Sahtekarlığın egemen olduğu yerde, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir. George Orwell

katalonyaya_selam“Sahtekârlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir.” George Orwell

George Orwell’in 1938 yılında yayımlanan kitabı Katalonya’ya Selam, Orwell’in bir milis olarak katıldığı İspanya İç Savaşı’ndaki deneyimlerini konu alır. Orwell’in birinci elden tanıklığına dayanan bu kitap, faşizme karşı yürütülen savaşa ışık tutmanın yanı sıra İspanya’da başlayan toplumsal devrimi, cumhuriyetçiler cephesinde anarşistler ile komünistler arasındaki çatışmaları önyargılardan uzak bir yaklaşımla yansıtmaktadır.

Ne var ki yayımlandığı dönemde açık ve çarpıcı içeriği sebebiyle uzunca bir dönem gözlerden uzak tutulmuş, gereken ilgiyi görmemiştir. Yazarın en ünlü kitaplarından 1984 ve Hayvan Çiftliği’nin olgusal arka planını merak edenler için Katalonya’ya Selam muhakkak okunması gereken bir kitaptır.

“Katalonya’ya Selam bence George Orwell’in en önemli eseridir. İspanya İç Savaşı’na dair pek çok şey biliyor olmama rağmen, bu kitap benim için oldukça aydınlatıcı oldu … Orwell dürüst bir adamdı. Kendisini, ideolojik denetim sistemlerinden kurtarmaya çalışmış ve bunda başarılı olmuştur; işte tam da bu sebeple gayet sıradışı ve takdire şayan bir insandır.”
-Noam Chomsky-
(Tanıtım Bülteninden)

Katalonya’ya Selam – George Orwell – Hande Ortaç

“İspanya’da dövüşen gönüllüler, bu savaşın anılarını yüreklerinde bir yara gibi taşımışlardır. Çünkü insan, haklı olduğu halde yenilebileceğini, zorbalığın gayrete boyun eğdireceğini, kimi zaman cesaretin mükafatı olmadığını İspanya’da öğrenmiştir.”
Albert Camus

Can havliyle ve insanlık dışı koşullarla mücadele eden milisler için, yola çıkılan davanın sesi kısılmış olur. Siperin arkasında sadece hayatta kalma mücadelesi vardır. “Katalonya’ya Selam”, George Orwell gibi büyük bir yazarın, İspanya İç Savaşı gibi anlaşılması güç bir savaştaki gözlemlerini aktardığı bir anı-roman. George Orwell’ın yukarıda yer alan ve Albert Camus’den alıntıladığı sözlerle başlayan roman, sade ve bu sadelikten kaynaklanan çarpıcı dili sayesinde, İspanya İç Savaşı’nın anlamı ve sonuçlarının anlamsızlığını gözler önüne seriyor. Orwell, bir halkın küresel çıkarlarla belirlenen kaderinin nasıl ve kimler tarafından şekillendiği, hangi dönemeçlerde alınan kararların cephedeki sıcak savaşı yönlendirdiğini ortaya koyuyor. Savaş politikalarının dünyayı yönlendirmeye devam ettiği bu sıcak günlerde bir çok şeyin hâlâ değişmemiş olduğunu görüyoruz. Büyük aktörler sadece kendi çıkarları için el altından nasıl da karşıt polikaları destekliyorlar ve cephede savaşan halk nasıl da düşmana karşı mücadele ettiğini zannederken, kendini komşusuna ya da akrabasına karşı savaşırken buluyor.
Bu kitap aynı zamanda George Orwell’ın en önemli eserleri olan “1984” ve “Hayvan Çiftliği”nin politik arka planını oluşturuyor. Adı geçen kitaplar Orwell’ın ütopyalarını ustaca ortaya koyduğu başyapıtlar. Olması gerektiğini düşündüğü sistemleri ya da sistem eleştirilerini kurgularken, Orwell’ın gözlemlerini İspanya İç Savaşı’nda faşistlere karşı verilen mücadeleye dayandırmış olduğunu fark ediyoruz. Kısaca bu kitap için George Orwell’ın vizyonunu analiz edebileceğimiz bir otobiyografik roman diyebiliriz. Yazar yer yer kendini bilinçsiz olmakla eleştirmiş. Politik dinamikler hakkındaki bilgisizliğini sakınmadan ortaya koymuş. Kitabı yayına hazırlarken, savaş sırasında yaşadıklarını tekrar tekrar irdelemiş ve aklındaki boşlukları araştırarak doldurmuş. Yazıya döktüğü zaman ise gerçekleşen olayları kendine de açıklamaya çalışıyormuş gibi bir samimiyetle detayları paylaştığını hissediyorsunuz. Böyle olunca anlaşılması daha kolay, akıcı bir dil ortaya çıkmış. Oldukça başarılı bir şekilde canlandırılmış çatışma sahnelerinde siz de okur olarak heyecana ve gerilime ortak oluyorsunuz. Oysa ki Orwell sizi bu noktada ters köşeye yatırmayı başarıyor. Bir macera filmini merakla seyretme konumundan sıyrılıp savaşın anlamsızlığı ve vahşetiyle burun buruna kalıyorsunuz. Yazar, eleştirel bir gözle aktardığı savaşta yenilenlerin tarafındaki duruşu sebebiyle kitabın yazıldığı yıllarda yayımlanması konusunda sıkıntı yaşamış.
“Katalonya’ya Selam” aynı zamanda BGST Yayınları Edebiyat Serisi’nin ilk kitabı. Bu kitabın serinin ilk kitabı olması bir yandan da BGST Yayınları’nın edebiyat başlığı altında yapacağı yayınların da dramaturjik yaklaşımını ortaya koyuyor. Bu seride yayımlanacak kitapları takip ederek, kabul görecekleri zamandan çok önce ve yeni birşeyler söyleyerek ortaya çıkacak edebiyat eserlerini göreceğimizi düşünüyorum. (http://altzine.net/)

Katalonya’ya Selam: Hâlâ Öğrenebileceğimiz Dersler Var – Chris Stephenson (Çeviren: Taylan Tosun)

Hiç şüphesiz Katalonya’ya Selam sadece George Orwell’in en büyük eseri değil, aynı zamanda dürüstlüğü ve akıntıya karşı gelme kararlılığı dolayısıyla 20. yüzyılın en önemli eserlerinden birisidir.

Bizzat savaşan insanların savaşa dönük tutumları epeyce farklıdır ve sadece savaşı gözlemleyen veya hatırlayanların tutumlarıyla kıyaslandığında daha az kahramancadır. Orwell’in savaşın (hatta devrimci savaşın bile) günlük, rutin rezilliğini, bitleri ve hastalıkları, fiziksel rahatsızlığı ve sıkıcılığını anlatımı, iki büyük savaş karşıtı romanın yazarlarında yankısını bulur. Bu romancılar, İspanya İç Savaşı’nın hemen peşinden gelen savaşı, II. Dünya Savaşı’nı anlatan Slaughterhouse – Five’ın yazarı Kurt Vonnegut ve Catch 22’nun yazarı Joseph Heller’dir. Primo Levi de bir Nazi yok etme kampındaki yaşamı konu aldığı If This Is a Man adlı kitabında çağımızın büyük trajedilerinin, bizzat onları yaşayanlar tarafından nasıl tecrübe edildiğini aynı keskin, gerçekçi dürüstlükle anlatır. Orwell’in içtenliği, kitap boyunca bir altın damarı gibi akıp gider.

Fakat Katalonya’ya Selam’da bundan çok daha fazlası vardır. Orwell, Heller ya da Vonnegut gibi askere alınmamıştı. İspanya’ya yazmaya değil savaşmaya gitmişti. Kitabın giriş bölümünde küçük bir hata var: Orwell’in İspanya’ya gazetecilik yapmak için gittiği öne sürülüyor. Halbuki Orwell’in tutumu gayet açıktır. İspanya’ya gidebilmek için gazetecilik referansını kullanmıştır. Ancak İspanya’ya tek bir amaç, naif bir amaç için gitmiştir: “Milise katıldığımda kendi kendime bir faşist öldüreceğime söz vermiştim -ne de olsa, hepimiz bir tane haklasak kısa sürede tükenirlerdi” (Katalonya’ya Selam, 5. Bölüm).

Orwell yaşadığı hayal kırıklığı hakkında da dürüst davranır. Faşizme karşı mücadelede benimsediği Anglo-Saksonlara özgü pratik tutum, savaşın ve siyasetin gerçeklikleri karşısında boşa çıkar.

Orwell, faşistini öldürüp öldüremediğini asla öğrenemeyecektir. Faşistlere karşı savaş siyasetle ilgili olduğu kadar silahlarla da ilgilidir. Cephelerin arasında bir kilometre olduğunda, attığınız kurşunla birisini vurup vuramadığınızı asla bilemezsiniz. Fakat hoparlörlerden yapılan propaganda, faşist taraftaki askerleri geceleyin Cumhuriyetçilerin tarafına kaçmaya ikna edebilir. Orwell kitapta, bu “Britanya tarzı-olmayan” savaş karşısında nasıl dehşete kapıldığını betimler.

Orwell, tarafları açıkça tanımlanmış olan bir savaşa katıldığını düşünmüştü. Fakat İspanya’da kimlerin gerçekten faşistleri yenmeye kararlı olduğunun pek o kadar açık olmadığını gördü. Franco’ya karşı savaşırken boynundan neredeyse ölümcül bir kurşun yarası alan Orwell sonunda hayatını kurtarmak için kendini İspanya’dan kaçarken buldu. Ancak Orwell’in peşindekiler Faşistler değil, İspanyol Komünist Partisi’nin Stalinistleriydi.

İspanya İç Savaşı’nın gerçekliğiyle karşılaşan Orwell, naif Anlo-Sakson deneyciliğinin yetersiz kaldığını fark etmişti. Katalonya’ya Selam’ın iki bölümü, İspanya İç Savaşı’nın siyaset sahnesinin analizini yapmaya ayrılmıştır. Orwell, tam da Kıta Avrupa’sına has bu siyaset düşkünlüğü karşısında biraz sıkılgan davranır ve sıkılan okurlara bu iki bölümü atlayabileceklerini tavsiye eder. Bereket versin ki Katalonya’ya Selam’ın Türkçe baskısında bu bölümler, yaşamının son döneminde Orwell’in önerdiği gibi kitabın sonunda bir ek olarak değil ana metin içinde olması gereken yerde bulunuyor.

Bu iki bölümde Orwell, İspanyol Devrimi’nin Stalinizm tarafından nasıl ihanete uğratıldığını analiz eder…

Orwell’in argümanının sarih ve basit dili bize, Victor Serge ya da B. Traven’in eserlerini hatırlatır. Serge ve Traven’in her ikisi de pratik içinde olan devrimcilerdi ve Orwell’le birlikte -Serge’in romanlarından birisinin ismi olan- aynı “Yüzyılda Geceyarısı”nı [Midnight in the Century] yaşamışlardı. Onlar da düşüncelerini mücadelenin sıcaklığı içinde gözden geçirip geliştirdiler. Serge önceleri bir anarşistti, daha sonra ilk dönem Bolşevik hükümetleri için çalışmaya başladı. Fakat özgürlükçü ideallerine hiçbir zaman ihanet etmedi ve Stalin tarafından önce hapsedildi, sonra da sürgüne gönderildi. Ölümden ancak, Avrupalı edebiyatçıların düzenledikleri bir kampanya sayesinde kurtulabildi.

Gerek Serge ve Traven gerekse Orwell 1930’larda, yalanın dünyaya egemen olduğu bir dönemde yaşadılar. Bir yanda Göebbels’in başında bulunduğu Nazi yalan makinesi, diğer yanda da Stalinist devletin devasa yalan makinesi vardı. Stalin’in bu korkunç yalan makinesi, Sovyetler Birliği’ndeki Stalinist yönetici sınıfın çıkarlarına karşı emekçilerin çıkarlarını savunanları “sosyal-faşistler”, hatta dosdoğru “faşistler” diye suçluyordu. Yalan makinelerine yönelik eleştiriler marjinalleştirilmişti. Orwell’in solcu yayıncısı, İspanya’da Stalin’in desteklediği politikaları eleştirdiği için Katalonya’ya Selam kitabını yayımlamayı reddetmişti. Kitabın ilk baskısı sadece birkaç yüz adet sattı.

1933-1941 yılları arasında Hitler-Stalin anlaşmasıyla yalan makineleri güçlerini birleştirdiler. Anlaşma ancak, Hitler’in anlaşmayı tek taraflı olarak ihlal etmesiyle bozuldu.

İspanya’da Orwell, Stalin’in sağladığı silahların faşistlere değil, Anarşistlere, bağımsız Marksistlere ve onları destekleyen çok geniş bir işçi kitlesine doğrultulduğunu gördü. Bu ihanet politikalarını haklı göstermek üzere ortaya atılan teori, bütün radikal mücadelelerin burjuvaziyle ittifak politikasına bağımlı kılınmasını talep eden “Halk Cephesi” teorisiydi.

Bu teori, sadece İspanya’da değil, Yunanistan direniş savaşında, ardından gelen İç Savaş’ta ve başka yerlerde ihanetin üstünü örtmeye yarayan siyasi bir kılıf işlevi gördü. “Halk Cephesi” teorisi, modern Türkiye solunun neredeyse tamamını vücuda getiren gençlik hareketlerinin TİP’ten kopması sırasında, bu kopuşun teorik köşe taşı niteliğindeki “Milli Demokratik Devrim” teorisinin de atasıdır. Orwell’in gayet isabetli şekilde eleştirdiği “Halk Cephesi” teorisinin başlıca savunucusu, Temmuz-Ağustos 1935’teki Komintern 7. Kongresi’nde Georgi Dimitrov’du. 1970’lerde Dimikrov’un kitapları, Türkiye solunda yaygın şekilde okunmuştur.

Dolayısıyla Orwell’in başyapıtı, çok uzaklarda ve uzun zaman önce meydana gelmiş olan bir savaşın dürüstçe anlatımından daha fazla önem taşıyor. Türkiye solunun siyasi geleneklerine de eleştirel bir ışık tutuyor. Bize öğretebileceği dersler için tekrar tekrar okunmayı hak ediyor.(http://bianet.org/)

Selam sadece Katalonya’ya değil… – Özgür Çiçek

Orwell’in selamı Katalonya’ya olduğu kadar hakikatin peşine dürüstlük ve cesaretle düşen herkese.

“Boğazının ortasına kurşun yiyip de canlı kalan bir insan ya da hayvan hiç işitmemiştim. “Atardamar parçalanmış olmalı” diye düşündüm. İnsanın başına kan götüren iki ana damarından biri kesildiğinde daha ne kadar yaşayacağını merak ettim, muhtemelen birkaç dakikadan fazla değil. Her şey gözüme bulanık görünüyordu. Kesinlikle öleceğimi düşünmem iki dakika kadar sürmüş olmalı. Bu da çok ilginç oluyor –yani böyle bir durumda insanın aklına neler geldiğini bilmek hayli ilginçti demek istiyorum. Anlayışla karşılanacak şey: İlk aklıma gelen karım oldu. İkinci düşüncem: Her ne denirse densin, bana çok iyi uyan bu dünyadan ayrılıyor olmanın şiddetli üzüntüsüydü.”

Bir keskin nişancının, bir anlık dalgınlığından faydalanarak boğazından vurduğu yukarıdaki satırların sahibi, çoğumuzun 1984 ve Hayvan Çiftliği kitapları ile tanıdığı, distopya edebiyatının en muteber kalemlerinden biri olan George Orwell’den başkası değil. Şükür ki, yazarın bu dünyadan ayrılıyor olmaktan kaynaklanan şiddetli üzüntüsü yerini sesini kaybetme ihtimalinin verdiği sıkıntıya, bir süre sonra da boğazında savaşın uğursuz bir nişanesi olarak taşıdığı yara izine bıraktı ve Orwell, ensesine vuran işbirlikçi şafak güneşinin nişancıya yerini ihbar etmesiyle gelen bu vartayı ucuz atlattı.

1936’nın Temmuz’unda başlayan İspanya iç Savaşı’na George Orwell bir gazeteci olarak katıldı. Sonrasında cumhuriyetçilerin safında dövüşen POUM* milisleri arasında yerini alsa da gerçeğe sadık bir biçimde yaşadıklarını yazmayı hiç elden bırakmadı. Aragon cephesinde can sıkıntısından patlayıp faşistlerden çok kış soğuğuyla başa çıkmaya çalışırken, Barselona sokaklarında bir POUM milisi olarak komünistlerin saldırma olasılığına karşı nöbet tutarken, birlikte savaştığı yoldaşını 1984’tekine rahmet okutan bir cezaevinde ziyaret ederken, düşman hatlarına yaptıkları bir saldırı sırasında aniden karşısına çıkan bir faşisti şuursuzca kovalarken, hatta boğazından vurulmuş yerde yatarken, olan bitenle arasındaki kuşkucu, gerçekçi ve ziyadesiyle ironik takip mesafesini hep korudu. Onun, o kendine has yalın, bir o kadar da acımasız hakikat arayışının temelinde yatan, biraz da çevresiyle arasında bulunan özdeşleşmeye mani bu mesafedir kanımca.

Katalonya’ya Selam ilk olarak 1938 yılında basıldı. Henüz iç savaş sonlanmamış, muzaffer ve mağlup ilân edilmemişken… Ne ki, iç savaş Cumhuriyetçilerin zaferiyle sonlansaydı dahi Orwell, devrimci durumun gün be gün çözülüp gittiğini 3,5 ay arayla iki kez yolunun düştüğü Barselona’da yaptığı çarpıcı gözlemlerle ortaya koyuyordu:

Savaşa katılmak üzre İspanya’ya geldiğinde karşılaştığı Barselona, Orwell’in deyimiyle, saşırtıcı ve kuşatıcıdır: Büyüklü küçüklü bütün binalar işçiler tarafından zaptedilmiş, dükkan ve işletmeler kolektifleştirilmiştir. İnsanlar toplumsal hiyerarşiyi işaret eden sıfatları bir kenara bırakarak birbirlerine yoldaş ya da sen diye hitap etmeye başlamıştır. Bahşiş yasaklanmış, berber dükkanlarında berberlerin artık köle olmadığını bildiren afişler asılmıştır. Orwell, bütün bunları, uğruna savaşmaya değer şeyler olarak tanımlar. Katıksız eşitlik ideali, ansızın ve kontrolsüz bir biçimde boy atmaya, serpilmeye, yeşermeye başlamıştır. Şehir bu haliyle hayvanların tüm üretim araçlarına el koyup insanları def ettiği Orwell’in meşhur çiftliğini andırmaktadır. Sanki şehrin girişindeki Beylik Çiftliği tabelası Hayvan Çiftliği’yle henüz değiştirilmiş, Snowball sonuncusu “bütün hayvanlar eşittir” diyen 7 emri birkaç saat önce şehrin görünür bir duvarına katranla karalamıştır. Çiftliğe İngiltere’den gelen Orwell için manzara kuşkusuz etkileyicidir.

Bundan 3,5 ay sonra cephe dönüşü karşılaştığı Barselona’da ise durum neredeyse tam tersine dönmüştür. Barselona’da yaşayanlar için artık savaşın bir anlamı yoktur. Yanı sıra, yeşermeye başlayan eşitlik rüzgarı soluksuz kalmış, zengin-yoksul arasındaki ayrım yeniden inşa edilmeye başlanmıştır. Halk Ordusu subaylarının kıyafetleri çiftlikteki domuzların yattığı yatak gibi değişmiş, 7. emre masum bir ek yapılmıştır: Bütün hayvanlar eşittir ama domuzlar daha eşittir.

Orwell, Katalonya’ya Selam’da Franco’dan ve onun ordusundan neredeyse bahsetmez. Cephede karşılaştığı faşistler, ekseri uzakta karınca gibi belirip kaybolan gölgeler ve peşmurde kıyafetleri ile açlıktan kırılan asker kaçaklarıdır. Anlatısını pek az gördüğü “onlar” üzerine kurmak yerine “kendilerinden” bahseder: “Şaka” olsun diye sığınağın ateşine el bombası atan çocuk; on dakikalığına tanıdığı ve üzerinde derin bir etki bırakan kızıl saçlı, külhanbeyi görünümlü İtalyan milis; herhangi bir haberleşme olanağı bulunmayan gizli hapisanelerde izini kaybettiği Belçikalı Kopp… Katalonya’ya Selam elbette Orwell’in kişisel hikayesinden de beslenir. Ancak girişte alıntılanan vurulma anı okuru yanıltmasın, yazar kendini fotoğrafın merkezine yerleştirmez. Orwell, yaptıkları her ne kadar cesaret işi olsa ve övgüyle anılmayı hak ediyorsa da, yoldaşlarının fedakârlığına saygısızlık etmeyecek kadar değer bilir, kendine övgü düzmeyecek kadar entelektüel ahlaka sahip biridir.

Katalonya’ya Selam, devrim olasılığının ezilmesindeki kimi sol siyasetin sorumluluğunu gözler önüne sererek, sistem karşıtı hareketlerin tarihine göz ardı edilemeyecek öneme sahip bir not düşer. Özellikle İspanyol Komünist Partisi ve onunla bağlantılı olarak Sovyetler Birliği’nin, adeta devrim aleyhtarı bir faaliyet içinde eşitlik ve özgürlük ideallerini nasıl törpülediği kitapta olabildiğince açık bir biçimde anlatılır. Bu faaliyetin hem gündelik hayattaki hem de uluslararası alandaki karşılığı Orwell tarafından incelikli bir işçilikle okura aktarılır. Yaşananlar hakkında uzaktan yakından bilgisi olmayan yazarların ve gazetelerin, gerçekleri çarpıtan “yeni dili” nasıl icad ettikleri Orwell’in dikkkatinden kaçmamıştır. Orwell’in yüzleşmekten kaçmadığı ve kıyasıya eleştirdiği bu dünyanın 1984’ün dünyasıyla akraba olduğu rahatlıkla iddia edilebilir.

Zamyatin Biz’i yazmadan önce Rusya’da yaşadıklarını kaleme alsaydı eğer, olgular ve olaylar değişirdi ama, ortaya çıkan anlatı aynı resmin farklı veçhelerinden ibaret olurdu. Bu anlamda Katalonya’ya Selam’ı tek başına bir tarihi anı roman değil. Orwell’in başyapıtlarının bir iz düşümü, bir gölgesi. Kitap sadece İspanya İç Savaşı’nı merak edenler için değil, ama aynı zamanda Orwell’in satırlarını aralamaya meraklı okurlar içinde çok önemli bir çalışma.

Orwell’in selamı Katalonya’ya olduğu kadar hakikatin peşine dürüstlük ve cesaretle düşen herkese. Bu güzel selamın aksi sedasını bulması dileğiyle…(http://sabitfikir.com/)

Kitabın Künyesi
Katalonya’ya Selam
Orjinal isim: Homage to Catalonia
George Orwell
BGST / EDEBİYAT
Türkçe (Orijinal Dili:İngilizce)
262 s. — 2. Hamur– Ciltsiz — 12 x 18 cm
İstanbul, 2011
ISBN : 9789756165447
Yayına Hazırlayan : Ayça Günaydın
Çeviri : Jülide Ergüder

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir