Etiket: #edebiyat

Aylak Adam’ın Yaşam İradesi: Camus’nün Absürt Felsefesiyle Bir Karşılaşma

Absürdün Özü ve İntihar Sorunsalı Camus’nün absürt felsefesi, insanın anlam arayışıyla evrenin sessizliği arasındaki çatışmayı merkeze alır. Bu çatışma, yaşamın yaşanmaya değer olup olmadığını sorgulayan temel bir soruya yol açar: intihar. Camus, intiharın absürtü çözmediğini, aksine onu reddettiğini savunur. Gerçek başkaldırı, absürtü kabul ederek yaşamaktır. Sisifos’un kayayı yuvarlaması, anlamsızlığına rağmen

OKUMAK İÇİN TIKLA

Turgut Özben’in Varoluşsal Boşluğu ve Kierkegaard’ın Kaygı Kavramı

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanındaki Turgut Özben karakterinin yaşadığı varoluşsal boşluk, Søren Kierkegaard’ın “kaygı” (angst) kavramıyla derin bir bağ kurar. Turgut’un iç dünyasındaki çalkantılar, modern insanın anlam arayışındaki çaresizliğini yansıtırken, Kierkegaard’ın kaygı fikri, bireyin özgürlüğü ve varoluşsal sorumluluğu karşısında hissettiği baş dönmesini ifade eder. Bu metin, Turgut’un boşluğunu Kierkegaard’ın kaygı kavramı

OKUMAK İÇİN TIKLA

İmanın Akıldışı Uçurumunda Kierkegaard’ın “Korku ve Titreme”si

Søren Kierkegaard’ın Korku ve Titreme adlı eseri, imanın akıl sınırlarını aşan doğasını derinlemesine sorgular. Eser, İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban etme emrine boyun eğmesini merkeze alarak, insan varoluşunun en çetin sorularıyla yüzleşir. Kierkegaard, imanı akıl ve etik normların ötesine taşıyarak, bireyin Tanrı’yla ilişkisindeki mutlak yalnızlığı ve paradoksu vurgular. Bu metin, Korku

OKUMAK İÇİN TIKLA

Macabéa’nın Yoksulluğu ve Levinas’ın Öteki Etiği Üzerine Bir İnceleme

Macabéa’nın Varoluşsal Boşluğu Clarice Lispector’un Saatler Yıldızı adlı eserinde Macabéa, yoksulluğun yalnızca maddi bir durum olmadığını, aynı zamanda varoluşsal bir boşluk olarak kendini gösterdiğini ortaya koyar. Macabéa’nın yoksulluğu, onun farkındalıksızlığı ile derinleşir; o, kendi eksikliklerini sorgulamaz, toplumsal normların ona dayattığı sınırları fark etmez. Bu durum, Levinas’ın Öteki etiği bağlamında, bireyin

OKUMAK İÇİN TIKLA

Anlamsızlığın Eşiğinde: Sisifos ile Gregor Samsa’nın Varoluşsal Karşılaşması

Albert Camus’nün Sisifos Söyleni’nde ortaya koyduğu absürdizm, insan varoluşunun anlamsızlığı ile bu anlamsızlığa karşı bireyin tutumu arasındaki gerilimi sorgular. Franz Kafka’nın Dönüşüm adlı eserinde Gregor Samsa’nın hikâyesi ise bu anlamsızlığın somut, grotesk bir yansımasıdır. Her iki karakter de absürdün pençesinde bir yaşam sürer; ancak Sisifos’un mitolojik direnişi ile Gregor’un modern,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Altınok’un Şiirlerinde Türkiye’nin Toplumsal Yaralarının Psişik Yansımaları

Turgut Altınok’un şiirleri, Türkiye’nin politik çalkantılarının insan bilincinde ve duygusal derinliklerinde bıraktığı izleri, bireysel ve kolektif ruhun karmaşık dokusu üzerinden işler. Bu metin, Altınok’un eserlerinde politik olayların bireylerin iç dünyasında nasıl yankılandığını, toplumsal yaraların psişik boyutlarını nasıl ortaya koyduğunu derinlemesine inceler. Şiirlerinin, Türkiye’nin tarihsel ve toplumsal gerçekliklerini, bireyin içsel çatışmalarıyla

OKUMAK İÇİN TIKLA

Bruno Schulz’un “Tarçın Dükkanları”nda Babanın Kuşa Dönüşümü ve Kafkaesk Dönüşümün Ayrışımı

Bruno Schulz’un Tarçın Dükkanları adlı eserinde babanın kuşa dönüşümü, Franz Kafka’nın Dönüşüm eserindeki Gregor Samsa’nın böceğe dönüşümünden köklü bir şekilde ayrılır. Her iki metin de bireyin insanlık sınırlarını zorlayan bir başkalaşımını işler, ancak Schulz’un dönüşümü Kafka’nın grotesk ve yabancılaştırıcı atmosferinden farklı olarak, düşsel bir zenginlik, bireysel özgürlüğün ve yaratıcılığın sınırlarını

OKUMAK İÇİN TIKLA

Gece’nin Sessiz Çığlığı: Totaliter Rejimin Gölgesinde Arendt’in Kötülüğün Sıradanlığı ile Buluşma

Bilge Karasu’nun Gece romanı, totaliter rejimlerin insan ruhu ve toplumu üzerindeki yıkıcı etkilerini incelerken, Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” kavramıyla derin bir diyalog kurar. Roman, bireyin ve toplumun baskıcı bir düzen altında nasıl bir dönüşüm geçirdiğini, korku ve itaatin sıradanlaşarak nasıl bir kötülüğe dönüştüğünü sorgular. Arendt’in, Eichmann’ın yargılanması üzerinden ortaya koyduğu

OKUMAK İÇİN TIKLA

İntihar ve İrade: Cioran ile Schopenhauer Arasında Bir Karşılaşma

Emil Cioran’ın Çürümenin Kitabı adlı eserindeki aforizmalar, intiharı “hayata karşı tek ciddi argüman” olarak nitelendirirken, Schopenhauer’ın irade reddiyesiyle derin bir felsefi diyalog kurar. Bu diyalog, varoluşun anlamına, insan iradesinin doğasına ve yaşamın sürdürülebilirliğine dair sorgulamaları bir araya getirir. Cioran’ın keskin ve karamsar üslubu, Schopenhauer’ın metafizik sistematiğiyle kesişirken, her iki düşünür

OKUMAK İÇİN TIKLA

Jane Eyre’in Çığlığı ve Bertha Mason’ın Tutsaklığı: Özgürlük ve Ötekileştirme Arasında

Charlotte Brontë’nin Jane Eyre romanı, feminist düşüncenin erken bir çığlığı olarak, Simone de Beauvoir’ın “Kadın doğulmaz, kadın olunur” tezini öngören bir manifesto niteliğindedir. Jane’in “Ruhum sizinle eşit!” haykırışı, bireysel özerklik ve insanlık onurunun cinsiyetten bağımsız bir temelde savunusu olarak yankılanır. Bertha Mason’ın tavan arasında hapsedilmesi ise, ataerkil düzenin “öteki”yi susturma

OKUMAK İÇİN TIKLA

Yabancı Topraklarda Varoluş: Odysseus ile Robinson Crusoe’nun Karşıt Yolculukları

Homeros’un Odyssey destanındaki Odysseus ve Daniel Defoe’nun Robinson Crusoe romanındaki Robinson, yabancı topraklarda hayatta kalma mücadelesiyle insanın doğa ve medeniyet arasındaki gerilimini temsil eder. Her iki karakter, bilinmeyenle yüzleşirken insan doğasının sınırlarını, toplumu yeniden inşa etme çabasını ve bireyin kendisini tanımlama sürecini farklı bağlamlarda ele alır. Odysseus’un epik yolculuğu, mitolojik

OKUMAK İÇİN TIKLA

Arzunun Gözleri: Lolita ve Salome Üzerinden Bakışın Temsili

Vladimir Nabokov’un Lolita’sı ve Oscar Wilde’ın Salome’si, edebiyatta arzunun ve bakışın karmaşık temsillerini sunar. Bu iki eser, farklı dönemlerde ve bağlamlarda yazılmış olsalar da, insan doğasının derinliklerinde yatan arzunun, güç dinamiklerinin ve bakışın nesneleştirici etkisinin izini sürer. Jacques Lacan’ın “gaze” (bakış) kavramı, bu eserlerdeki karakterlerin birbirine yönelttiği bakışların, yalnızca görme

OKUMAK İÇİN TIKLA

Umudun Kalıntıları: Snowman’ın Post-Apokaliptik Dünyasında Anlam Arayışı

Margaret Atwood’un Oryx ve Crake romanında, Snowman, insanlığın çöküşünden sonra hayatta kalan bir figür olarak umudu karmaşık, çok katmanlı bir kavram olarak tanımlar. Post-apokaliptik bir dünyada, doğanın ve teknolojinin harmanlandığı bir yıkım sonrası manzarada, Snowman’ın umut algısı hem bireysel hem de kolektif bir sorgulamanın yansımasıdır. Bu metin, Snowman’ın umudu nasıl

OKUMAK İÇİN TIKLA

Nermin’in Özgürleşme Çabası: 1970’ler Türkiyesi’nde Kadın Kimliğinin Trajik Yüzleşmesi

Leylâ Erbil’in Tuhaf Bir Kadın adlı eserinde Nermin’in cinsel ve entelektüel özgürleşme çabası, 1970’ler Türkiyesi’nin toplumsal, kültürel ve siyasal dinamikleri içinde bireysel bir başkaldırının hem umut dolu hem de trajik yansımalarını sunar. Nermin’in öyküsü, bireyin kendi varoluşsal sınırlarını zorlama çabasını, dönemin feminist hareketinin “öteki”leştirilmiş öncülerinin deneyimleriyle kesiştirir. Bu metin, Nermin’in

OKUMAK İÇİN TIKLA

Winston Smith ve Büyük Birader: Kontrol Toplumlarının Gölgesinde Bir Varoluş

George Orwell’in 1984 romanındaki Winston Smith’in Büyük Birader ile ilişkisi, Gilles Deleuze’ün “kontrol toplumları” kavramıyla derin bir bağ kurar. Bu ilişki, bireyin özerkliğini yitirdiği, gözetim ve manipülasyonun içselleştirildiği bir dünyayı yansıtır. Deleuze’ün kontrol toplumları, disiplin toplumlarının ötesine geçerek bireyi sürekli bir denetim ağına hapseder. Winston’ın hikâyesi, bu ağın hem somut

OKUMAK İÇİN TIKLA

Hester Prynne: Özgürlüğün Sessiz İsyanı

Hester Prynne, Nathaniel Hawthorne’un Kızıl Harf romanında, Amerikan püritenizminin katı ahlak düzenine karşı bir direniş figürü olarak yükselir. Onun hikâyesi, bireysel özgürlüğün toplumsal baskıya karşı mücadelesini, ahlaki ikiyüzlülüğe meydan okuyan bir duruşu ve insan ruhunun karmaşıklığını yansıtır. Hester, günahkâr olarak damgalanmasına rağmen, bu damgayı bir isyan bayrağına dönüştürerek, bireyin kendi

OKUMAK İÇİN TIKLA

İki Düş Arasında: More’un Ütopyası ve Orwell’in 1984’ü

Thomas More’un Ütopya’sı ile George Orwell’in 1984’ü, insanlığın ideal toplum arayışına dair zıt uçlarda duran iki metindir. More, 1516’da adalet, eşitlik ve barış üzerine kurulu hayali bir ada tasavvur ederken, Orwell 1949’da totaliter bir rejimin gölgesinde bireyin ezildiği karanlık bir gelecek sunar. Bu iki eser, insanın toplumsal düzeni inşa etme

OKUMAK İÇİN TIKLA

Homo Floresiensis: Kayıp Dünyanın Romantik Çağrısı

Homo floresiensis, Endonezya’nın Flores Adası’nda keşfedilen küçük boylu bir insan türü, bilim dünyasında bir bulmaca, popüler hayal gücünde ise bir efsane olarak yankılanıyor. “Hobbit” lakabı, bu türün kısa boyu ve fantastik bir çağın izlerini taşıyan gizemli varlığı nedeniyle, J.R.R. Tolkien’in kurgusal dünyasıyla ilişkilendirildi. Ancak bu romantizasyon, sadece fiziksel özelliklerinden değil,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Nesnelerin Ağırlığı ve Dilin Sınırları: Roquentin’in Bulantısı ile Merleau-Ponty’nin Algı Dünyası

Varoluşun Çıplak Karşılaşması Jean-Paul Sartre’ın Bulantı romanındaki Antoine Roquentin, nesnelerin saf varoluşuyla yüzleştiğinde, onların anlamsız, yoğun ve neredeyse tehditkâr bir ağırlığını hisseder. Bu bulantı, varlığın kendi başına bir anlam taşımadığını, insan bilincinin ona anlam yüklemeye çalıştığını fark ettiği bir kriz anıdır. Roquentin’in hissettiği bu ağırlık, yalnızca fiziksel nesnelerin değil, varoluşun

OKUMAK İÇİN TIKLA

Yeraltının Aynası: Bilinç, Kimlik ve Varoluşun Çözümsüz Düğümü

Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ındaki Yeraltı Adamı, kendi bilincinin kıvrımlarında sıkışmış bir figür olarak modern insanın varoluşsal krizini temsil eder. Jacques Lacan’ın “ayna evresi” kuramı, bu hapsoluşu anlamak için güçlü bir çerçeve sunar. Yeraltı Adamı’nın kendi zihninde yankılanan iç konuşmaları, kimlik arayışının hem bir başarısızlık hem de özgün bir duruş olarak nasıl

OKUMAK İÇİN TIKLA