Sulukule: Kentsel Dönüşümün Toplumsal, Tarihsel ve Etik Katmanları

Sulukule’nin Tarihsel Kökleri ve Kentsel Bellekteki Yeri

Sulukule, Bizans döneminden bu yana İstanbul’un kentsel dokusunda var olan, Osmanlı döneminde ise Romanların yerleşim alanı haline gelen tarihî bir mahalledir. Yüzyıllar boyunca, kendine özgü kültürel pratikleriyle (müzik, dans, zanaat) şehrin sosyal mozaiğinde önemli bir rol oynamıştır. Ancak, modernleşme ve kentleşme süreçleriyle birlikte, bu alan giderek marjinalleştirilmiş, yoksulluk ve dışlanmayla özdeşleştirilmiştir. Sulukule’nin tarihi, bir yandan Roman kimliğinin direncini, diğer yandan kent politikalarının kültürel mirası nasıl görmezden geldiğini gösterir.

Toplumsal Dışlanma ve Gettonun İnşası

Sulukule, İstanbul’un diğer semtleriyle kurduğu ilişkide bir “öteki” konumuna yerleştirilmiştir. Romanların buradaki yaşamı, ekonomik kısıtlılıklar ve sosyal damgalanmayla şekillenmiştir. Mahalle sakinlerinin çoğu, düzensiz işlerde çalışmış, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimde zorluklar yaşamıştır. Bu durum, kentin geri kalanıyla entegrasyonu engellemiş ve Sulukule’yi bir tür “kapalı yaşam alanı” haline getirmiştir. Ancak bu gettolaşma, yalnızca Romanların tercihinden değil, sistemik ayrımcılık ve kentsel politikaların dışlayıcılığından da kaynaklanmaktadır.

Kentsel Dönüşüm ve Zorla Yerinden Edilme

2000’lerin başında başlayan kentsel dönüşüm projeleri, Sulukule’yi tamamen dönüştürme iddiasıyla yola çıktı. “Çöküntü alanı” olarak nitelendirilen mahalle, “modern konutlar” yapılmak üzere yıkıldı. Ancak bu süreçte, sakinlerin rızası alınmadığı gibi, alternatif yaşam alanları da sunulmadı. Romanlar, kira gücünün yetmeyeceği uzak semtlere yerleştirildi. Bu durum, topluluğun sosyal ağlarını parçaladı ve kültürel pratiklerini sürdürme imkânlarını büyük ölçüde ortadan kaldırdı.

Kamu Yararı Kavramının Eleştirisi

Kentsel dönüşüm, genellikle “kamu yararı” gerekçesiyle meşrulaştırılır. Ancak Sulukule örneğinde, bu söylemin arkasında kimin yararının gözetildiği belirsizdir. Yıkım sonrası inşa edilen lüks konutlar, eski sakinlerin erişiminin çok ötesinde fiyatlarla satıldı. Dolayısıyla, “kamu yararı” söylemi, aslında kentsel rantın yeniden dağıtımından başka bir şey değildi. Bu durum, devletin kültürel çeşitliliği koruma yükümlülüğünü yerine getirmediğini gösterir.

Etik ve Hukuki Açıdan Hak İhlalleri

Uluslararası hukuk, özellikle Birleşmiş Milletler’in azınlık haklarına ilişkin düzenlemeleri, kültürel mirasın korunmasını devletlerin sorumluluğuna bırakır. Sulukule’de yaşananlar, bu bağlamda bir insan hakkı ihlali olarak değerlendirilebilir. Romanların yaşam alanlarının yok edilmesi, yalnızca maddi bir kayıp değil, aynı zamanda kolektif hafızanın silinmesidir. Bu süreç, etik açıdan, bir topluluğun varlığının “kent için değersiz” addedilmesi anlamına gelir.

Alternatif Bir Gelecek Mümkün mü?

Sulukule’nin dönüşümü, geri döndürülemez bir süreç gibi görünse de, buradan çıkarılacak dersler gelecekteki kentsel politikalar için yol gösterici olabilir. Katılımcı planlama, kültürel mirasın korunması ve yerel toplulukların karar süreçlerine dahil edilmesi, benzer projelerde uygulanabilir. Romanların kent yaşamına eşit katılımını sağlamak, yalnızca adalet değil, aynı zamanda kentin sosyal zenginliği açısından da gereklidir.

Kent, Kimin İçin Var?

Sulukule’nin hikâyesi, modern kentleşmenin çelişkilerini açıkça ortaya koyar. Bir yanda “ilerleme” ve “modernleşme” söylemleri, diğer yanda yok sayılan kültürel kimlikler… Bu durum, kentlerin yalnızca ekonomik çıkarlar için değil, insanların tarihsel ve sosyal bağları için de var olduğunu hatırlatır. Sulukule, bir uyarı niteliğindedir: Kentsel dönüşüm, yalnızca binaları değil, insanların hayatlarını da dönüştürür. Bu dönüşümün adil olup olmadığı ise, kentin geleceğini belirleyecek en önemli sorudur.