendi balmumu heykelime. Turuncu ısıtıcı ışığının altında, eski kaskatı üniformamın içinde, suratsız kızı hayal meyal hatırlatan düzensiz çan sesleri eşliğinde, caydırıcı olma ümidiyle hareketsiz duran. Mat siyah ceketli Bruce Willis’in hemen önünde.

HAKAN BIÇAKCI 1978’de İstanbul’da doğdu. 1996 yılında üniversite eğitimi için Ankara’ya gitti. 2001’de Bilkent Üniversitesi İktisat Bölümü’nü bitirerek İstanbul’a döndü. İlk romanı Romantik Korku 2002’de yayımlandı. Çeşitli dergilerde edebiyat eleştirileri, sinema yazıları ve öyküleri yer aldı. Yazarın tüm kitapları: Rüya Günlüğü (roman, 2003), Boş Zaman (roman, 2004), Apartman Boşluğu (roman, 2008), Karanlık Oda (roman, 2010), Ben Tek Siz Hepiniz (öykü, 2011), Doğa Tarihi (roman, 2014), Hikâyede Büyük Boşluklar Var (öykü, 2015), Otel Paranoya (grafik hikâye, 2017), Uyku Sersemi (roman, 2017), İki Rüya Dokuz Gerçek (resimli novella, 2019), Normal Nefes Almaya Devam Edin (öykü, 2019). Apartman Boşluğu altı, Karanlık Oda ve Boş Zaman birer yabancı dile çevrildi.

KÜNYE
Kitabın Adı: Normal Nefes Almaya Devam Edin
Yayın:İletişim
Sayfa Sayısı: 187 sayfa
1. baskı – Ekim 2019
Yazar: Hakan Bıçakcı
Editör:Levent Cantek, Duygu Çayırcıoğlu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir