Etiket: #sinema

Anında Erişimin Çağında İzleyici: Netflix’in Binge-Watching Modelinin Toplumsal ve Bireysel Yansımaları

Netflix’in tüm sezonu bir anda yayınlama modeli, izleyici alışkanlıklarını dönüştüren bir dönüm noktası oluşturmuştur. Bu model, geleneksel televizyonun haftalık yayın takvimine karşı radikal bir kırılma sunarak, bireylerin zaman algısını, tüketim pratiklerini ve içerikle kurduğu ilişkiyi yeniden şekillendirmiştir. Bu metin, modelin bireysel ve toplumsal düzeydeki etkilerini çok katmanlı bir şekilde incelemektedir.

OKUMAK İÇİN TIKLA

Zamanın Ağırlığı: Lav Diaz’ın Norte, The End of History Filminde Filipinler’in Sömürge Sonrası Hafızası

Lav Diaz’ın 2013 yapımı Norte, The End of History filmi, dört saati aşan süresiyle Filipinler’in sömürge sonrası toplumunun derin yaralarını, bireysel ve kolektif hafızanın kırılganlığını ve insan varoluşunun etik sorgulamalarını inceler. Film, Fabian adlı karakterin trajik yolculuğu üzerinden, Filipinler’in tarihsel, toplumsal ve bireysel çelişkilerini uzun plan sekansları ve minimalist bir

OKUMAK İÇİN TIKLA

3D Sinema ve Hayaletin Yeniden İnşası: Bi Gan’ın Long Day’s Journey Into Night Filminde Luo Hongwu Üzerinden Bir Okuma

Bi Gan’ın Long Day’s Journey Into Night filmi, sinema sanatının 3D teknolojisiyle kurduğu ilişkiyi, Jacques Derrida’nın “hayalet” kavramıyla kesiştirerek, modern sinemada zaman, bellek ve varoluşun sınırlarını sorgular. Film, Luo Hongwu’nun geçmişle hesaplaşmasını ve kayıp bir aşkı arayışını, 3D teknolojisinin sunduğu mekânsal derinlik ve gerçeklik yanılsamasıyla yeniden yapılandırır. Derrida’nın hayalet kavramı,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Orman Ruhu’nun Öfkesi: Doğanın Tahakkümü, Medusa’nın Bakışı ve Ekofeminist Direniş

Doğanın İntikamı ve İnsanlığın Çatışması Princess Mononoke filminde Orman Ruhu’nun öfkesi, doğanın insan tahakkümüne karşı bir isyanı olarak belirir. Theodor Adorno’nun “doğanın tahakküm altına alınışı” tezi, insanın doğayı araçsallaştırarak onu bir sömürü nesnesine indirgediğini savunur. Orman Ruhu, hem yaşamın hem de yıkımın sembolü olarak, bu tahakkümün sınırlarını zorlar. Öfkesi, insanın

OKUMAK İÇİN TIKLA

Üçüncü Günün Patlaması: Bastırılmış Öfkenin Temsili

Chantal Akerman’ın Jeanne Dielman, 23 quai du Commerce, 1080 Bruxelles adlı filmi, günlük yaşamın sıradanlığı içinde gizlenen toplumsal ve bireysel gerilimleri inceler. Üçüncü günde Jeanne’in patlaması, feminist bir perspektiften, bastırılmış öfkenin dışavurumu olarak değerlendirilebilir. Bu an, yalnızca bireysel bir kırılma noktası değil, aynı zamanda cinsiyet rolleri, toplumsal baskılar ve bireyin

OKUMAK İÇİN TIKLA

Jeanne Dielman ve Görünmez Emeğin Sinematik İncelemesi

Chantal Akerman’ın Jeanne Dielman, 23 quai du Commerce, 1080 Bruxelles (1975) filmi, ev içi emeğin, toplumsal cinsiyet rollerinin ve gündelik rutinlerin sinematik bir sorgulamasıdır. Film, minimalist bir yaklaşımla, bir kadının üç gün boyunca ev işleri ve seks işçiliği arasındaki döngüsünü izler. Bu çalışma, Jeanne’in rutinlerini mercek altına alarak, ev içi

OKUMAK İÇİN TIKLA

Dördüncü Duvarın Çöküşü: Tinsel Arayışın Saflığını Sorgulama

Alejandro Jodorowsky’nin The Holy Mountain filmi, insan bilincinin derinliklerine inen ve tinsel arayışın doğasını sorgulayan bir başyapıttır. Filmin sonunda gerçekleşen dördüncü duvar kırılması, izleyiciyi kendi gerçekliğiyle yüzleştirerek manevi yolculuğun saflığını ve otantikliğini yeniden değerlendirmeye zorlar. Bu an, sinematik anlatının ötesine geçerek izleyiciyi bir özne olmaktan çıkarır ve onu filmin evrenine

