Sınıf Mücadelesinin Edebi Temsilleri: Nazım Hikmet ve Hakan Günday Üzerinden Althusserci Bir Okuma
Nazım Hikmet’in İnsan Manzaralarında Toplumsal Gerçeklik
Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları, 1939’da yazılmaya başlanan ve 1960’larda yayımlanan, 17 bin mısradan oluşan epik bir eserdir. Eser, İkinci Meşrutiyet’ten II. Dünya Savaşı’na uzanan dönemde Türkiye’nin toplumsal tarihini, işçi sınıfı, köylüler ve mahkumlar gibi sıradan insanların perspektifinden anlatır. Althusser’in İDA teorisi, bu eserdeki karakterlerin ideolojik olarak nasıl şekillendiğini anlamak için güçlü bir çerçeve sunar. Althusser’e göre, İDA’lar (eğitim, aile, medya, din vb.) bireyleri kapitalist sistemin öznesi haline getirir ve üretim ilişkilerinin yeniden üretimini sağlar. Hikmet’in eserinde, Haydarpaşa Garı’nda geçen tren sahneleri, işçilerin, köylülerin ve mahkumların yaşamlarını bir araya getirerek, kapitalist sistemin sömürü mekanizmalarını gözler önüne serer. Örneğin, Galip Usta’nın hayatındaki dönüşüm, çocukluk hayallerinden fabrika işçiliğine geçiş, kapitalist üretim ilişkilerinin bireyi nasıl yeniden şekillendirdiğini gösterir. Bu karakterler, Althusser’in “çağırma” (interpellation) kavramıyla analiz edildiğinde, devletin ideolojik aygıtlarının bireyleri sistemin birer öznesi haline getirdiği görülür. Hikmet, bu aygıtların baskıcı doğasını ifşa ederken, aynı zamanda işçi sınıfının direniş potansiyelini de vurgular. Eser, Marksist estetikle şekillenmiş bir toplumcu gerçekçilik örneği olarak, sömürülenlerin sesini yükselterek ideolojik mücadele alanını genişletir.
Althusser’in İdeolojik Aygıtları ve Sınıf Çatışması
Althusser’in İDA teorisi, toplumun ekonomik, siyasal ve ideolojik pratiklerden oluşan karmaşık bir bütün olduğunu öne sürer. Bu bağlamda, Memleketimden İnsan Manzaralarındaki karakterlerin yaşadığı sömürü, kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden üretiminin bir yansımasıdır. Örneğin, eserdeki işçiler ve köylüler, eğitim sistemi, aile yapısı ve devlet politikaları aracılığıyla kapitalist düzene uyum sağlamaya zorlanır. Althusser’in “çağırma” kavramı, bireylerin ideolojik olarak nasıl özneleştirildiğini açıklamak için kullanılır. Hikmet’in eserinde, bu süreç, işçilerin fabrika düzenine tabi kılınmasıyla somutlaşır. Ancak Hikmet, bu aygıtların mutlak olmadığını ve direnişin mümkün olduğunu gösterir. Eserde, işçi sınıfının kolektif bilinci ve mücadele azmi, sosyalist bir dünya tahayyülünün temelini oluşturur. Althusser’in teorisine göre, ideolojik aygıtlar, hegemonyanın sürdürülmesi için çalışırken, Hikmet’in karakterleri bu hegemonyaya karşı çıkar. Örneğin, siyasi mahkum Fuat’ın hapishaneden çıkışındaki umut ve mücadele azmi, ideolojik baskılara karşı bir direniş örneğidir. Bu, Marksist sınıf mücadelesinin, bireysel ve kolektif düzeyde ideolojik aygıtlara meydan okumasını yansıtır. Hikmet’in eseri, bu bağlamda, işçi sınıfının tarihsel rolünü vurgulayan bir manifesto niteliği taşır.
Hakan Günday’ın Ziyan’ında İşçi Sınıfının Yabancılaşması
Hakan Günday’ın Ziyan romanı, 21. yüzyıl Türkiye’sinde taşeron işçilerinin ve prekarya sınıfının yaşadığı sömürüyü ele alır. Roman, bir taş ocağında çalışan işçilerin hayatlarını merkeze alarak, kapitalist sistemin bireyleri nasıl nesneleştirdiğini ve yabancılaştırdığını gösterir. Althusser’in İDA teorisi, Ziyan’daki işçilerin, medya, hukuk sistemi ve işyeri hiyerarşileri gibi aygıtlar aracılığıyla nasıl disipline edildiğini analiz etmek için kullanılabilir. Romanın ana karakteri Ziya, taş ocağında çalışan bir işçi olarak, kapitalist üretim ilişkilerinin öznesi haline gelir. Ancak bu özneleşme, Althusser’in belirttiği gibi, bireyin özgür iradesiyle değil, ideolojik aygıtların dayatmalarıyla gerçekleşir. Ziya’nın yaşadığı yabancılaşma, Marx’ın yabancılaşma teorisiyle de örtüşür: İşçi, emeğine, ürününe ve topluma yabancılaşır. Günday, bu yabancılaşmayı, işçilerin fiziksel ve zihinsel yıkımını detaylı bir şekilde betimleyerek vurgular. Roman, kapitalist sistemin işçileri nasıl “ziyan” ettiğini, yani hem fiziksel hem de manevi olarak tükettiğini gösterir. Bu bağlamda, Ziyan, Hikmet’in eserine kıyasla daha bireysel bir perspektif sunar, ancak sınıf mücadelesinin mikro düzeydeki yansımalarını etkili bir şekilde ortaya koyar.
