Postmodern Anlatıların Üstkurmaca Dünyasında Yazar ve Okur – Emrullah Çelik

Oğuz AtayÜstkurmaca, postmodern edebiyatın ana özelliklerinden biridir. Üstkurmaca kendi içinde bir kurmacadır. Kendi içinde başka bir romanı/öyküyü ya da metnin içinde başka bir metni okuyan, yazan bir karakteri anlatan; anlatım devam ederken yazarın araya girip fikirlerini belirttiği, okurla şakalaştığı ve ona kurmaca bir oyunun içinde olduklarını devamlı hatırlattığı; yazarın metnin şahıs kadrosunun içinde olduğu; metnin yazılış sürecinin anlatıldığı metinler üstkurmacadır. Ayrıca yazarın metnin içinde farklı metinlere, yazarlara göndermelerde bulunması yani metinlerarasılık yönteminden yararlanması da üstkurmacanın göstergelerindendir. Nitekim Yıldız Ecevit metinlerarasılığı üstkurmacanın bir ‘’türevi’’ (Ecevit 2002; 110) olarak görür.

Bu çalışmamızda Oğuz Atay, Bilge Karasu, Murat Gülsoy ve Mustafa Kutlu gibi üstkurmaca tekniğini anlatılarında kullanan yazarların eserlerinden hareketle yazar ve okurun nasıl bir rol üstlendiğine değineceğiz.

Tamamlayıcı Bir Unsur Olarak Okur
Klasik ve modernist metinlerde pasif/edilgen olan yani yazar veya anlatıcının kendisine verdikleriyle yetinen okur, postmodern metinlerde aktif/etken bir rol üstlenir. Metnini bilinçli olarak eksik bırakan yazar, okurdan eksik bıraktığı yerleri kendilerince tamamlamasını ister. Okuru bir nevi metne ortak eder. Ancak bu ortaklık okuyucu açısından doğrudan değil, dolaylıdır. Metni kurgulayan ‘’ yazar, okur adına düşünür, onun adına sorular sorar ve cevabını da kendisi verir. Okurun konumunu bizzat yazar belirler.’’( Tosun 2011:2 19). Yani okur, yazarı tarafından oluşturulan metne sonradan dâhil olur. Postmodern metinlerde/anlatılarda okuyucu tamamlayıcı bir unsur olarak karşımıza çıkar. Bu bakımdan postmodern ‘’metinlerde okur, yazarın, metni birlikte kurguladıkları oyun arkadaşıdır.’’( Ecevit 2002; 125). Bu arkadaşlık oyunun kurallarını bilen okuyucudan tek anlama indirgenmiş bir tavırdan ziyade metnin çoğul okumalara müsait derin yapısını keşfetmesini bekler.

Yazar üstkurmaca tekniğiyle okuyucuya metnin kurmaca olduğunu hissettirerek onu, Umberto Eco’nun tanımıyla ‘’açık yapıt’’ olan yani sonsuz okumalara müsait metnin yazılış sürecine katar ve ondaki gerçeklik-kurmaca algısını yıkar.

Üstkumaca tekniğiyle yazılmış postmodern bir anlatının klasik ve modern öykülerdeki gibi alenen ya da gizli bir iletisi var mıdır? Eğer bu tarz öykülerin bir mesajı var ise oda yazarın ‘’ ey okuyucu öyküyü birlikte kurguladık, kurgularken bir iletin var mıydı?’’ sorusuna verilecek cevaptır. Çünkü iç kurmacalı metinlerde yazar ile okuyucu metni birlikte kurgular. Okuyucu da yazma eyleminin bir ortağıdır. Bu yüzden postmodern anlatıların klasik veya modernist anlayışla yazılmış hikâyelerdeki gibi okuyucuya verdiği bir iletisi yoktur. Ya da en azından tek bir mesajı yoktur diyebiliriz. Üstkurmacanın egemen olduğu postmodern anlatılar sonsuz okumalara müsaittir. Okuyucunun yazma sürecine dahil olması, metnin kurmaca bir gerçekliğin ürünü olduğunu daima hatırda tutmasını sağlarken yazarla okuyucu arasında manevi bir bağ oluşur.

Postmodern edebiyatın özelliklerini öykülerinde çokça kullanan yazarlardan biri olan Bilge Karasu, Göçmüş Kediler Bahçesi adlı öykü kitabında iç içe geçmiş, özeti çıkarılamayacak, çeşitli dil oyunlarıyla ( postmodern anlatıların ana meselesi dildir.) bezenmiş, bir yapbozun parçalarını andıran metinleri okuyucuya sunar ve okuyucudan bu yapboz parçalarını kendilerince bir araya getirmelerini bekler. Karasu, aynı zamanda kitabın da ismi olan Göçmüş Kediler Bahçesi adlı öyküsünü on üç kısma ayırır ve bu kısımlar arasına ‘’masal’’ diye isimlendirdiği anlatılar yerleştirir. Binbir Gece Masalları’nı andıran bu metinler birbirinden bağımsız olarak değerlendirilebileceği gibi birbirini bütünleyen parçalardan oluşan tek öykü olarak da okunabilir.

Bu kitapta yer alan ‘’Avından El Alan’’ adlı metinden hareketle okura postmodern anlatıda nasıl bir misyon yüklendiğini görebiliriz. Yazar, anlatının daha ilk paragrafında okuyucuya kurmaca bir metinle karşı karşıya olduğunu ‘’ Güneşli, ılık, ilkyaz koktu kokacak bir kış günüyle, onun dört gün ardından gelecek tipili, kürtünlerin iki üç karışı bulduğu bir kış günü arasındaki ikircik… Masalımı bu günlerden hangisine yerleştireceğimi düşünüyorum.’’ (Karasu, 2008;15) diyerek açıkça ifade eder. Okura masalın nasıl bir günde yaşanmasını istediğine dair seçenekler sunar. Yazar okuyucuya alternatifler sunarak onlardan masalın içeriğinden çok biçime dikkat etmelerini ister. Zaten postmodern edebiyatta önemli olan ‘’ metnin neyi anlattığı değil, nasıl kurgulandığıdır artık.’’(Ecevit 2002: 98). Daha sonra ‘’Tutalım güneşli havada başladık. ( Birçok okurun hoşuna gitmeği de düşünmüş olabiliriz…)(s.16), ‘’Durum bu olsun… Ardından da şöyle bir şeyler diyelim’’(s.16) , ‘’…diye düşünelim şimdi’’(s.16–17) ‘’Tipili bir güne rastlatırsak bu olanı…’’(s.17) ve ‘’Ancak şöyle de olabilir: İki hava bir araya gelebilir.’’(s18) diyerek okurla birlikte masalını nasıl bir atmosfer içinde oluşturacaklarına karar vermeye çalışır. Bu ifadeler okurun fikrine başvurmak ya da metne en uygun içeriği oluşturma gayretinden ziyade yazarın metin üzerindeki otoritesini sarsmak ve okuru yazım sürecinde aktif kılma amacı taşır. Okuru metnin yazılma aşamasında söz sahibi yapar.

Postmodern anlatıda okura yüklenen görevlerden biri de yazar tarafından kasıtlı olarak metnin içinde eksik bırakılan yerleri tamamlamasıdır. Bunun nedeni de daha önce dile getirdiğimiz gibi okurun edilgen yapıdan etken yapıya geçmesidir. Bilge Karasu da Avından El Alan başlığını verdiği masalda ‘’ Gerekir ki, sandala çekilirken balıkçının kolunu’’(s.18) cümlesini yarım bırakarak anlatının zihnindeki kopukluğu yansıtırken aynı zamanda okuru masalı kendine göre devam ettirmeye davet eder. Ayrıca daha önce masalını ‘tipili bir gün’de anlatmaya karar vermişken bundan vazgeçip ‘’iki havayı bir araya’’ getirip anlatmaya başlayarak okuyucuyu şaşırtır. Yazarın okuru şaşırtması da üstkurmacanın bir özelliğidir.

Karasu, masal olarak başlıklandırdığı Yengece Övgü adlı metinde de üstkurmaca tekniğini bolca kullanır. Yazar-anlatıcı okuyucuyla karşılıklı sohbet edercesine öykü anlatma biçimine dair seçenekler üzerinde durur. Yazar ‘’Şöyle diyebilirdim’’ diyerek üç farklı girişi okura sunar ve bu girişlere okuyucunun verebileceği tepkiler hakkında yorumlarda bulunarak okura kurmaca bir oyunun içinde olduğunu hatırlatır. Yazar öykü yazma ve anlatma tarzı hakkındaki düşüncelerini açıklar. Öykünün gelişiminin ilk hali için ‘’ Değişik bir şey de olurdu, bakarsın. Üstelik, böyle bir anlatışın geçer akçe olduğu günlerden bu yana yüzyıl geçmesine karşın, bugün bile, herhangi bir şey ‘’anlatan’’ yazının tek biçimi budur diye düşünen pek çok okuru, sevindirirdim. Ama eski bardaklar çam olur mu bir daha?’’(s.73) diyerek bu tarzı küçümser, demode olduğunu söyler. Tasarladığı ikinci hal için ‘’ Her yineleme, sözü güçsüzleştirir mi? Tersine de çevirebiliriz bu soruyu: Her yineleme, sözü güçlendirir mi? (s.74) sorularını okuyucuya sorarak ‘’ Konuşalım bunu, bir araya geldiğimizde’’(s.74) der. Tasarladığı üçüncü hal için de ‘’ Yeni yaftalı, oldukça alışılmış bir anlatı’’(s.74) tabirini kullanır. Bilindiği gibi postmodern yazarlar öykülerinde öykülerinin yazılış sürecini merkeze alır; öykü teorisi, kurgusu hakkında mülahazada bulunurlar. Bilge Karasu da bu öyküsünde okurla birlikte kurgulama işini yapar. Okura anlatım üslupları hakkında fikirlerini anlatır. Onu kurgunun yazılış aşamasına katarak ona kurguyu tamamlama, şekillendirme görevini üstletir.

Öykülerinde üstkurmaca tekniğini kullanan yazarlardan biri de Mustafa Kutlu’dur. Bir genç kızın yaşam öyküsünü anlattığı Kapıları Açmak isimli uzun hikâyesinde Kutlu, anlatıcı karakter olarak karşımıza çıkar. Okur, anlatıcının yazarın kendisi olduğunu bilir. Yazar hikâyenin başında uzunca kendi düşüncelerini okuyucuyla paylaştıktan sonra ‘’Lafı uzattığımın farkındayım. Biz esasen Zehra’nın hikâyesin anlatacağız’’(Kutlu,2010;26) diyerek okuyucuya kurmaca bir metinle karşı karşıya olduğunu ima eder.

İç içe geçmiş kurgularla örülü olan postmodern öykünün özelliklerinden biri yazarın okuruyla söyleşmesidir. Gerçi, yazarın okurla sanki karşısındaymış gibi sohbet edip söyleşmesi Ahmet Midhat Efendi’nin eserlerinde de görülür. Ancak Ahmet Midhat’ın okuruyla sohbet etmesinin, şakalaşmasının sebebi öykülerdeki kurgusallığı gizlemek ve okurda bir gerçeklik izlenimini oluşturmaktır. Oysaki postmodern öykü yazarı tam tersine metnin gerçek değil, kurmaca olduğunu hatırlatmak için okurla sohbet eder. Ahmet Mithat Efendi gibi Mustafa Kutlu da, amaç farklı da olsa, okuruyla sohbet edermişçesine ona soru sorar ve ondan alabileceği cevabı söyler. Okurun o anki olası duygu ve düşüncelerini dile getir:

‘’Ancak onun doğup-büyüdüğü yeri de tanıtmak istedik. Yoksa niyetimiz kasaba ve bölgenin tarihini, coğrafyasını, ekonomisini dile getiren bir yardımcı ders kitabı yazmak değil.