OKUMAK İÇİN TIKLA

Django Unchained: Köleliğin Derin Yüzleşmesi

Kavramların ÇarpışmasıDjango Unchained, Amerikan kölelik tarihini, bireysel özgürlük arayışıyla sistemik baskının kesişiminde ele alıyor. Film, köleliği yalnızca tarihsel bir olay olarak değil, insan ruhunu şekillendiren bir güç dinamiği olarak sunuyor. Quentin Tarantino, şiddeti ve ironiyi birleştirerek, köleliğin acımasızlığını abartılı bir estetikle gözler önüne seriyor. Bu yaklaşım, izleyiciyi rahatsız ederken, aynı

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kutsal Dağın Çözülüşü: Kapitalizmin Eleştirisi ve Sürreal Simgeler

Hırsızın Yolculuğu ve Sistemin Yüzü Alejandro Jodorowsky’nin The Holy Mountain filmi, Hırsız karakteriyle başlar; yoksul, kirli, ama bir o kadar da insanlığın ham özünü taşıyan bir figür. Bu karakter, kapitalizmin kutsal addedilen yüzeyini sorgulamaya girişir. Hırsız, toplumun en alt tabakasından yükselirken, sistemin sahte kutsallığını açığa çıkarır. Jodorowsky, bu yolculuğu sürreal

OKUMAK İÇİN TIKLA

Abbas Kiarostami’nin Son Arzusu ve Umudun Son Nefesi

Baharın Nefesi ve İnsanlığın Yankısı Sadi Şirazi’nin Nevbahar’ı, 13. yüzyıldan kalma bir şiir olarak, insan ruhunun derinliklerinde yankılanan bir özlemi dile getirir. Abbas Kiarostami’nin son anlarında Solmaz Naraghi’nin sesiyle bu dizeleri dinlemesi, yalnızca bir şarkı seçimi değil, varoluşun kırılganlığına dair bir meditasyondur. “Bir ömür daha lazım, çünkü bu ömrümüzü umutlanarak

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kiarostami Sineması: Gerçeklik ve Kurgunun İç İçe Geçişi

Kiarostami’nin sineması, gerçeklik ve kurgu arasındaki çizgiyi kasıtlı olarak bulanıklaştırarak seyirciyi bir anlam arayışına sürükler. Yakın Plan (1990), bir dolandırıcının hikayesini anlatırken, sinema sanatının kendisini bir sorgulama nesnesi haline getirir. Film, belgesel ile kurmaca arasındaki geçişlerle, seyircinin gerçeğin doğasını sorgulamasını sağlar. Kiarostami, seyirciyi pasif bir tüketici olmaktan çıkarır; onun filmleri,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Pandora’nın Kutusu ve Ava: İnsanlığın Yaratımına Dair Bir Sorgulama

Ex Machina filmindeki Ava karakteri, yalnızca bir yapay zeka figürü değil, aynı zamanda insanlığın yaratım arzusunun, korkularının ve sınırlarının bir yansımasıdır. Pandora mitiyle ilişkilendirildiğinde, Ava’nın temsil ettiği “kadın tehdidi” fantazisi, insanlığın bilinmeyene duyduğu hem hayranlık hem de çekinceyi açığa vurur. Bu metin, Ava’nın Pandora mitiyle kesişimini, insan doğası, teknoloji, cinsiyet

OKUMAK İÇİN TIKLA

Quentin Tarantino: Şiddetin Estetik Yansıması ve Tüketim Kültürü

Şiddetin Görsel Temsili ve Tüketim Arzusu Quentin Tarantino’nun Pulp Fiction filmi, şiddeti estetik bir gösteriye dönüştürerek seyirciyi hem rahatsız eder hem de büyüler. Şiddet, filmde yalnızca bir olay örgüsü unsuru değil, aynı zamanda kapitalist tüketim kültürünün bir yansımasıdır. Parlak renkler, stilize çekimler ve pop kültürü referanslarıyla süslenen şiddet sahneleri, adeta

