Otizmde Sanat Psikoterapilerinin Psikodinamiği
Sanat terapisinin, otistik spektrumdaki çocuklarla yapılan çalışmalardaki kuramsal temel ilkeleri, çağdaş çocuk ve bebek psikolojisinden, özellikle duygusal gelişim ve ilişkiler üzerine yapılan araştırmalardan derinleşimle beslenir. Bu yaklaşımlar, otizmin temel özelliklerinden biri olan iletişim ve hayal gücündeki belirgin eksiklikleri ele alarak, sanatın bu alandaki dönüştürücü potansiyelini vurgular.
1. Otizmin Gelişimsel Eksikliklerinin Anlaşılması: İletişim ve Hayal Gücü Otistik çocuklarda en belirgin gelişimsel eksikliklerden ikisi iletişim ve hayal gücüdür. Dil kullanımları genellikle kendine özgüdür; ekolali (yankılama), tekrarlama ve gecikmeli işlem içerebilir. Hayal gücü eksikliği ise oyunlarında nesnelerin başka bir şeyi temsil etme kapasitesinin (örneğin, muzun telefon olması) yokluğunda görülür; otistik çocuk için nesneler her zaman kendileri olarak kalır.
- İletişim Hassasiyeti Yerine Eksikliği: Kaynaklar, otistik çocuklarda bir “iletişim eksikliği”nden ziyade, özel bir “iletişim hassasiyeti” olduğunu savunur. Terapist ile rahat bir yaklaşım veya temas genellikle çocuğun kendisi tarafından başlatılır; terapistin benzer bir girişimi sıklıkla çocukta sıkıntıya yol açar. Bu durum, bebek ile birincil bakıcı arasındaki karşılıklılık kapasitesinin en erken gelişim aşamalarında engellenip engellenmediği sorusunu gündeme getirir.
- Duyusal Aşırı Yüklenme ve “Sistem Kapanması”: Otistik bireylerin otobiyografik anlatıları, otizmin duyusal yönünü vurgular: dokunma acı verici, kokular ezici, sesler incitici, görüntüler çarpık ve tatlar çok güçlü olabilir. Bu duyusal “bombardıman” karşısında, otistik çocuklar “sistem kapanması” veya “sistem feragati” olarak tanımlanan bir tepki göstererek, bilgiyi tek bir kanalda işlemeye çalışır ve kendilerini aşırı uyarılmadan korurlar. Bu davranışlar, kaygıya karşı bir savunma mekanizmasından ziyade, bunaltıcı duyumlar karşısında bir tepki olarak görülür.
2. Sembolik Düşünce ve Dilin Rolü Sembolik düşünme kapasitesi, hem iletişim hem de hayal gücü için ortak ve gerekli bir unsurdur. Semboller, birden fazla şeyi aynı anda temsil etme gücüne sahipken, işaretler her zaman aynı şeyi ifade eder (örneğin, “muz” kelimesi bir meyveyi işaret eder, ancak muzu telefon olarak kullanmak semboliktir). Otistik çocuklar genellikle kelimeleri işaret olarak kullanma eğilimindedir, bu da onların metaforik dil kullanımını ve karmaşık içsel duygular için kelime dağarcığı geliştirmelerini sınırlar. Dil, hem başkalarıyla iletişim (intersymbolic communication) hem de kişinin dünyayı anlamlandırması için içsel (intracommunication) bir yol olarak kullanılır. Dilsiz veya dil gelişiminde zorluk yaşayan bireyler için duyguları anlamlandırmak zor olabilir.
3. Donald Winnicott’un Katkıları: Geçiş Nesneleri ve Potansiyel Alan Winnicott’ın teorileri, sanat terapisinin otistik çocuklarla çalışmasında önemli bir temel oluşturur.
- Geçiş Nesneleri: Winnicott’a göre, bebeklik dönemindeki birincil bakıcıya biyolojik bağımlılık, kademeli ayrışmayı gerektiren simbiyotik bir sistemin gelişimine yol açar. Bu ayrışma sürecinde, bebekler kaygıyla başa çıkmak için battaniye veya oyuncak ayı gibi “geçiş nesneleri”ne bağlanırlar. Bu nesneler, tam bağımlılıktan artan bağımsızlığa geçişi işaret eder ve prototip sembolik nesneler haline gelerek sembolik düşünce kapasitesinin temellerini atar. Semboller, kaygıyı hafifletmede büyük bir potansiyele sahiptir, çünkü fiziksel olarak bulunmasa bile önemli bir şeye tutunmamızı sağlarlar.