Az daha sabredin. Kasaba ve çevresinde olup bitenleri az daha anlatayım. Anlatayım ki, yeri geldiği zaman ‘’ Yahu bu adam bu işi neden işledi’’ demeyesiniz. Bazı muhterem kardeşlerimiz bize dönerek: ‘’ Yahu Mustafa Kutlu sen bir bilimsel makale yazmıyorsun. Sonuçları izah için sebepleri sayıp-dökmeye ne lüzum var. Hem bu kitap en nihayetinde bir uzun hikâye, bunu tarihe, sosyolojiye, hatta psikolojiye boğmanın ne âlemi var. Sen insanları ve olayları anlat, gerisini bize bırak, Ahmet Midhat Efendi misin mübarek’’ diyebilir. Modern hikâye, edebi eserin nitelikleri, günümüzde eski hikayeden yakasını kurtarıp ‘’öykü’’ donuna bürünerek ve tabiatıyla gizemli bir özellik kazanan anlatım tarzını biliyorum. Ama inat da bir murattır. Ben bildiğim-inandığım şekliyle anlatayım, kafasına yatan okur; yatmayan ‘’ amaan sıktı be’’ deyip atar. Şimdi durup dururken ‘’ anlatım özellikleri’’ konusunda bir sayfa açmayalım.

Açtın bile.
Eh, açtıysak, şimdi kapattık.’’(Kutlu, 2010;26-27)

Bir Figür Olarak Yazar Karakter:
Üstkurmacanın bir diğer özelliği de yazarın metnin içinde roman/öykü yazan, anlatan, okuyan bir insanı anlatmasıdır. Gerçi edebiyat tarihimizin daha ilk ürünlerinden başlayarak roman ve öykülerde yazma eylemiyle iştigal eden kahramanlar eksik olmamıştır. Jale Parla bu duruma sebep olarak ‘’ kültürel alanda yazarların merkezdeki konumunu gösterir.’’ (Parla 2012: 9) Yazarların metinde bu kadar merkezde bulunmaları batılı edebi türler olan roman ve öykünün Tanzimat yazarlarınca toplumun eğitilme ve aydınlatılma aracı olarak kullanılması ve bunun sonucunda da insanların zihninde yazar figürüne eğitimci vasfının yüklenmesidir. Yani yazarın (romancı/öykücü) aydın ve eğitimci ile aynı kefeye konulmasından kaynaklanmaktadır.

Bir figür olarak ‘’yazar karakter’’ yaklaşık yüzyıl (1870 -1970) boyunca roman ve öykülerde belli bir fikrin, ideolojinin savunuculuğunu yapan, başarılı, idealize edilmiş mükemmel biçimlemeler olarak yer edinirken Oğuz Atay ile birlikte yerini başarısız, hem kendisiyle hem de toplumla kavgalı, sıra dışı, biçare, mağlup sıfatlara sahip figürlere bırakır. Oğuz Atay, romanlarında olduğu gibi tek öykü kitabı olan Korkuyu Beklerken’de de toplum tarafından dışlanarak yabancılaştırılmış ve bunun sonucunda da hem topluma hem de devlete karşı bir isyan içinde olan (pasif bir isyandır bu) içine kapanık daha doğru bir ifadeyle içine dönük insanların öyküsünü kaleme almıştır. Atay, yarattığı bu karakterlerin şahsında toplumun yozlaşmış kültürel değerlerinin, insanların kendilerine benzemeyenleri dışlayıcı, yadırgayıcı, küçümseyici tavırlarının ( Beyaz Mantolu Adam) eleştirisini yapar. Ayrıca şehir merkezlerinden uzak küçük insanların yaşam mücadelesini( Demiryolu Hikâyecileri-bir rüya) anlatır.

Oğuz Atay, Demiryolu Hikâyecileri-bir rüya adlı hikâyesinde ülkenin büyük şehirlerine uzak bir dağ başı kasabasında, bir demiryolu istasyonunda çalışan üç hikâyeci (Atay, 2013;.171) nin yaşam mücadelesini konu edinir. Bu üç hikâyeci (anlatıcı, genç Yahudi ve genç kadın) ilk başlarda geçinmek için yazdıkları öyküleri istasyona ender uğrayan trenlerdeki yolculara büyük zorluklarla, kıymetsiz bir paraya satarak geçimlerini sağlarken zamanla hem trenlerin güzergâhlarının değişmesinden dolayı haftada bir iki kez gelmesi hem de istasyon şefinin kendi istediği tarzda öyküler yazmaları konusunda artan baskıları sebebiyle büyük sıkıntılar yaşarlar. Genç Yahudi bu sıkıntılara dayanamaz ölür, genç kadın da istasyondan ayrılır. İstasyonda sadece bir hikâyeci kalır. İstasyon şefinin izne çıkmasıyla istasyon hikâyeciye kalır. Hikâye, hikâyecinin istasyon şefinin elbiselerini giyip onun görevini yapmasıyla sonlanır.

Atay, diğer bütün hikâyelerinde olduğu gibi bu hikâyesinde de hayata tutunmayı başaramamış küçük insanların büyük hikâyesini anlatmıştır. Bu hikâyesinde çizdiği yazar karakter görüntüsüyle kendilerine iyi koşullar sağlamamasına rağmen sanatlarını kendi isteklerinin doğrultusunda icra etmelerini isteyen merkeziyetçi yapıya sahip olan devleti ve edebi eserlere karşı ilgisiz kalan toplumu tenkit eder.

Postmodern anlayışın özelliklerini hikâyelerinde kullanan yazarlardan biri de Murat Gülsoy’dur. Gülsoy, postmodernizmin bütün anlatım özelliklerini kullanmakla birlikte öykülerini kurgularken en çok kullandığı teknik üstkurmacadır. Okuru metnin yazılış sürecine katarak onunla iç içe geçmiş kurmaca oyunlar oynar. Okura sürekli kurmaca bir metinle karşı karşıya olduğunu hatırlatır. Gülsoy, ‘’Bu Kitabı Çalın!’’ adlı öyküsünde okuru gerçekle kurmacanın sınırlarında dolaştırır ve öykülerinin kurmaca olduğu; ‘’Hayalimden yazıyorum. Yaşadıklarımı yazacak olsam günlük tutardım…’’(Gülsoy,2000;16) diyerek gerçeği değil kurguladıklarını yazdığını söyler. Yazar bu öyküsünde öykülerini nasıl yazdığını hikâyedeki yazar karakterin ağzından okurla paylaşır:

‘’ Yazdığım öykülerin konuları, içine döküldükleri kurgusal yapılar hep çok çeşitli kaynaklardan beslenir. Bazen birisinin anlattığı bir olay zihnimde uzun zamandır uyuyan bir konuyu dürter, bazen de ben zihnimi açacak konuların ardından koşarım. Zaman zaman gaip bir önseziyle bir konunun peşinden gider, araştırmalar yapar, bir tür kütüphane yazarlığına özenir, sonra da hiçbir yere vardığımı şaşkınlıkla fark ederim. Daha doğrusu bir yere varırım da vardığım yer, başlangıçta hedeflediğim yer hiç değildir.’’(s.18)

Gülsoy, bu öyküsünde üstkurmaca tekniğini aşırı derece kullanmıştır. Yazarın öyküye koyduğu başlığı nereden esinlendiğini, öykünün kitabın ilk öyküsü olacağını söyleyip öykünün üslubu hakkında yorumlarda bulunması okurdaki gerçeklik algısını yıkar. Okuyucuya kurmaca bir metnin içinde olduğunu anımsatır:
‘’Abbie Hoffman’nın ‘Steal This Book’ adlı kitabından ilhamla ‘Bu Kitabı Çalın!’ başlıklı bir öykü yazdım. Önsöz havasında bir üslupla kaleme almış olduğum bu öyküyü kitabın en başına koymam yetmedi, bir de kitabın adı olarak yayıncıma önerdim.’’ (s.18)

Yazar, öyküsüne ‘’Bu Kitabı Çalın!’’ ismini vererek ‘’ Acaba kitabı gerçekten birisi çalacak mıydı?’’(s.18) diye merak eder. Yazar burada gerçek ile kurmacayı ayırt edemeyen ve her şeyi gerçekmiş gibi algılayan okur siluetinin bu kışkırtıcı ad karşısındaki temayülünün nasıl olacağını düşünür. Gülsoy, kitabı alacak okuyucunun ‘’metinle bir biçimde ilişkiye girdiğini’’(s.19) söyler.

Yazarı, kurguladığı öykünün karakterlerinden biri olarak görürüz. Öykü her ne kadar kurgusal olsa da yazarın gerçek hayatından izler vardır. Öyküdeki yazar karakterin, hem ‘’İkinci kitabımı yayına hazırlarken’’(s.18) ifadesi, hem de metin içindeki öykünün ismi ile kitabın isminin bir olması bize yazar karakterin Murat Gülsoy olduğunu gösterir. Nitekim gerçekten de Bu Kitabı Çalın kitabı Gülsoy’un yayınlanan ikinci kitabıdır. Bundan hareketle öykü ile yazarı arasındaki kinaye mesafesi dardır diyebiliriz.

Bilge Karasu’nun öykülerinin çoğunda da yazar karakter ile karşılaşırız. Karasu, Korkusuz Kirpiye Övgü adlı öyküsünde ya da kendi tabiriyle masalında kirpi eğretilemesiyle okuyucuya farklı metinler üretme çağrısında bulunur. Bu hikâyedeki yazar karakter yolda gördüğü bir kirpiyle ilgili üç farklı hikâye yazar. Yazar karakter, aynı vakadan üç farklı öykü çıkararak okuyucuya eldeki metnin sınırsız okumalara müsait olduğu mesajını verir.

Sonuç
Postmodern öykülerde yazar üstkurmaca tekniğini kullanarak okuyucuyu da metnin inşa sürecinin bir unsuru haline getirir. Okur, öykünün inşa sürecine katılarak ya da katıltılarak aktif bir rol kazandı. Okur artık sadece okuma işini yapan değil, aynı zamanda yazma eylemine de katılan bir öğe haline geldi. Daha önce bir dış unsur iken okur artık bir iç unsur vasfına kavuştu. Yani diyebiliriz ki üstkurmaca tekniğini bünyesinde barındıran postmodern öykülerde okuyucu artık okur-yazardır.

Postmodern öykülerde farklı bir işlevsellik kazanan bir diğer unsur ise yazarın kendisidir. Yazar artık kurguladığı hikâyelerin içinde bir karakter olarak karşımıza çıkar. Yazmanın okumanın önüne geçtiği bu zamanda postmodern yazarlar da oluşturduğu yazar karakterler vasıtasıyla metin içinde metinler üretirler.

Emrullah Çelik

Kaynakça
Bilge Karasu, Göçmüş Kediler Bahçesi, Metis Yayınları, İstanbul, 8.baskı, 2008
Jale Parla, Türk Romanında Yazar ve Başkalaşım, İletişim Yayınları, İstanbul, 2.baskı, 2012
Murat Gülsoy, Bu Kitabı Çalın!, Can Yayınları, İstanbul, 2.baskı, 2000
Mustafa Kutlu, Kapıları Açmak, Dergâh Yayınları, İstanbul, 7.baskı, 2010
Necip Tosun, Modern Öykü Kuramı, Hece Yayınları, Ankara, 1.baskı, 2011
Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, İletişim Yayınları, İstanbul, 36.baskı, 2013
Umberto Eco, Açık Yapıt, Can Yayınları, İstanbul, 2000
Yıldız Ecevit, Türk Romanında Postmodernsit Açılımlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2.baskı, 2002

Bir yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir