Saatleri Ayar Edenlerin Gölgesinde: Hayri İrdal’ın İç Dünyası ve Toplumsal Yabancılaşma

Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü, modernleşmenin birey ve toplum üzerindeki çok katmanlı etkilerini, psişik gerilimlerden tarihsel kırılmalara, alegorik anlatıdan mitolojik yankılara kadar geniş bir yelpazede işler. Hayri İrdal’ın iç çatışmaları, Enstitü’nün absürt işleyişi ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin yarattığı toplumsal travma, romanda bireyin anlam arayışını ve modernitenin yükünü sembolik bir dille ele alır.

Bireyin İç Savaşları ve Modernitenin Yükü

Hayri İrdal’ın iç dünyası, modernleşmenin birey üzerindeki psişik baskısını kristalize eder. Onun zihninde beliren çelişkiler, ne geleneksel ne de modern dünyaya tam anlamıyla ait olabilen bir bireyin parçalanmışlığını yansıtır. Saatlere olan takıntısı, kaotik bir dünyada düzeni zorlama çabası olarak okunabilir; bu, kontrol edilemeyen bir yazgıya karşı geliştirilmiş bir savunma mekanizmasıdır. Saat, zamanın akışını temsil ederken, İrdal’ın onu “ayar etme” arzusu, modernitenin dayattığı rasyonel düzenin bireyde yarattığı çaresiz bir direniş gibidir. Freud’un nevroz kavramı bağlamında, bu takıntı, bilinçdışındaki kaygının dışa vurumu olarak görülebilir: İrdal, ne geçmişin mirasını ne de geleceğin belirsizliğini tam anlamıyla kucaklayabilir. Saatlerin tik-takları, onun içindeki anlamsızlık korkusunu hem yatıştırır hem de derinleştirir. Bu, modern bireyin, rasyonel dünyanın vaadine rağmen anlamdan yoksun bir varoluşa sıkışmasının metaforik bir yansımasıdır.

Enstitü’nün Absürt Tiyatrosu ve Kolektif Bilinçdışı

Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün saçma işleyişi, bireylerin kolektif bilinçdışındaki anlamsızlık korkusunu grotesk bir tiyatro sahnesine taşır. Enstitü, ne işe yaradığı belirsiz bir bürokratik makine olarak, modernitenin rasyonellik iddiasının çöküşünü alegorik bir şekilde resmeder. Jung’un arketipler bağlamında, Enstitü’yü Moiralar’la ilişkilendirmek mümkündür: Moiralar, kadim Yunan mitolojisinde insan yazgılarını dokuyan, ölçen ve kesen üç tanrıçadır. Enstitü, bu mitolojik figürlerin modern bir parodisi gibidir; ancak Moiralar’ın anlamlı yazgı dokuması, Enstitü’de anlamsız bir bürokrasiye dönüşür. Bu, kolektif bilinçdışında yatan “anlam arayışı”nın modern dünyada nasıl bir karikatüre evrildiğini gösterir. Enstitü’nün her bir çalışanı, kendi varoluşsal boşluğunu doldurmak için bu anlamsız döngüye katılır; bu, Camus’nün absürt kavramıyla örtüşen bir varoluşsal trajedidir. Enstitü, bireylerin anlamsızlık korkusunu bastırmak için yarattıkları yapay düzenin hem bir sembolü hem de bir eleştirisidir.

Geçişin Travması ve Toplumsal Yabancılaşma

Romanın politik-psikolojik boyutu, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin toplumsal travmasını çarpıcı bir şekilde dışa vurur. Bu geçiş, yalnızca siyasi ve kültürel bir dönüşüm değil, aynı zamanda bireylerin kimlik ve aidiyet algılarında derin bir kırılmadır. Enstitü, bu bağlamda, bireyin yeni düzende kendine yer bulamamasının, yani alienasyonun, somut bir sembolü olarak işler. Modernleşme, bireyi geleneksel bağlarından koparırken, ona yeni bir anlam dünyası sunmakta yetersiz kalır. Hayri İrdal’ın Enstitü’deki varlığı, bu yabancılaşmanın mikrokozmosudur: Ne tam anlamıyla “eski”dir ne de “yeni”ye ait olabilir. Marcuse’nin tek boyutlu insan kavramı ışığında, Enstitü, bireyi mekanik bir düzenin dişlilerine indirgeyen modern bir distopyayı temsil eder. Toplumsal travma, bireyin kendi varoluşsal anlamını sorgulamasına yol açar; bu, romanda hem felsefi hem de etik bir sorgulama olarak belirir. İrdal’ın hikâyesi, bireyin özgürlük arzusunun, modernitenin rasyonel zincirleri tarafından nasıl bastırıldığını antropolojik bir perspektiften de gözler önüne serer.

Anlam Arayışının Alegorik Portresi

Saatleri Ayarlama Enstitüsü, modernleşmenin birey ve toplum üzerindeki çok katmanlı etkilerini, saatlerin tik-takları arasında, absürt bir bürokrasinin gölgesinde ve tarihsel bir geçişin sancılarında resmeder. Hayri İrdal’ın saatlere olan takıntısı, Enstitü’nün anlamsız işleyişi ve romanın politik-psikolojik zemini, modern bireyin anlam arayışını ve bu arayışın kaçınılmaz başarısızlığını sembolik, alegorik ve mitolojik bir dille anlatır. Tanpınar, bu romanda, bireyin iç dünyasındaki çatlakları ve toplumun kolektif yaralarını, hem sanatsal hem de felsefi bir derinlikle işler. Enstitü, sadece bir kurum değil, modernitenin insan ruhunda açtığı boşluğun ta kendisidir.