- Potansiyel Alan: Geçiş nesneleri sayesinde kaygıdan kurtulma, dışsal maddi dünya ile içsel duygu ve fikir dünyasının keşfedilebileceği bir “potansiyel alan” yaratır. Bu alan, yaratıcı süreç ve hayal gücü için kritik öneme sahiptir.
- Tustin’in “Otistik Nesneleri”: Frances Tustin’in otistik çocuklarla yaptığı çalışmalar, Winnicott’ın geçiş nesneleri kavramından farklı bir “otistik nesne” kullanımı olduğunu göstermiştir. Otistik çocuklar, nesneleri kaygıyı azaltan bir sembol olarak kullanmaktan ziyade, fiziksel bir deneyimle (örneğin, oyuncağı elinde aşırı güçle tutarak iz bırakması) ilişkilendirir veya kontrol etmeye çalışır. Bu durum, otistik çocukların geçiş nesneleri aşamalarından normal bir şekilde geçemediği ve bunun iletişim, sosyalleşme ve hayal gücündeki eksikliklerin temelini oluşturduğu düşünülür.
- “Tutma” Ortamı (Holding Environment): Winnicott, birincil bakıcının bebeği hem fiziksel hem de duygusal olarak “tutmasının” önemini vurgular. Bu “tutma”, bebeğin ruhsal gelişimini kolaylaştırır ve ham deneyimlerden bir ara vermesine, kaygılarla başa çıkmayı öğrenmesine olanak tanır. Bakıcının bebeğin duygularını işleyip geri vermesi, sembolik işlevselliğin ve dilin gelişimine zemin hazırlar.
4. Daniel Stern’in Kendilik Duyguları ve Öznelerarasılık Teorisi Stern’in çalışması, bebeklerin dil öncesi dönemde bile kendilik duygularını nasıl geliştirdiğini ve bunun gelecekteki tüm sosyal deneyimleri nasıl etkilediğini açıklar.
- Kendilik Duyguları: Stern, bebeklerin ortaya çıkan kendilik, çekirdek kendilik, öznel kendilik ve sözel kendilik gibi farklı “kendilik duyguları” geliştirdiğini belirtir. Bu kendilik duyguları, sosyal gelişimin öznel deneyimi için temel oluşturur.
- Öznelerarasılık (Intersubjectivity): Bebek ile birincil bakıcı arasındaki karşılıklı alışverişin, bebeğin kendilik gelişimine katkısını vurgular. Sanat terapisinde terapist ile çocuk arasındaki ilişki, bu erken dönemdeki önemli ilişkileri yansıtır.
- Canlılık Efektleri (Vitality Affects) ve Kategorik Efektler: Stern’in kavramları, erken bebeklik dönemindeki duyusal farkındalığın ve hissedilen duygu kalıplarının anlaşılması için önemlidir. “Canlılık efektleri” (örneğin, boyanın ıslaklığı, tebeşirin kuruluğu, terapistin hareketleri, sesleri, ruh hali) seans sırasında çocuğun algıladığı çevreyi oluşturur ve iletişimi etkiler. Bu “canlılık efektleri”, zamanla “kategorik efektler”e (üzüntü, mutluluk gibi belirgin duygu kalıpları) dönüşür ve daha sonra dil ile ifade edilebilir hale gelir. Sanat terapisinde, bu duyusal niteliklere dikkat etmek ve çocukla paylaşmak, yeni bir “duygu kelime dağarcığı” oluşturmaya yardımcı olur.
5. Çizim Gelişimi ve Otizm Normal çizim gelişimi, çocukların dünyayı ve içsel deneyimlerini ifade etmek için kullandıkları “işaretler sözlüğü”nün oluştuğu, duyusal deneyimlerden temsili çizimlere doğru ilerleyen aşamalardan geçer.