OKUMAK İÇİN TIKLA

Mağara Mezarlarının Çağrısı: Homo naledi ve Korku Sinemasının Kökenleri

Homo naledi’nin mağara mezarları, insanlığın en derin korkularını ve hayallerini yansıtan bir ayna gibi, korku sinemasındaki “lanetli mağara” motifinin kökenlerine dair büyüleyici bir sorgulama sunuyor. Güney Afrika’daki Rising Star Mağarası’nda bulunan bu arkeolojik keşif, ilkel bir türün ölülerini kasıtlı olarak gömdüğünü gösteriyor; bu, modern insanın anlam arayışıyla bağ kuruyor. Mağaralar,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Guy Maddin’in The Forbidden Room: Sessiz Sinema ve Deleuze’ün Hareket-İmge Kavramının Parodisi

Guy Maddin’in The Forbidden Room filmi, sessiz sinema estetiğini yeniden canlandırırken Gilles Deleuze’ün “hareket-imge” kavramını karmaşık bir parodiyle ele alır. Film, sessiz sinemanın görsel dilini, abartılı jestleri ve melodramatik anlatımını kullanarak modern sinemada bir tür arkeolojik kazı yapar. Deleuze’ün hareket-imge kavramı, sinemanın zamanı ve mekânı organize etme biçimini, algı, duygu

OKUMAK İÇİN TIKLA

Yamyamlığın Sinemadaki Aynası: “Trouble Every Day” ve Bataille’ın Heterojen Varlık Kavramı

Claire Denis’nin 2001 yapımı Trouble Every Day filmi, yamyamlık temasını insan doğasının karanlık köşelerine bir yolculuk olarak işlerken, Georges Bataille’ın “heterojen varlık” kavramıyla çarpıcı bir kesişim sunar. Film, şehvetle harmanlanmış şiddeti ve yamyamlığı, yalnızca bir korku unsuru olarak değil, aynı zamanda insan varoluşunun sınırlarını sorgulayan felsefi bir mercek olarak kullanır.

OKUMAK İÇİN TIKLA

Uzun Plan Sekanslarda Zamanın Dokusu: Nuri Bilge Ceylan’ın Kasaba Filmi ve Bergsoncu Süre Kavramı

Nuri Bilge Ceylan’ın 1997 yapımı filmi Kasaba, uzun plan sekanslarıyla sinemasal bir “hiçlik zamanı” yaratır. Bu, Bergson’un süre (durée) kavramından farklı bir estetik ve ontolojik zemin sunar. Bergsoncu süre, bilinç akışının kesintisiz, niteliksel ve öznel bir deneyimidir; zamanın mekanik bölünmesine karşı çıkar. Ancak Kasaba’daki uzun plan sekanslar, bu akışkan süreyi

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kadın Bedeninin Mimariye Dönüşümü: Hausu ve Suspiria’da Kristeva’nın Abject Kavramı

Nobuhiko Obayashi’nin Hausu (1977) ve Dario Argento’nun Suspiria (1977) filmleri, kadın bedenini mimari mekanlarla iç içe geçirerek, Julia Kristeva’nın abject kavramını farklı estetik ve kavramsal düzlemlerde yorumlar. Her iki film, bedeni hem bireysel hem de toplumsal bir sorgulama aracı olarak ele alırken, iğrençlik, sınır ihlali ve kimlik çözülmesi gibi temaları

OKUMAK İÇİN TIKLA

Işık ve Karanlığın Çağlar Ötesi Yansıması

Maniheizm’in ışık ve karanlık arasındaki mücadelesi, insanlığın evrensel anlatılarında derin bir iz bırakmıştır. Bu ikilik, yalnızca dinsel bir kavram olarak değil, aynı zamanda insan bilincinin, kültürün ve hayal gücünün temel taşlarından biri olarak modern popüler kültürde yeniden şekillenir. Star Wars gibi ikonik eserler, bu kadim felsefeyi çağdaş bir mercekle ele

OKUMAK İÇİN TIKLA

Xenofeminizm ve Distopyanın Çatışkıları: The Lobster ile Parable of the Sower Üzerine Bir İnceleme

Zorunlu Çiftleşmenin Yabancılaşma Arayışı Yorgos Lanthimos’un The Lobster filmi, bireyleri çiftleşme ve romantik birliktelik kurmaya zorlayan bir distopyayı sahneye taşır. Bu dünya, Helen Hester’ın xenofeminist çerçevede önerdiği “yabancılaşma stratejisi” ile kesişir; zira Hester, bireyin toplumsal normlara karşı bilinçli bir mesafe koyarak özgürleşme potansiyelini savunur. Filmde, bireyler ya bir partner bulmak

OKUMAK İÇİN TIKLA