Ruhunu Satanların İki Sureti: İngiliz Ahmağı mı, Alman Zındığı mı Daha Beter?
İngiliz şair Marlowe’un “Doktor Faustus” hikâyesini daha evvel bir önceki yazımızda deşmiş, o ahmak hekimin hazin sonuna bir güzel hayıflanmıştık. Lakin azizim, meğer bu “Şeytan’a ruh satma” meselesi, bu ecnebilerin aklını ne kadar kurcalamış ki, aradan yüz sene geçmiş, bu sefer de bir Alman dâhisi, o pek meşhur Goethe Efendi, aynı herifin, aynı “Faust”un hikâyesini bir daha, hem de bambaşka bir şekilde kaleme almış!
Gelin, bu iki “Faust”u, bu iki “allâme-i cihan”ı alıp, bizim mahallenin terazisinde bir tartalım. Bakalım hangisi daha ahmak, hangisi daha tekinsiz, hangisinin derdi daha büyükmüş!
Yazan: Jungish
Azizim,
İnsanın şu fani dünyada göreceği ne acayip maskaralıklar var! Bizim o meşhur, o kibirli “Doktor Faustus” hikâyesini bilirsiniz. Hani o İngiliz şair Marlowe’un anlattığı, ilimden irfandan sıkılıp da, “Bana kudret ver!” diye ruhunu zebanilere peşkeş çeken o ahmak hekim… Biz o hikâyeyi okuyup, “Vah vah, ne ibretlik son!” demiştik. Lakin durun, asıl curcuna şimdi başlıyor!
Meğer o hikâyeden bir asır sonra, bu sefer de Alman diyarından, Goethe isminde, pek bir dâhi, pek de felsefeci bir zat çıkmış, “Durun bakalım,” demiş, “o İngiliz’in anlattığı Faust, pek bir kaba saba, pek bir cahil kalmış. Ben size bu ‘Faust’un asıl ne menem bir herif olduğunu, daha bir fiyakalı, daha bir felsefi dille anlatayım!”
Ve almış eline kalemi, yazmış da yazmış… O da ne! Karşımıza, ilkinden daha beter, daha tekinsiz, daha da “modern” bir zındık çıkıvermiş!
Birinci Suret: İngiliz İşi “Faustus” (O Kaba Saba Mirasyedi)
Hatırlayalım o eski hikâyeyi: Bu, Marlowe’un Faustus’uydu.
- Derdi Neydi?: Kibir! Her şeyi biliyordu, sıkılmıştı, Tanrı gibi olmak istiyordu.
- Pazarlık Nasıldı?: Tam bir tefeci senedi! Bizim Hacı Garabet’in pazarlığı gibi… “Yirmi dört sene sefa, karşılığında tapu, yani ruhun!” Mephistopheles de, o Cehennem’in mutsuz bir memuruydu.
- Sefası Ne Oldu?: Tam bir maskaralık! Kudreti eline alınca, gitti Papa’ya tokat attı, Düşes’in canı çekti diye kış ortasında üzüm getirdi, bir hayalete “aman ne güzelsin” diye sarıldı. Yani, eline koca bir imparatorluğun hazinesini verip, o hazineyle sadece leblebi tozu alan bir mirasyedi ahmaklığı!
- Akıbeti: E, tabii ki cehennemin dibi! Feryat figan etti, “Ah!” dedi, “Vah!” dedi… Lakin senedin günü gelmişti. Zebaniler alıp götürdü. Hikâye net, ders ibretlikti: Etme bulma dünyası!
İkinci Suret: Alman İşi “Faust” (O Pek Felsefi Zındık)
Şimdi gelelim bu yeni, bu “Alman malı” Faust’a. Aman efendim, bu ötekine hiç benzemiyor! Bu, daha tehlikeli, daha kurnaz!
- Derdi Neydi?: Sıkıntı! Ama bu, ilimden sıkılmak değil, bizzat “insan olmaktan” sıkılmak! O, sadece kudret değil, “hayatın en derin manasını”, “en yüce anı” arıyordu. O, “Bütün bu nizamın, bu dünyanın içindeki o ilahi tıkırtı nedir?” diye merak ediyordu. Yani bunun derdi, o bir salkım üzümden daha büyüktü.
- Pazarlık Nasıldı?: Bu bir senet değil, bu bir bahis! Bu yeni Faust, o Şeytan’ın elçisi Mephistopheles’e (ki bu artık bir zebani değil, tam bir Beyoğlu efendisi kılığında, pek nüktedan, pek de kibar bir zındıktır) diyor ki: “Haydi bakalım! Bana bu fani dünyada öyle bir an yaşat ki, o anın güzelliğinden mest olup, ‘Dur, gitme ey an! Sen ne güzelsin!’ diyeyim. Eğer bana bunu dedirtebilirsen, ruhum senin olsun!” Gördünüz mü felsefi kumarı?
- Sefası Ne Oldu?: Bu, Papa’ya tokat atmak gibi maskaralıklar yapmıyor. Hayır! Bu, daha büyük oynuyor! Gidiyor, masum bir kızı (Gretchen) sevda yalanlarıyla baştan çıkarıyor, kızın ailesinin, hatta kendi evladının ölümüne sebep oluyor… Sonra gidiyor, imparatorların sarayında kâğıttan paralar basıp koca bir iktisadı allak bullak ediyor… Yetmiyor, o eski zamanlara gidip, o meşhur Helen’i alıp onunla bir “sanat devleti” kurmaya kalkıyor… En sonunda da, koca bir araziyi kurutup, “yeni bir insanlık” yaratacağım diye hırslanıyor! Yani bunun “sefa” dediği şey, koca koca memleket faciaları, koca koca felsefi projeler!
- Akıbeti: İşte en büyük maskaralık da burada! Bu adam, o kadar günaha, o kadar rezalete battıktan sonra, tam o Mephistopheles “Ruhunu alacağım,” diye beklerken… Ne oluyor dersiniz? Melekler geliyor, bu adamın ruhunu kapıp, “Hadi biz bunu cennete götürüyoruz!” diyorlar!
Velhasıl Kelam: Kıssadan Hisse… Hangisi Beter?
Şimdi oturdum düşünüyorum azizim… Bu iki heriften hangisi daha beter?
O birinci, o İngiliz Faustus’u, ne idüğü belirsiz bir ahmaktı. Hırsı büyüktü, ama icraatı pek bir cüceydi. Ruhunu bir hiç uğruna sattı ve cezasını da tıpış tıpış çekti. Onun hikâyesi, ibretlik bir “Aman evladım, haddini bil!” masalıdır.
Lakin bu ikinci, bu Alman Faust’u… İşte o, tam bir “modern zaman” belası! Bu, o kadar kibirli ki, günah işlerken bile bunu “yüce bir tecrübe”, “bilginin peşinde koşmak” diye felsefi bir kılıfa sokuyor. O kadar çok “çabalıyor” ki (artık neye çabalıyorsa), en sonunda Tanrı bile, “Yahu bu çok çabaladı, günahı mühim değil,” diye onu affediveriyor!
Bu ne rezalet! Yani, ne kadar büyük günah işlersen, ne kadar çok ortalığı karıştırırsan, yeter ki “Ben ‘anlam’ arıyordum” de… Yırttın mı yani?
Aman efendim, Allah bizi o birinci, o kaba saba, o “ne halt ettiği belli” olan şeytanlardan korusun. Lakin asıl, o ikinci, o pek felsefi konuşan, pek “derin” görünen, günahı bile “tecrübe” diye pazarlayan o kravatlı, o kibar zındıklardan korusun! Zira birincinin sonu bellidir, lakin ikincinin maskaralığına akıl sır ermez!
#Faust #Goethe #Marlowe #DoktorFaustus #ŞeytanlaPazarlık #Mefisto #Edebiyat #Felsefe #HüseyinRahmiGürpınar #KıssadanHisse #Kibir #İbretlik