- Aşamalar: İlk aşama “ön-temsili” veya “karalama” aşamasıdır (genellikle 12-18 aydan 2-4 yaşa kadar). Bu aşamada çocuklar, fiziksel hareketin ve materyallerle etkileşimin duyusal keyfine odaklanır. Daha sonra “adlandırılmış karalamalar” (Patrick örneği), “şans eseri gerçekçilik” (Lucquet), “ön-şematik” ve “şematik” aşamalar gelir. Şematik aşamada çocuklar, tekrarlayan ve katı formüllerle çizimler yaparlar (örneğin, “iribaş insan” figürü). Son olarak “entelektüel gerçekçilik” aşaması gelir; burada çocuklar gördüklerinden ziyade bildiklerini çizerler.
- Otistik Çocuklarda Çizim: Otistik çocukların çizimleri genellikle şematik ve tekrarlayıcıdır; bu, yeni durumlardaki kaygılarını azaltma veya sıkıntıyı hafifletme yolu olarak görülür. Bitmiş çizimlere “sahiplenme” veya aralarında “süreklilik” hissi genellikle eksiktir. Stereotipik davranışlar (bedenin katı mekanik hareketleri) ile şematik çizimler arasında doğrudan bir paralellik vardır. Bu davranışlar, aşırı uyarılmış bireylerde uyarılma düzeyini azaltan bir “evostatik düzenleme” işlevi görebilir.
6. Terapötik İlişki ve Müdahale Esasları Sanat terapisinde, terapist ile çocuk arasındaki ilişki (terapötik ilişki) esastır. Bu ilişki, uyum (attunement), karşılıklı ipuçları (reciprocal cueing) ve protokonuşma (protoconversation) gibi erken bebeklik dönemi etkileşimlerine dayanır.
- İnteraktif Sanat Terapisi Modeli: Bu model, çocuğun ve terapistin terapötik çerçevedeki deneyiminin bütünlüğüne dikkatli gözlemlere odaklanır. Terapistin, çocuğun en ufak ve çoğu zaman fark edilmeyen iletişimsel ipuçlarını yakalaması ve bunlara hassasiyetle yanıt vermesi kritik öneme sahiptir.
- Sanat Materyalleri Köprüsü: Sanat materyalleri (boyanın ıslaklığı, tebeşirin kuruluğu gibi) ve sanat yapım süreçleri, terapinin başından itibaren ayrılmaz bir parçadır. Bu materyaller, otistik çocukların tolere edebileceği, dolaylı bir odak ve paylaşılan bir katılım alanı sunar. Sanat yapmak, içsel imgeleri somut bir forma dönüştürmeyi içeren bir hayal gücü eylemidir.
- Müdahale Stratejileri: Müdahaleler, çocuğun gelişimsel olarak takıldığı aşamaları desteklemeyi ve sembolik işlevselliğin gelişimine uygun bir ortam sağlamayı amaçlar. Stereotipik davranışların veya şematik çizimlerin “canlılık efektini” değiştirmek için farklı medya (boyadan kurşun kaleme geçiş gibi) kullanılabilir. Terapist, yeni materyaller veya aktiviteler tanıtarak veya bunları kısıtlayarak çocuğun duyusal deneyim yelpazesini genişletir ve böylece temsil ve semboller oluşturma yeteneğini geliştirme fırsatı sunar.
- Video Kayıtları ve Mikro-analiz: İlk terapi seanslarının video kaydı ve mikro-analizi (kare kare inceleme), terapistin çocuğun davranışlarındaki ince nüansları, etkileşim kalıplarını ve iletişimsel hassasiyetleri fark etmesini sağlar. Bu, terapistin çocuğun dünyasına girmesi ve etkili müdahaleler geliştirmesi için hayati öneme sahiptir.
Sanat terapisi, otistik çocuklara yalnızca davranışsal veya bilişsel düzeyde değil, aynı zamanda temel psikolojik ve duygusal gelişim düzeylerinde de yardımcı olabilecek güçlü bir birincil müdahale biçimi sunar. Erken dönem çizim aktiviteleri, genel iletişim becerilerinin gelişimi için bir temel sağlar ve dil kullanımında artış da dahil olmak üzere “iletişimsel bir iskele” oluşturur.