Marksist Yaklaşımların Karşılaştırmalı Analizi
Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları ve Hakan Günday’ın Ziyan romanını Marksist yaklaşımlar üzerinden karşılaştırdığımızda, her iki eserin de sınıf mücadelesini farklı bağlamlarda ele aldığı görülür. Hikmet’in eseri, toplumcu gerçekçilikle şekillenmiş bir Marksist estetik sunar. Eser, işçi sınıfının kolektif mücadelesini ve sosyalist bir dünya tahayyülünü merkeze alır. Althusser’in İDA teorisiyle okunduğunda, Hikmet’in karakterleri, ideolojik aygıtlara karşı direnişleriyle dikkat çeker. Örneğin, eserdeki siyasi mahkumlar, devletin baskıcı aygıtlarına (hapishane, mahkeme) rağmen mücadele azimlerini korur. Buna karşılık, Günday’ın Ziyan’ı, neoliberal kapitalizmin birey üzerindeki yıkıcı etkilerini vurgular. Roman, işçi sınıfının prekarya haline geldiği bir dönemde, bireysel yabancılaşma ve çaresizlik hissini öne çıkarır. Althusser’in teorisi, Ziyan’daki işçilerin, işyeri hiyerarşileri ve medya gibi İDA’lar aracılığıyla nasıl disipline edildiğini gösterir. Ancak Günday’ın eserinde, Hikmet’in eserindeki kolektif direniş ruhu yerine, bireysel bir çöküş ve umutsuzluk daha baskındır. Bu fark, iki eserin yazıldığı dönemlerin sosyo-ekonomik koşullarıyla ilişkilidir: Hikmet’in eseri, sosyalist hareketlerin yükseldiği bir dönemde yazılmışken, Günday’ın romanı, neoliberalizmin egemen olduğu bir çağda ortaya çıkmıştır.
Toplumsal Yeniden Üretim ve Direnişin Estetiği
Althusser’in İDA teorisi, her iki eserde de toplumsal yeniden üretim süreçlerinin nasıl işlediğini anlamak için kritik bir araçtır. Hikmet’in eserinde, kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden üretimi, işçilerin ve köylülerin günlük yaşamlarında açıkça görülür. Ancak Hikmet, bu yeniden üretime karşı bir estetik direniş sunar. Eserin düzyazı, şiir ve senaryo tekniklerini birleştiren biçimi, geleneksel edebi formlara meydan okuyarak, işçi sınıfının sesini çoğaltır. Bu, Althusser’in ideolojik aygıtların hegemonyasına karşı bir karşı-hegemonik mücadele olarak okunabilir. Öte yandan, Günday’ın Ziyan’ı, neoliberal kapitalizmin bireyleri nasıl atomize ettiğini ve kolektif direnişi zorlaştırdığını gösterir. Romanın karanlık ve bireysel odaklı tonu, Althusser’in ideolojik aygıtların bireyleri özneleştirme sürecinin daha sofistike ve görünmez hale geldiği bir dönemi yansıtır. Günday’ın işçileri, ideolojik aygıtların baskısı altında çaresiz görünse de, Ziya’nın isyanı, bireysel bir direnişin mümkün olduğunu ima eder. Bu, Marksist sınıf mücadelesinin, farklı dönemlerde farklı biçimler alabileceğini gösterir.
Edebi Temsillerde Sınıfsal Bilinç
Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları, işçi sınıfının sınıfsal bilincini geliştirme amacı taşır. Eser, Marksist-Leninist bir perspektifle, işçi sınıfının tarihsel rolünü vurgular. Althusser’in İDA teorisiyle bakıldığında, eserdeki karakterlerin, devletin ideolojik aygıtlarına karşı geliştirdikleri bilinç, sosyalist bir dönüşümün önkoşulu olarak sunulur. Örneğin, eserdeki tren yolcularının hikayeleri, bireysel deneyimlerin kolektif bir mücadele narratifine nasıl dönüştüğünü gösterir. Buna karşılık, Günday’ın Ziyan’ı, sınıfsal bilincin zayıfladığı bir dönemi yansıtır. Romanın işçileri, neoliberal sistemin atomize edici etkileri altında, kolektif bir bilinç geliştirmekte zorlanır. Ancak Ziya’nın bireysel isyanı, Althusser’in “çelişki” kavramıyla okunduğunda, ideolojik aygıtların hegemonyasına karşı potansiyel bir kırılma noktası olarak görülebilir. Bu, Marksist yaklaşımların, farklı dönemlerde farklı sınıfsal bilinç düzeylerini nasıl ele aldığını gösterir.
Farklı Dönemlerde Sınıf Mücadelesi
Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları ve Hakan Günday’ın Ziyan adlı eserleri, Althusser’in İDA teorisi üzerinden analiz edildiğinde, sınıf mücadelesinin edebi temsillerinin dönemsel farklarını ortaya koyar. Hikmet’in eseri, sosyalist bir dünya tahayyülüne dayanan kolektif bir direniş ruhunu yansıtırken, Günday’ın romanı, neoliberal kapitalizmin bireyleri atomize ettiği bir dönemde, bireysel yabancılaşma ve çaresizlik hissini öne çıkarır. Her iki eser de, Marksist estetik ve sınıf mücadelesi kavramlarını farklı biçimlerde işler. Hikmet’in eseri, toplumcu gerçekçilikle şekillenmiş bir Marksist estetik sunarken, Günday’ın romanı, bireysel trajediler üzerinden kapitalist sömürünün yıkıcı etkilerini vurgular. Bu karşılaştırma, sınıf mücadelesinin edebi temsillerinin, tarihsel ve toplumsal bağlamlara bağlı olarak nasıl dönüştüğünü gösterir.



